Türkiye-İsrail gerilimi: Yanlışlar-Doğrular

Kestirmeden söyleyelim:

1.İsrail Devleti’nin askerleri “uluslararası sular”da Gazze’ye “insani yardım malzemesi” götüren bir konvoya saldırmışlardır.

2.İsrail askerleri bu saldırılarıyla “silahsız” 9 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını öldürmüşlerdir.
Birincisinin “uluslararası hukuk”a girebilecek, sığabilecek hiçbir yanı yoktur.
İkincisi ise düpedüz “cinayet”tir.
Bu iki tartışma götürmeyen “gerçek”ten hareketle:
1.İsrail Devleti’ni temsil eden İsrail hükümeti hesap vermek zorundadır.
2.Bu “cinayet”in sorumlularının cezalandırılması gerekmektedir.
Bu çıplak, çırılçıplak gerçeklerden hareket etmeyen, yola çıkmayan hiç kimse; adı ister İsrail saldırısının “meşru olduğunu” söyleyen ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden, ister Fethullah Gülen olsun, ister Türkiye’deki iktidar mücadelesine taraf olan ve iktidarın ayağı sürçsün diye pusuya yatmış siyasi aktörler ve isterse gözleri Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla kararmış, körleşmiş ve zıpırlıkta sınır tanımayan Türkiye’nin bazı köşe yazarları olsun, ne hukukî, ne siyasi ve ne de ahlâki olarak sağlam bir yerde duramazlar.
İsrail, “uluslararası sular”da üç yıldır İsrail ablukası altında açlık sınırına dayanmış olan Gazze’ye yardım taşıyan ve 32 ayrı ülkeden gönülllü taşıyan bir konvoya saldırmış ve 9 TC vatandaşını (biri 19 yaşında, aynı zamanda ABD vatandaşı olan bir lise öğrencisi) katletmiştir.
Bu gerçeği saptadıktan ve İsrail’in “hesap vermesi” ve “faili meçhul olmayan” bu “cinayet”in faillerinin “cezalandırılması” gereğini önce söyleyin; ondan sonra ne diyecekseniz deyin, dinleyelim!
***           ***        ***
Bu çerçevede, Fethullah Gülen’in Wall Street Journal’a verdiği demeç, “talihsiz” olmuştur. Bir süredir Türkiye’ye yönelik kör bir İsrail yandaşlığı yapan Wall Street Journal’a konuşmuş olduğu için değil, söylediklerinin içeriğinden ötürü.
Fethullah Gülen, Gazze’ye yardım için “önceden İsrail ile anlaşılmamış olmasını” eleştiriyor ve “otoriteyi hiçe saymanın olumlu sonuç vermeyeceğini” söylüyor.
Bütün “sorun” burada zaten. İsrail, Mavi Marmara ve yardım konvoyunun Aşdod limanına yükünü getirmesine karşı çıkmamıştı. Bu, Gazze’ye insanî yardımın “İsrail onayı”na tabi olması ve “İsrail’e teslim edilmesi” demek oluyor ki, böylelikle, İsrail’in Gazze ablukasını “meşru görmüş” oluyorsunuz.
İsrail’in 1967-2005 arası “işgal altında” tuttuğu ve daha sonra çekildiği Gazze üzerinde hiçbir “hukuki meşruiyeti” olmadığı gibi, Hamas’a zarar verme bahanesiyle koca bir halka yönelik “kollektif cezalandırma” anlamına gelen “abluka”nın da hiçbir “hukuki meşruiyeti” bulunmuyor.
Yardım konvoyu yola çıkarken, “İsrail’in Gazze ablukasını delmek ve gayrı meşru göstermek” amacıyla çıktığını zaten ilân etmişti. O yüzden 32 milletten gönüllü gemilere doldu.
İHH’yı “İslâmi kimliği”ne gönderme yaparak “siyasi eylem” yapmakla, giderek “provokasyon”la suçlamanın hiçbir anlamı yoktur. Gazze’ye yardımı “abluka”yı yarmak amacıyla yapmak elbette bir “siyasi eylem”dir. “Siyasi eylem” yapmanın nesi yanlış, nesi gayrı meşrudur. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka “siyasi eylem” değil midir? Üstelik “gayrı insani” bir siyasi eylemdir. İHH’nınki ise “insani amaçlı” bir “siyasi eylem”dir.
Buna karşı çıkmak için gerekçe üretmeye kalkıştığınız takdirde, ister istemez, İsrail’in “haksız” ve “saldırgan” politikasını zımnen onaylamış duruma düşersiniz. Daha da kötüsü İsrail’in “haydut devlet” kimliğiyle “uluslararası sular”da, hangi siyasi eğilimden olurlarsa olsunlar, vatandaşlarımızın ölümüne yol açan “korsanlığı”nı ve “cinayet işlemesi”ni “meşru görmüş ve göstermiş” olursunuz.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Konya’da İsrail’i hedef alan sert konuşmasında Türkiye’deki kimi köşe yazarlarına dönük kükremesi, tam bu açıdan ve bu nedenle doğrudur. Bu bir kısım köşe sahiplerinin bazıları, zahmet edip İsrail basınını okusalar, belki yüzleri kızarır. İsrail basınının hatırı sayılır kalemleri, kendi hükümetlerinin bu saldırgan politikasını yerden yere vuruyorlar.
31 Mayıs İsrail saldırısı nedeniyle, İsrail’in üç yıldır sürdürdüğü “Gazze ablukası” sarsılmıştır. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bile “Gazze ablukasının sürdürülemez olduğunu” söylemek zorunda kalmıştır.
İngiliz gazetesi The Guardian’da Seumas Milne imzası altında yer alan köşe yazısının şu satırları, Türkiye’deki bazıları için ibretlik olmalı:
“Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın korsanlık ithamını abartılı bulmak için, İsrail’in uluslararası hukuku kabaca ihlâl ettiği bir dizi  örneğe bakılırsa, pek neden bulunamaz. Saldırıların uluslararası sularda gerçekleşmiş olması bir yana, Gazze ablukası yasadışı bir işgale destek olmakta ve bir nüfusu temel ihtiyaçlarından kollektif niteliğindeki haydutça politika ile gayrı meşru biçimde mahrum bırakmaktadır.”
***                         ***                  ***
Tayyip Erdoğan’ın dünkü Konya konuşması saldırının ardından Türkiye’ye döner dönmez yaptığı konuşma kadar sertti. Yeni bir unsur var mıydı?
Vardı. Hamas’ı “terör örgütü olmadığını” söyledi ve “direniş örgütü” diye niteledi. Bu görüşlerini Amerikan yetkililerine de bildirdiğini açıkladı. Bu kadar açık sözlerle ilk kez Hamas’a ilişkin düşüncelerini bildirdi.
Doğru söyledi. Hamas’ın ideolojisini paylaşmayabilirsiniz; mücadele yöntemleri konusunda hemfikir olmayabilirsiniz. Hatta Hamas’a karşı da olabilirsiniz. Ama bütün bunlar Hamas’ın bir “direniş örgütü” olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü İsrail, 1967’den beri Filistin topraklarının bir bölümü üzerinde bir “işgalci güç”tür, o topraklar üzerindeki insanların da “direniş hakkı” kendiliğinden söz konusudur. Hamas, bu “direniş” örgütleri arasında “İslâmi” karakterde olanıdır.
Gerçekten de 31 Mayıs İsrail saldırısından bu yana, dünya dengelerinin en önemli mihenk taşı sayılan Ortadoğu’da yeni bir süreç başlamıştır, bir “Milat” söz konusudur.
İsrailli tanınmış köşe yazarı Zvi Barel, dün Haaretz gazetesindeki köşe yazısında şu doğru gözleme yer vermişti:
“İsrail yeni bir Türkiye ile yüz yüze gelmişe benziyor. Bu Türkiye, Washington nezdindeki çıkarlarını sağlama almak için İsrail’e yakın durmaya çalışan bir Türkiye değil; politikasını Washington’a doğrudan dikte eden bir Türkiye.”
Bu “yeni Türkiye” olgusunu Türklerin kendisi ne kadar fark edebilirlerse, önümüzdeki zorlu dönemi kazasız belâsız atlatabilmemiz o ölçüde mümkün olacaktır…
Yazarın Tüm Yazıları