Türkiye çekimser kalmalıydı

TÜRKİYE’nin önceki gün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada İran’a yaptırım öngören kararın aleyhinde oy kullanması, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 sonunda iktidara gelmesinden bu yana dış politika alanında atılan en kritik adımlardan biridir. Belki de en kritik olanıdır.

Bazı kararlar, yüklendikleri sembolizmle izlenen dış politikanın doğrultusu hakkında kalıcı bir algının yerleşmesine yol açabiliyor. Bir dönemin dış politikası doğrudan bu tür semboller üzerinden hatırlanıyor sonraki yıllarda. İşte önceki günkü “hayır” oyu bu kategoriye giren bir karar.
TÜRKİYE EVET OYU KULLANAMAZDI ÇÜNKÜ
Hemen baştan belirtelim, hiç kimse Türkiye’nin özel durumu nedeniyle yaptırım kararına “evet” oyu kullanmasını beklememeliydi. Bu, gerçekçi bir beklenti olamazdı; bir dizi nedenle...
Türkiye, öncelikle kendi bölgesiyle ve komşularıyla ilgili konularda Batı karşısında her zaman belli bir hareket serbestisine, tutum esnekliğine sahip olmak zorunda. Türkiye’nin kendi bölgesine bakışı ve burada taşıyacağı hassasiyetler ile Batı’nın perspektiflerinin her zaman örtüşmemesi kaçınılmaz bir durum.
Türkiye’nin bölgesindeki sorunları Batı dünyasına aktarabilmesi, bu sorunların çözümünde belirleyici ve yapıcı bir rol oynayabilmesi ancak komşularıyla, çevre ülkeleriyle yakın ve sağlam ilişkilere sahip olmasıyla mümkün. Bu çerçevede Türkiye’nin mevcut nükleer anlaşmazlıkta kendisiyle iyi ilişki içinde olmadan İran’ı diplomasi seçeneğine ikna edebilmesi mümkün değil. Türkiye’nin İran’la özel bir ilişkiye sahip olmasını Batı dünyası da sineye çekmek durumunda. Hiç olmazsa Türkiye’nin İran’la kapılarını açık tutması, Batı açısından değerli bir imkan olmalı.
Türkiye’nin ulusal çıkarları her bakımdan bu ülkeyle yakın bir işbirliğini zorunlu kılıyor. İran, Rusya’dan sonra Türkiye’nin ikinci büyük doğal gaz tedarikçisi. Aynı zamanda giderek büyüyen bir pazar.
İşte bütün bu faktörler yan yana sıralanıp terazide tartıldığında, Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada “evet” oyu kullanamazdı.
AMA “HAYIR” DA DEMEMELİYDİ...
Dahası, Türkiye bu özel durumunu ABD’ye ve Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyelerine rahatlıkla izah edebilirdi.
Ama Türkiye’nin oyunun “hayır” yönünde de olmaması gerekiyordu. Şu nedenlerle:
Her şeyden önce “hayır” oyu kullanarak Batı dünyasıyla olan ilişkilerinde, Batı dünyasının kendisine dönük algısında kalıcı bir iz bırakmış bulunuyor Türkiye.
Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin İran’daki Ahmedinecad liderliği ile birlikte saf tuttuğu algısı artık uluslararası camiada köklü bir şekilde yerleşecektir. İran’daki İslamcı rejimin, muhaliflerin darağacına gönderilmesi de dahil olmak üzere vahim insan hakları ihlalleriyle malul sicili, son olarak şaibeli seçim sonuçlarıyla daha da kötüleşmiştir. Türkiye uluslararası alanda artık bu ülkenin doğal müttefiki muamelesi görecektir.
Başbakan Erdoğan’ın benzer başlıklardaki sicili yine çok problemli olan Hamas’ı kuvvetli ifadelerle sahiplenen çıkışları da hesaba katıldığında, Türkiye’nin Batı dünyasında artık ciddi bir görüntü sorununu göğüslemesi gerekiyor.
Bir diğer mülahaza, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinde samimi olduğunu söyleyen Türkiye’nin Avrupa ile senkronizasyon sorununda yatıyor. Fransa ve Almanya gibi ülkelerin son dönemdeki olumsuz tutumları karşı tez olarak ileri sürülse bile, “hayır” kararı AB içinde “Türkiye geleceğini gerçekten AB içinde mi görüyor” sorusunu tetikleyecek, ayrıca Türkiye karşıtı grupların elini güçlendirecektir.
YA İRAN ATOM BOMBASINI YAPARSA
Obama yönetimi, Irak ve Afganistan gibi nedenlerle her şeye rağmen Başbakan Erdoğan ile iyi geçinmeye devam edecektir. Ama Amerikan kamuoyu ve Kongresi’nde, Erdoğan’ın bugüne dek hiç alışık olmadığı ölçüde büyüteç altına yatırılıp sorgulanması, eleştiriye hedef olması şaşırtıcı olmamalıdır.
Sonuçta BM’de kullanılan oy, Türkiye’nin dış politikada eksenin kayıp kaymadığı ile ilgili yoğun tartışmaların sürdüğü bir dönemde bu konudaki soruları tırmandıracak, tartışmada ibreyi olumsuz yöne kaydıracaktır.  Bütün bu sakıncaları bertaraf etmek açısından çekimser kalması Türkiye açısından en isabetli tutum olurdu.
Yine de dış politikada bu tür zor kararların isabet derecesi tam olarak ancak zaman içinde anlaşılabiliyor. Bu kararın da isabet derecesi hakkındaki en doğru hükmü zaman verecektir. Bundan 5 yıl sonra İran ilk nükleer bombasını yaptığını açıklarsa, o zaman bu “hayır” oyunun isabet derecesi hakkında herkes kolaylıkla kanaat belirtebilecektir.
Yazarın Tüm Yazıları