Mehmet Günsur’a soru soran gazeteci rolündeydim

BİRAZ önce Ömer Faruk Sorak’ın film setinden geldim.

Hayatımda bir ilki daha denedim.

Haberin Devamı

Bir çentik daha.
Başroldeki Mehmet Günsur’a -evet çok yakışıklı, evet çok kendisi gibi, evet çok doğal- soru soran gazeteci rolündeydim.
3 soru sordum.
Babasıyla derdi olan bir fotoğrafçı o.
Karanlık tarafları da olan fotoğrafçı.
Baba ile de küs ayrılmışlar.
Tabii beni ilk aradıklarında, “Teşekkürler. Eminim şahane olacaktır, Ömer Faruk Sorak’ı da, Mehmet Günsur’u da çok beğeniyorum. Ama benim işi değil, yapamam” dedim, kibarca bu işten tüymek üzereydim ki, “Siz başka biri olmayacaksınız, kendiniz olacaksınız!” dediler.
Ve valla oldum...
Teybimi, defterimi kaptım gittim, baba meselesi üzerine 3 soru sordum.
Artık 15 saniye mi görünürüm bilmiyorum.
Ama eğlenceliydi.
Eve geldiğimde Alya, “Hani nerede kaset?” dedi.
“Anlamadım” dedim.
“E filme çekildin ya, hadi seyredelim...”
Güldüm.
“Teknoloji henüz o kadar hızlı değil! Gel biz Samuray Jack seyredelim...”

Haberin Devamı

Koşu bandı dizlerin katili

-  Tamam ben anladım: 50 yıl da yaşasak, 100 yıl da, aynı kıkırdakla idare ediyoruz. Bu kıkırdak denen şey kendini yenilemiyor...
Aynen öyle...
-  Peki nelere dikkat edeceğiz?
Aşırı kullanım, yaralanma, sakatlanma, dizin üzerine düşme, şişmanlık... Tabii genetik faktörler de söz konusu... Bir de yeri gelmişken, manasız spor yapmaktan vazgeçeceğiz!
-  Nasıl yani?
“Spor yapacağım” diyor, günde 1000 kere ip atlıyor. Var mı böyle şey? Diğeri günde 1 saat koşu bandında 10-11’de koşuyor. Tabii ki bu insanların dizleri mahvolur, tabii ki kıkırdak namına bir şey kalmaz. Hele koşu bantları bir felaket... Dizlerin katili... Bir bantın üzerinde dönen plastik düşünün, güm güm vuruyorsunuz. Allah’tan tartan ilaveleri başladı,  yumuşatma ayarları kondu. Ama bu da yeterli değil. Biliyorsunuz, spor ayakkabılar da artık değişiyor, şu anda vücudun yüzde 10, yüzde 15 ağırlığını kaldıran ayakkabılar var. İlla yapacaksanız onlarla yapın. Bu arada, haftada 3-4 kere, 20 dakika ya da yarım saat, 4.5-5 ile yürümek zarar vermez.
-  Dalga mı geçiyorsunuz, bununla yağ yakamazsınız ki!
Evet herkes aynı şeyi söylüyor. Valla ne diyeyim, ya yağlarınızı yakıp dizlerinizi mahvedeceksiniz ya da dizlerinizi koruyup, yağı başka türlü yakacaksınız. Çaresi koşu bandı yerine toprakta yürümek...
-  “Koşun” demiyorsunuz. “İnsan bedeni koşmak için de tasarlanmamış”, doğru mu bu?
Doğru. İnsan vertabrası yani omurgası, dört ayaklıya göre tertip edilmiş. İnsanoğlu iki ayağa kalkınca bu vertabra bizi taşıyamayaz hale gelmiş tabii. Ve koştuğunuz zaman da güm güm vuruyorsunuz, dikkat edin herkeste bir bel problemi var. Ben belli bir yaştan sonra bel problemi olmayan kimseyi tanımıyorum. Ya da ağrının neresinden geldiğini bilmiyordur, “Kalçam ağrıyor” zannediyordur. Benim belim de kötü. E çünkü cerrahım, 15 saat ameliyat için ayakta dikildiğim oluyor. O bölgenin adalesini kuvvetli tutmazsanız, kilo alırsanız benim gibi olursunuz.
-  Diz problemine karşı insanları nasıl uyarırsınız?
Spor yaparken kendileriyle yarışmaktan vazgeçsinler. Mesela üst bedenini 25 kilo ile çalıştırıyor, 10 tekrar yapıyor, diyor ki “25 kiloyu yapıyorum, 30’u deneyeyim bir de...” Gaza geliyor, “Onu yapıyorsam, 40’ı da yaparım...” Ondan sonra da olan oluyor tabii! Omuz haşat, diz haşat. En büyük hata, insanın kendisiyle yarışması. Bunu hiçbir faydası yok, siz bir yere de hazırlanmıyorsunuz, illa ağırlık kaldıracaksanız, az kilo ile tekrar yapın...

Haberin Devamı

Filozof tezgâhtar

BU aralar tek parça elbise manyaklığı içindeyim.
İndirim de var ya, kendimi kaybediyorum, her dükkana girip “Tek parça elbiseniz var mı?” diye soruyorum.
Üçer beşer tane seçip, denemek için kabine giriyorum.
Sevgilim beni ne zaman arasa, bir elbise kabininde  yakalıyor.
Nişantaşı, Teşvikiye hatta Topağacı’nın ara sokaklarındaki bütün minik dükkanları talan ediyorum.
Henüz bilmiyorum ama bence bir derdim var ve rahatlamaya ihtiyacım var.
Yoksa insan niye böyle bir şey yapar?
Sürekli koşturuyorum, oradan oraya gidiyorum, iş bitiyor, Alya’ya, oradan babaanneye, sevgilim de yok, e o zaman hiçbir şeyin çok manası yok...
Elbiseler de bir tür terapi midir nedir.
Hepsini alacak param da yok, bazısını peşin, bazısını kredi kartıyla, bazısını da birkaç ayda ödemek şartıyla almaya çalışırken buluyorum kendimi.
O anda o elbise dünya üzerinde almak istediğim en önemli şey, aldığım anda da o duygu geçip gidiveriyor.
Halime de aslında biraz üzülüyorum.
Geçen gün dükkândaki şahane tezgâhtar ya da satış görevlisi, o böyle ayrımlara takacak biri değil, bana baktı baktı...
“Tek parça elbise öyle mi?” dedi.
“Evet” dedim, “bu aralar kafayı onlara taktım, ben de bilmiyorum neden.”
“Ben biliyorum” dedi.
Birden durdum, dikkatlice yüzüne baktım, sanki bir hastalığım vardı ve teşhisi o koyacaktı. “Çünkü siz çok parçaya bölünüyorsunuz” dedi, “O yüzden tek parça elbise peşindesiniz!”
“Vayyyyy” dedim, “Siz filozof tezgâhtarsınız! Ve galiba doğru söylüyor-sunuz...”

Haberin Devamı

Tebrikler Elif!

DÜNKÜ ilavelerdeki en bayıldığım iş Elif Berköz Ünyay’ın işiydi.
Tebrik ediyorum.
“Gündüz Ahmet, gece Endam.”
Şizofrenik bir bölünmenin hikâyesi, gündüz erkek, gece kadın kıyafetleriyle yaşayan eşcinsel bir crossdresser’ın dramı. Bana çok ilginç geldi.
Elif’i tekrar tebrik ediyorum...

Yazarın Tüm Yazıları