Villa raconu

- Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, “Benden öncekiler çalıp çırptılar, ben çalıp çırpmayacağım” mesajından almışsa...

Haberin Devamı

-  Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, halk gibi yaşamaktan, halk gibi olmaktan, halk gibi hissetmekten almışsa...
-  Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, İstanbul’da tapusu olmayan kaçak ve eğreti bir evde ikamet etmekten almışsa...
-  Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, alçakgönüllü bir yaşam sürüyor olmaktan almışsa...
-  Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, dünya nimetlerini elinin tersiyle itiyor görünmekten almışsa...
-  Eğer bir muktedir, iktidarının gücünü, “İktidar eliyle zenginleşme” temayülüne yüz vermeyeceği iddiasından almışsa...
* * *
O muktedire...
Havuz da, villa da, gemi de, kaynak da, mal da, mülk de, uçak da, yat da, kat da sorulur.
Hem de acayip bir iştahla sorulur. Dile dolanır, deşilir, göze çarptırılır, yüreğe işletilir...
Kısacası...
Mesele ne villadır esasında, ne de havuz.
Mesele “bu muktedirin de kendinden önceki muktedirler gibi çıkması” meselesidir.
Ve işin özü “Hani sen farklı bir muktedir olacaktın?” sorusunda gizlidir.

Haberin Devamı

Ben bir yandaş olsaydım

“İŞİNİ bilmeyen memur” muamelesi çektiğim...
“Beceriksiz” diyerek aşağıladığım...
“Müfettiş” diyerek hor gördüğüm...
“Zengin düşmanı” diyerek İstanbul’un sermaye çevrelerine ispiyonladığım...
“Sadece aldığı maaşı bilir” diyerek küçümsediğim...
Kemal Kılıçdaroğlu’na...
“Becerikli Bey Kemal” falan diye çakmaya çalışarak kendimle çelişmezdim.
“İdeolojik yönü zayıf” derdim...
“Sözlerinin arkasında durmuyor” derdim...
“Uluslararası ilişkilerden pek anlamıyor” derdim...
“Özgürlükçü değil” derdim.
Amma velakin...
Yüzüne iki dakika bakıldığında alavere çevirecek tıynette olmadığı hemen anlaşılan bir adama “Alavereci” muamelesi çekmezdim.
Ama gelin görün ki...
Ben bir yandaş değilim ve bunları uygulama şansım yok...

Tatilde neler öğrendim

-  Hakiki Trabzon ekmeği üretenlerin tüm yurda hızla yayıldığını...
-  Hamak denilen aletin bu yaza damgasını vurduğunu...
-  “Pucca” kod adlı kızın kaleme aldığı “Küçük Aptalın Büyük Dünyası” adlı kitabın bu yılın plaj kitabı olduğunu...
-  Oruç tutan tatilcilerin Bodrum balıkçılarında iftar yaptıklarını...
-  Havuzdan mikrop kapıp soluğu “kulak burun boğaz” uzmanlarının yanında alanların sayısının bu yıl arttığını...
-  Jet skiye binenlere Mercedes’e binen müteahhit muamelesi yapıldığını...
-  “Tekne” ile “teknecik” arasında devasa farklar bulunduğunu...
-  Her şeyi bırakıp sahilde bar açanların yerini her şeyi bırakıp butik otel açanlara bıraktıklarını...
-  Bizim adaların Yunan adalarından daha sahici olduğunu...

Haberin Devamı

Özeleştirimi veriyorum

-  Ben de herkes gibi Üsküdar’daki villanın Başbakan’ın mülkü olduğunu biliyordum, kiraymış.
-  “Çocuklar Duymasın” adlı dizinin yeniden tutmayacağını yazdım, tuttu.
-  Cüppeli Ahmet’in Ramazan’da ekrana gelmesinin büyük yankı uyandıracağını sanmıştım, uyandırmadı. 
-  Tarkan’ın “çakma star” olduğunu ima ettim, değilmiş.
-  “Helin Avşar iyi gazeteci olacak” dedim, olmadı.

Hey gidi ‘Aşk Gemisi’ hey

BÜLENT Arınç Bey, CHP’de her geçen gün bir yenisi patlayan illegal aşk-meşk vakalarına “Maşallah... Parti değil sanki Aşk Gemisi...” tarzında bir yorum patlatmış.
Allah kendisinden razı olsun, Bülent Bey de olmasa hepten unutacaktım çocukluğumun siyah beyaz dizisini.
Şimdiki nesiller bilmez ve anlamlandıramaz: Eskiden televizyon tek kanallıydı, siyah beyazdı, kumandaya ihtiyaç yoktu, dijital platform falan hak getireydi.
Ne yayınlarlarsa onu seyrediyordunuz. Merhum Hikmet Şimşek’in klasik müziği halka sevdirmek maksatlı programlarının bile ağız açık seyredildiği günler...
Dallas sokakları boşaltırdı ama biz oğlan çocukları asıl Vadideki Hayat’a bayılırdık.
O günlerin orta karar dizilerinden biri de “Aşk Gemisi”ydi.
Ben şahsen kendim...
Bir gemide kaptanın masasına davet edilmenin anlamını, halkla ilişkiler adı verilen mesleğin inceliklerini, barmenlerin mutlaka sempatik olmaları gerektiğini, ilişki tartışmalarının fena halde sıkıcılığını falan ilk kez o dizide fark etmiştim.
“Barmen Ayzek” vardı mesela...
Lakap takmakta mahir mahallemizin fırlamaları, “mazlum Süleyman”ı kurban seçmişler ve ona “Ayzek Süleyman” demeye başlamışlardı.
Süleyman’a hâlâ “Ayzek” diyen var mıdır acaba?
Durun, durun... İşte kaptanın adını da hatırladım: Kaptan Stubing idi, kel kafalı, mavi gözlü kaptanın adı...
Sonradan diziye “kaptanın kızı” rolüyle giren ve mahallede paylaşılamayan bir “Vicky” vardı ki...
Neyse aziz mübarek günde bu bahsi kapatalım en iyisi...

Yazarın Tüm Yazıları