Kalıcı ateşkesle ve “pazarlık”la yol almak...

Türkiye’nin sorunlarının başında ülkenin “yaşam kontratı” olan Anayasa geliyor. 1982 Anayasası, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü. Ülkenin üzerine geçirilmiş bir “deli gömleği”.

Bu “gömlek” üçte biri yapılan değişikliklere sökülmüş ve orasından burasından yırtılmış olsa bile bedenin üzerinde duruyor. Onunla birlikte de, “askeri ve bürokratik vesayet rejimi” de ortadan olması gerektiği biçimde kalkmıyor.
“Birey”e karşı “devlet”i korumayı esas alan bir demokratik hukuk devleti için düşünülemeyecek olan çağdışı anayasanın yerine “sivil ve demokratik” bir anayasanın alması, ülkenin geleceği ve “iç barışı” için “olmazsa olmaz” bir şart.
12 Eylül’de referanduma sunulacak olan anayasa değişiklik paketini, “yeni, sivil ve demokratik anayasa”ya gidiş yolunda çok önemli bir istasyon olarak görmek gerekiyor. Bu eşiği aşamayan Türkiye, aksi halde, “yeni, sivil ve demokratik” bir anayasaya nasıl kavuşabilir?
Yeni, sivil ve demokratik anayasa gerekliliğini öne sürüp, değişiklik paketine omuz silkmek, 5000 metre ötedeki ipi ilk 500 metreyi koşmadan göğüslemeyi tasarlamaya benziyor.
Saçma. İler tutar yeri yok.
***                    ***              ***
Peki, 12 Eylül referandumunda “Evet” halinde, yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya doğru yol alacağımıza dair bir işaret var mı?
Var.
Taraf gazetesinin dünkü manşetinde Başbakan tereddüde yer vermeyecek sözlerle bu hedefi işaret etti. Taraf gazetesinden Rasim Ozan Kütahyalı’nın Van’da anayasa değişikliklerini yetersiz bulduğuna ilişkin sözleri üzerine şöyle diyor:
“Ben de sizden farklı düşünmüyorum. Bu değişiklikler sonucu daha özgür, daha demokratik bir noktaya geleceğiz ama bunlar bizim düşlediğimiz Türkiye için yeterli değil. Bunlar daha ileri adımların önünü açacak.”
Arkasından şöyle devam ediyor:
“2011 seçimlerinden sonra kesinlikle yepyeni bir anayasa yapacağız. Bu anayasa tam sivil, tam özgürlükçü, tam demokratik bir anayasa olacak.”
Muhalefetin muhtemel direnişi karşısında uygulanacak yöntemi ise şöyle açıklıyor:
“Biz yine uzlaşma ararız, muhalefetin de özgürlükçü ve demokratik yönde yeni anayasaya katkı sağlamasını isteriz ama şimdiki statükocu tavırlarını sürdürürlerse sivil, özgürlükçü ve tam demokratik anayasayı elbette sivil topluma danışarak yapacağız. Meclis’te oyumuz yetiyorsa. 2011 seçimlerinde millet bize anayasa yapacak çoğunluğu verirse direkt geçiririz, yoksa yine şimdi olduğu gibi millete gideriz. Kararımız kesin.”
Yeni, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa, 2007 seçimlerinden sonra da Tayyip Erdoğan hükümetinin gündeminin birinci maddesiydi. Seçimlerden önce hazırlıkları başlatmış, Prof. Ergun Özbudun yönetiminde ülkenin en ehil anayasa hukukçularına bir çalışma yaptırmış, bir taslak hazırlatmıştı. Yapılan siyasi-taktik hatalar, ardından gelen “kapatma davası”, güzergahı değiştirdi.
Tayyip Erdoğan’ın o dönemin tecrübesinden ve yapılan hatalardan ders almış olmasını, 2011’de aynı hataya düşmeyeceğini umut edelim...
***                              ***                     ***
Yeni, sivil, özgürlükçü, demokratik anayasa, ülkenin kangrenleşmiş sorunu “Kürt sorunu”nun da çözümü yolunda çok önemli bir fırsat sağlayacak. Anayasa’nın giriş bölümü ve vatandaşlık tanımı konusunda yapılacak yenilemeler, Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti içinde kendilerini bulmasının imkanını oluşturacak.
Zaten Kürt siyasi hareketinin görünürdeki en temel talebi, kendilerinin kabullenebileceği yeni bir “siyasi ve toplumsal kontrat”, yeni bir anayasa değil mi?
Ancak buna giden süreçte, Kürt siyasi hareketinin kendisini nasıl konumlandıracağı da önem taşıyor. Silahlara ve kanlı çatışmalara geri dönerek, taleplerinin yer bulacağı yeni anayasa yapımının gerçekleşeceğini düşünmemeleri gerekiyor.
O nedenle, ateşkesi “kalıcı” hale getirmek zorunlu. 12 Eylül 2010 önemli bir istasyon. 2011 seçimlerine ve seçim sonrasına, yeni anayasa yapımına giden yolda çok önemli bir istasyon. Ama “varış istasyonu” değil. O istasyondan geçilerek “varış istasyonu”na gidilecek.
Bu nedenle, ateşkesin kesintiye uğrayabileceği sinyallerini vermek, ateşkesin “devlet ile Öcalan arasındaki diyalog” sayesinde mümkün olduğunu ikide bir öne çıkartarak, CHP ve MHP’ye Tayyip Erdoğan’a referandumda “Hayır” sonucu çıkması için cephane sunmanın, hangi taktik ve stratejik zekanın ürünü olduğunu, Kürt siyasi hareketinin oturup düşünmesinde yarar var.
Muhalefetin bu cephaneyi kullanmasından tırsma eğilimi gösteren Başbakan ve iktidar partisinin ise ikide bir meydanlarda “terör örgütüyle görüşülmez”, “devlet asla pazarlık yapmaz” söylemini tutturmasının da alemi yok.
Eğer terörün varlığına ve bitirilmesi gerektiğine inanıyorsanız –ki, öyle- ve ayrıca bu işin “silahlı çözümü” olmadığına kanaat getirmişseniz –öyle görünüyor-; bunun “sona ermesi için” elbette “terör örgütü” ile de görüşülür. Kim görüşürse görüşür. Bunda hiçbir yanlışlık yok.
“Devlet” ise elbette “pazarlık” yapar. “Pazarlık” bir amaç için yapılır. O amacı elde etmek, ülkenin ve halkının en yüksek çıkarına ise, bal gibi yapar. Yapmalıdır.
Türkiye’yi basmakalıp klişelerden kurtardığımız vakit, yeni, sivil, özgürlükçü, demokratik anayasanın da önü daha geniş ve emin biçimde açılmış olur.
Yazarın Tüm Yazıları