Önce “Evet”, sonra “Barış” stratejisi...

Referanduma şunun şurasında iki hafta kadar bir zaman kaldı. Türkiye’nin nasıl bir “siyasi iklim”e gireceğini iki buçuk hafta sonra göreceğiz.

Haberin Devamı

“Evet” ile “Hayır” oylarının birincisi belirgin biçimde ağır basmakla birlikte, birbirlerine oldukça yakın seyretmekte olduğu seziliyor. Son hafta hatta son günler bile referandumun kaderi üzerinde rol oynayabilir. Şimdiden kestirilemeyecek herhangi bir gelişme, referandum sonucunu belirleyici biçimde etkileyebilir.
Nitekim 48 saat önce, 12 Eylül’e üç-beş gün kala Abdullah Öcalan ile görüşme kasedinin devreye sokulacağı ve “Evet” ihtimalinin bununla bertaraf edilmek istendiği fısıltı gazetesi tarafından yayılıyordu. Muhalefet sözcülerinin, son günlerde bu konuda koparttığı gürültü ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı bu konuda kıstırmak istedikleri göz önüne alınırsa, fısıltı gazetesinin yayınına kulak kabartmak gerekebilirdi.
Ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ve ondan hemen önce gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün beyanı, bu “silah”ı cephanesiz bırakmışa benziyor.
***                           ***                      ***
Kılıçdaroğlu, “Terör bitecekse, terörün bitmesiyle ilgili olarak gidilir alt düzeyde, şu düzeyde bu düzeyde görüşmeler yapılır ve yapılmış da zaten. Sadece AKP hükümeti döneminde yapılmamıştır bu. Daha önceki dönemlerde de yapılmıştır. Gitmiştir devlet yetkilileri, görüşmüştür. Ben hiçbir zaman şunu söylemedim: ‘Sayın Recep Tayyip Erdoğan elinde çantasını aldı gitti şununla konuştu.’ Onun bilgisi dahilinde görüşmeler oluyor. Sayın Cumhurbaşkanı daha sağduyulu açıklamalar yapıyor. Terörün bitmesi için, eğer gerçekten sonuç alınacaksa, sayın Cumhurbaşkanı’na aynen katılıyorum, önlenmesi uzmanlara kalmıştır” dedi.
Yeni bir dil, yeni bir uslup bu. “Recep bey”den “Sayın Recep Tayyip Erdoğan”a geçiş, iyi bir şey. Olması gereken bir konuşma tarzı. Ve, asıl önemlisi, sözlerinin içeriği. Kılıçdaroğlu, “Abdullah Öcalan ile görüşülmez” tabusunu ve bu tabunun referandumu olumsuz yönde etkilemesini bu sözleriyle iptal etmiş ve siyasi polemik dışına çıkartmış oluyor.
CHP Genel Başkanı olduğundan beri, kendi payıma, ondan işittiğim en sağduyulu sözler bunlar.
Kılıçdaroğlu, bu sözlerine ek olarak “genel af”fı da dillendirdi ve memleketinde (o Tunceli diyor, ben Dersim diyeyim) yaptığı konuşmada bir de vaatte bulunuyor: “CHP iktidarında bütün faili meçhul cinayetler aydınlatılacaktır.”
Bunlar da güzel sözler.
Ancak, Kılıçdaroğlu’nun bir tutarlılık sorunu var. “Hayır deyin, toplumsal mutabakatla, kardeşçe, doğudan batıya, kuzeyden güneye genel affın yolu açılsın” diyor. “Hayır” demek tam tersine, Türkiye’yi  demokratikleşme güzergahında tökezletecek bir gelişme olacak. 12 Eylül askeri darbe anayasası’nın kimyasını bozacak değişiklikler söz konusu. “Evet”, Türkiye’nin demokratik atılım yapmasında, yeni, sivil ve demokratik bir anayasa hazırlamasında önemli bir ivmeye işaret edecek.
“Genel af” dediğiniz, ancak Türkiye’nin gelişen “demokratik iklimi”nde mümkün olabilecek bir gelişme. Genel af ile ilgili Türkiye’nin Kürtlerinin sandığı boykot etmeyecek tümü “Evet”ten yana. “Boykotçular” ise “Evet-Hayır” tercihiyle mecbur kalsalar, aralarından “Hayır” diyen tek kişiye raslayamazsınız. “Hayır” ile “Genel Af” arasında hiçbir mantıklı bağlantı kuramazsınız.
Tutarlılık sorunu, kendisini asıl “faili meçhulleri aydınlatmak” konusunda gösteriyor. Hem “Ergenekoncular”ın “avukatı” olarak kendinizi ilan edecek ve her vesilede Silivri’ye selam göndereceksiniz; hem de “faili meçhulleri” aydınlatacaksınız.
Nasıl olacak bu? İkisi birarada nasıl olacak?
Ergenekon sanıklarının bir bölümü “faili meçhuller” ile ilişkileri nedeniyle içerde bulunan ya da haklarında soruşturma açılmış olan JİTEM mensupları. Faili meçhuller, bugün gündeme gelmişse, bunu Ergenekon soruşturmasının açtığı yola borçlu değil miyiz?
HSYK ve Anayasa Mahkemesi aynı kalırsa, Ergenekon’un “kontratağı” başlamayacak mı? “Faili meçhulcüler”, “Hayır” ile güç kazanmayacaklar mı?
***                        ***                 ***
Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutarlılık ve inandırıcılık sorunu olmasına rve “güzel sözler”i bu sorunu henüz ortadan kaldıracak durumda olmamasına rağmen, 12 Eylül (2010) sonrasının siyaset hattı bakımından olumlu işaretler verdiğini de –ihtiyat payı ile- eklemeliyiz.
“Evet” kampanyası yürüten iktidar partisi, referandumda “Hayır” kampanyasının başını çekmekle birlikte “Genel Af” ve “faili meçhulleri” telaffuz etmeyen başlayan ve “Öcalan ile görüşme”yi hıyanet-i vataniye tertibinden çıkartmaya başlayan ana muhalefet partisi ile referandum “boykotçu”su ama sorunun doğrudan muhataplarından biri olan BDP arasında önemli “kesişme noktaları”nın öne çıktığı göze çarpıyor.
12 Eylül referandumu sonrasında bu üç partinin, terbiye dışı polemikleri bir yana bırakarak Türkiye’nin önünü açmak için aralarında temas kurmaları ve ciddi müzakereleri girişmeleri için umutlarımızı koruyabilir ve söz konusu üç partiyi bunu yapmaya teşvik edebiliriz, etmeliyiz.
Son dönemde Türkiye medyasında “sağduyunun sesi” haline gelen Nabi Yağcı, dün “Taktik savaşları” başlıklı yazısına “Öyle görünüyor ki, referanduma kadar aklıselime dayalı uzak görüşlü siyasetleri pek göremeyeceğiz. Herkes kendi taktik savaşlarını kazanma hesabı içinde önünü göremez halde. Referandumda ne pahasına olursa olsun kendilerinin kazanması için gemileri bile yakmaya hazır görünüyorlar” diye başlamıştı yazısına.
Doğru.
“Taktik savaşları”, 12 Eylül referandumu ile, ister istemez, bir “mütareke” ile duracak. Sonrasında, taktiğin yerini “Türkiye’de barış” stratejisine dönüştürme günü gelecek. İster istemez. Türkiye dinamikleri onu zorlayacak.
Ön şartı ise tek kelime:
Evet!

Yazarın Tüm Yazıları