Yeter ki Tayyip gitsin duygusu

DİKKAT! Dikkat!

Sizlere yeni bir trendin haberini veriyorum:

Haberin Devamı

Son günlerde...
Orta sınıflarda, eğitimlilerde, eski Özalcılarda, eski Çillercilerde, merkez sağcılarda, geleneksel kesimlerde, dindar olmayan aşırı yoksullarda, Kürtlerde, Alevilerde, yeni dönem zenginliğinden hiç pay alamamış fukara dindarlarda, sayısı az ama etkinliği çok olan işadamlarında, milliyetçi kesimde ve hatta kırsalın bir kısmında...
“Yeter ki Tayyip Erdoğan gitsin...” diye özetleyebileceğim bir duygunun, başat bir duygu haline geldiğini keşfettim.
* * *
Nasıl mı oldu bu keşif?
Anlatayım:
Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili birkaç olumsuz yazı yazdım ya...
Her gittiğim yerde bin sitem... Elektronik posta adresimde yağmur gibi kızgın e-postalar... Sitemlisinden öfkelisine bin çeşit tepki...
Her ağzını açan şunları söylüyordu:
“Ey Ahmet Hakan... Haklısın haklı olmaya ama sonuçta Kemal Kılıçdaroğlu büyük bir umuttur. Tayyip Erdoğan’ı götürecek bir umut... Senin bu umudu yıkmaya ne hakkın var?”
Kısacası...
Toplumda öyle ağır bir “Tayyip Erdoğan yorgunluğu” oluşmuş ki...
“Haklı olsan da sus... Yeter ki Tayyip Erdoğan gitsin” denilebiliyor.
* * *
Bu kıssadan en büyük hisseyi çıkarması gereken kişi Tayyip Erdoğan’dır.
Oturup şu mühim sorunun yanıtını aramalıdır:
Ben ne yaptım da daha düne kadar bana oy veren, “Tehlikeli falan değillermiş canım” diyerek bana sıcak bakan, yakınlık gösteren, destek veren kesimlerin bu denli benden bıkmalarına yol açtım?

Haberin Devamı

Yazmayı planladığım yazıların başlıkları

- BİR: Bir gösteri biçimi olarak annelik...
- İKİ: “Sululuk” ile “aşırı öfke hali” arasında bir yer...
- ÜÇ: Aşk neden alışveriş merkezlerine uğramaz...
- DÖRT: Yandaşlar ve moral bozukluğu...
- BEŞ: İslami tatilin yeni dinamikleri...
- ALTI: “Yetkim olsa terörü 5 ayda bitiririm” diyen eski askerlerin naifliğine dair.

Haklı bir uyarı

SİİRT’te meydana gelen tecavüz olayının ardından yazdığım yazı nedeniyle Basın Konseyi bana “uyarı” cezası vermiş.
Haberi alınca o yazıyı bir kez daha okudum.
Lafı hiç eğip bükmeyeceğim: Basın Konseyi’nin uyarısı haklıdır.
Sıcak gündemin içinde öfkeye kapılarak yazdığım yazıda ileri gitmiş, bir tecavüz vakası nedeniyle bütün bir Siirt halkını töhmet altında bırakmışım.
Uyarıyı kabul ediyor ve gecikerek de olsa Siirt halkından özür diliyorum.

Haberin Devamı

Özkök’e itirazım var

ERTUĞRUL Özkök, Eren Talu’nun Ayşe Arman’a verdiği röportajdan yola çıkarak dün harika bir “Aşk nereye gidiyor” yazısı yazmış.
Kesinlikle kesip saklanacak bir yazı... Yararlanarak, düşünerek, altını çizerek okudum.
Ama yazının son bölümüne gelince durdum.
Çünkü Ertuğrul Özkök, o güzelim yazısının son bölümünde “Bir kadınla bir erkeğin ilişkisi çok karmaşıktır, kozanın içinde olup biteni dışarıdan anlamak mümkün değildir” saptamasını yaparak şöyle bir çağrıda bulunuyor:
“Eren Talu ile Defne Samyeli’ni kendi kaderleri ile baş başa bırakın. Bir gün yargılanmak istemiyorsanız, siz de yargılamayın.”
* * *
Ertuğrul Özkök’e şunları söylemek isterim:
Tamam, Ertuğrul Bey... Dediğiniz gibi olsun. Onları kendi kaderleriyle baş başa bırakalım. Karışmayalım. Belki bir gün bizi de yargılarlar diye yargılamaya falan kalkmayalım.
Fakat üstat, bu ikilinin özellikle erkek tarafının, hepimizi “Yargılamazsak acayip haksızlık yapmış oluruz” duygusuyla dolup taşıran açıklamaları ne olacak?
Bir çift kelam etmemenin imkânsız olduğu o şahane “malzeme” orada öylece dururken “Hiçbir şey yokmuş gibi yapın” demek, ne kadar adildir?

Haberin Devamı

Hani maç ortasında kural değişmezdi

EĞLENCE mekânlarına getirilen gürültü denetimi konusunda yapılan tartışmalar bana, Başbakan Erdoğan’ın ünlü “Maçın ortasında kural değişmez” özdeyişini hatırlattı.
Yaz başında kural belliydi. İşletmeciler, buna göre yatırımlarını yaptılar.
Ve yaz ortasında düdük çaldı, kural değişti.
Bu durum “maç ortasında kural değiştirmek” anlamına gelmiyor mu?
Hadi daha açık yazalım: Madem böyle bir adım atılacaktı, şunu en başta atsaydınız ya.

Fatih Ürek’e dair

ESKİDEN Fatih Ürek denince bütün benliğimi bir küçümseme duygusu kaplardı. “Hiç işim olmaz” derdim...
Ve deliler gibi “Bu gece Fatih Ürek’e gidiyoruz, acayip eğleneceğiz” diyenleri hiç ama hiç anlayamazdım.
Ve Fatih Ürek, geçen akşam, acemisi olmadığım bir mekânda, “Nahide”de sahne aldı.
“Gidip bir göreyim, işin sırrı neymiş anlamaya çalışayım” dedim.
Biraz müfettiş, biraz “ağır abi” edasıyla masaya kuruldum...
Ve Fatih Ürek sahneye çıktı...
En başta somurtan ben, ortalarda hafiften iyi vakit geçirmeye, sona doğru ise kendimi kaptırmaya başladım.
Bu radikal dönüşümden çıkardığım dersler şunlar:
BİR: Önyargı hiç iyi bir şey değildir. İKİ: Çok iyi şarkı söylemek başka, iyi eğlendirmek başka şeydir. ÜÇ: Sahne hâkimiyeti sanıldığından daha önemlidir. DÖRT: Eğlendirmek ciddi bir iştir, iyi hazırlık gerektirir. BEŞ: Ancak iyi eğlenenler, karşılarındakini eğlendirebilirler.

Yazarın Tüm Yazıları