Irak Savaşı ikinci kez bitti; Türkiye için iyi oldu...

Başkan Barack Obama, Irak Savaşı’nın “bittiğini” açıkladı. Son muharip Amerikan birliklerinin Ağustos ayının sonu itibarıyla Irak’ı terketmiş olması üzerine, Obama “Amerikan halkına verdiği sözü tuttuğunu’” ve böylece “Savaş’ın bittiğini” ilan etti.

Haberin Devamı

Bu Irak Savaşı, yine bir Amerikan başkanının açıklamasıyla bir kere daha bitmişti. Obama’dan bir önceki ve Savaş’a imzasını atmış olan Başkan George W. Bush, 1 Mayıs 2003 tarihinde Pasifik Okyanusu’nda nükleer yakıtla işleyen Amerikan uçak gemisi USS Abraham Lincoln’ün güvertesinde yaptığı konuşmada “başlıca muharip operasyonlar”ın (major combat operations) sona erdiğini, böylece Irak Savaşı’nın “bittiğini”, zalim diktatörlük rejiminin yıkılmasıyla Irak’ın “özgürlüğe kavuştuğunu” ilan etmişti.

Dolayısıyla, Irak Savaşı, iki ayrı “Başkan” tarafından iki kez bitirilmiş oluyor!

Bush’un açıkladığı ilk bitişinden sonra, Irak’ta kan gövdeyi götürdü ve onbinlerce insan hayatını kaybetti. İşin ilginç tarafı, hayatlarını kaybeten onbinlerce insanın, hayatlarını kaybettikleri olaylar, bir “işgal gücü”ne dönüşmüş Amerikan kuvvetleri ile Irak halkı arasındaki çatışmanın değil, Iraklıların Sünni-Şii olarak kendi aralarında oluşturdukları kan banyosunun sonucuydu.

Haberin Devamı

Ancak, “işgalci güç” Amerika’nın askeri kayıpları da, Irak’taki kan banyosuna paralel biçimde, Amerikan iç politikasına yansımalarıyla birlikte arttı ve Obama, “geri çekilme” sözü ile Beyaz Saray’a yerleşti.

Doğru. Sözünü tuttu. 2010 Ağustos sonu itibarıyla Irak’taki 144 bin Amerikan askerinden, “muharip birlikler” (combat troops) çekilmiş olarak, geride 56 bin “muharip olmayan” Amerikan askeri kalıyor. Onlar da 2011 sonu çekilmiş olacaklar.

Bir yıl daha ve şehir merkezlerinden uzakta üslerinde kalacak “muharip olmayan” Amerikan askerleri, Irak güvenlik kuvvetlerinin eğitimi, karşı-terör operasyonlarında Iraklılara yardım gibi görevler üstlenecekler. Bir yıl sonra “muharip olmayan” Amerikalılar da Irak’ı boşaltınca, bu kez Irak polisinin eğitimi için, sivil güvenlik kuruluşları sözleşmeli olarak Amerikan askerlerinin Irak topraklarında olmaması sayesinde oluşan “boşluğu doldurmaya” bakacaklar.

 Savaş, kaçıncı kez biterse bitmiş olsun, Türkiye’nin yanıbaşında, onu da ilgilendiren yepyeni bir tarih sayfası açıldığıaçık.

Haberin Devamı

***         ***       ***

2003 yılında Amerikan kuvvetleri Irak’a giderken ve girerken, Türkiye’deki yaygın değerlendirmelerden biri, “ABD’nin, en az 50 yıl süre ile, artık Türkiye’nin komşusu olduğu” idi.

Bu değerlendirmeden yola çıkan bakış açısı, Irak’a yerleşen Amerika’nın bundan böyle Türkiye’yi de bölmek için faaliyete girişeceği ve bunu Kürtler üzerinden yapacağını ileri sürüyordu.

Bu kafa yapısı, Türkiye’de epey bir pazar bulmuştu ki, “Metal Fırtına” gibi safsatalar satış rekorları kırdı.

Şunun şurasında 7 yıl kadar, tarihte esamesi okunmayacak bir zaman dilimi içinde, Türkiye’nin “bundan sonra en az 50 yıl komşusu” olacak güç, Irak topraklarında “muharip kuvvet” bulundurmamak üzere, “komşuluğunu” bırakıyor.

Haberin Devamı

Bir de başka bir bakış açısı söz konusuydu. O dönemdeki anti-Amerikan koronun gürültüsü içinde ne dediği gürültüye giden ve bugünlerde de pek dinlenmeyen; ona göre, Amerika, Irak’ta Türkiye’nin komşusu falan olacak değildi. Irak, Iraklıların ve bu arada kuzeyi itibarıyla Kürtlerindi ve öyle kalmaya devam edecekti. Dolayısıyla, Türkiye, Irak’ın kendi unsurlarının evrimi üzerinden “stratejik hesap” yapmak ve başta Kürtler ve tarih sahnesine Irak iktidar denkleminin ana unsuru olarak çıkan Şiilerle yakınlaşmaya başlamalıydı.

Türkiye, tarihi ve toplumsal nedenlerden ötürü, Irak’ın Sünni Arap bölümü ile elbette ki özel ilişkilerini korumaya özen gösterse ve buna devam etse de, Ahmet Davutoğlu’nun Irak’a ilişkin diplomatik kurgusu, büyük ölçüde, “yeni Irak gerçeği”ne zamanla uyum sağlamaya gayret gösterdi.

Haberin Devamı

Türkiye’nin bugün Irak’ın tüm siyasi aktörleriyle çeşitli ve değişik düzeylerde de olsa ilişkisi var.

Irak’ı, Türkiye’nin elinden, Birinci Dünya Savaşı’nın “galip devleti” olarak İngiltere almış ve üç Osmanlı vilayetinden, Basra, Bağdat ve Musul, bir yeni ülke ve devlet, Irak üretmişlerdi.

İngilizler, Irak’ta nüfuz kursalar da ilanihaye kalamadılar ve gittiler. Türkiye, onyıllarca yanıbaşındaki “Iraklılar”la ilişkide kaldı.

Amerikalıların, Iraklılarla ilişkisi de, özü itibarıyla, İngiltere’den farksız. Onlar da, Irak’ı Iraklılara bırakmaya mecbur kaldılar.

Türkiye açısından İngiliz Irak’ı ile Amerikan Irak’ı ve sonrası arasındaki fark, ikincisinin Türkiye için çok daha avantajlı olması.

Haberin Devamı

***              ***          ***

Bir yıla yakın süre önce, Bağdat’ta Irak ile çevreden petrole, ulaşımdan iletişime, ticaretten siyasete, kültüre 48 anlaşma imzalandı. Başbakan Tayyip Erdoğan, yanında Iraklı mevkidaşı Nuri el-Maliki, “Bugünden itibaren ‘iki devlet-tek hükümetiz’” sloganını ortaya atacak kadar, ilişkilerin vardığı noktaya özgüven duydu.

Saddam Irak’ı ile Türkiye-Irak ilişkilerinin bu noktaya gelebilmesi imkansızdı.

Bağdat’ta söz konusu gelişmeden iki hafta sonra, Davutoğlu, Erbil’e gitti ve Türkiye, “Irak Kürdistan Bölge Yönetimi”nin merkezinde başkonsolosluk açtı.

Irak, federal bir ülke ve Türkiye’ye bitişik bölümünde “Kürdistan Bölge Yönetimi” var. Bağdat’ta ise bir Kürt Cumhurbaşkanı oturuyor.

Türkiye halkının en az beşte birlik bir kesimiyle aynı etnik kökene sahip kişilerin yönetimde bulunduğu bir Irak, “coğrafi devamlılık” nedeniyle de, komşu bölge ülkeleri arasında Türkiye ile gelecekte “entegrasyon” potansiyeli bulunan en başta gelen ülke.

Saddam Irak’ında böyle bir “stratejik entegrasyon perspektifi” imkansızdı.

Şu sıra Irak’ta seçimlerin yapıldığı Mart ayından beri yeni hükümetin kurulamamış olmasına, Amerikan askerlerinin çekişilinin ardından ülkenin “istikrarsızlık ihtimali”nin bulunmasına kulak asmayın. Bunlar “konjonktürel” durumlar.

Önemli olan, Irak’ın Iraklılara ait olmasının bir kez daha ortaya çıkmış ve “Savaş”ın Amerikalılar için “ikinci kez” bitmiş olması ve Türkiye’nin başta Irak Kürtleriyle yakınlaşma sayesinde, Irak’taki “tarihi rolü”nün canlanmış olmasıdır.

Saddam rejiminin yıkılmasından sonra, “Savaş’ın bitmiş” olmasının Türkiye’ye muazzam “stratejik yararı” budur.

Yazarın Tüm Yazıları