“Haydut devlet” İsrail’e ceza kesilmelidir...

İsrail’in karadan 70 mil uzaklıkta, “uluslararası sular”da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kanını döken saldırısına, “resmi ağızlar”dan ilk tepki “korsanlık” olarak geldi.

Haberin Devamı

İsrail’in yaptığı “korsanlık” mı?
Şüphe yok.
Nasıl bir devlet İsrail devleti?
“Haydut devlet”.
Amerikan siyasetinin bazı Arap ve İslam ülkeleri için bir vakitler uygun gördüğü “rogue state” yani “haydut devlet” tanımlaması bugün İsrail için tümüyle geçerli.
Gazze ablukasını aşmak ve Gazze’yi insani yardım götüren konvoya sabaha karşı 04:30’da “silahlı baskın”ı –hem de “uluslararası sular”da- gerçekleştiren bir devlet için “haydut devlet”ten başka hangi sıfat uygun düşer?
İsrailliler, “saldırı” konusunda hangi gerekçeye başvururlarsa başvursunlar, “yatacak yerleri yok”; 33 değişik ülkeden 600 kişilik bir yardım konvoyuna başka hiçbir yöntem yokmuş gibi, sabaha karşı “silahlı baskın” yapıp, konvoydakilerin onda birini öldürmenin ve yaralamanın sığınacağı hangi kabul edilebilir gerekçe olabilir?
O 600 kişinin ve kanı dökülenlerin 350-400 dolayında olanı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. Geri kalanlar arasında Kuzey İrlandalı 1976 Nobel Barış Ödülü sahibi Mairead Corrigan-Maguire ve 85 yaşında, Holocaust’ı yaşamış Hedy Epstein da vardı.
İsrail askerleri, “uluslararası sular”da bu gibi insanlardan oluşan bir insani yardım konvoyuna saldırdılar ve kan döktüler.
İsrail’in “vicdan sahibi”, Haaretz köşe yazarı Gideon Levy, saldırıdan önce “saldırgan askeri birliğin” yapısını “içerden bilgi” aktarımı ile şöyle yazmıştı:
“... Operasyon hazırlıkları da özellikle eğlenceli bir maskaralığa benziyor: Yedi bakan arasında hararetli bir tartışma yaşandı; hapishane hücrelerine sızmakta uzmanlaşmış komando birliği Masada’nın yanı sıra polisin özel anti-terör birliğinden ve ordudan destek almış donanma komandoları konuşlandırıldı; Aşdod limanında özel bir gözaltı merkezi kuruldu ve geminin ele geçirilip güvertediklerin gözaltına alınmasının yayımlanmasını engelleyeceği düşünülen bir elektronik kalkan oluşturuldu.”
Yani, İsrail, “saldırı”ya her yönüyle hazırlanmış.
Şimdi gelinen nokta, bunun “hesabını vermesi”nde. “Haydut devlet” haydutluğunun hesabını vermezse, verdirilmezse, ne uluslararası hukuktan, ne Ortadoğu’da ya da dünyanın herhangi bir köşesinde sorunların “barışçıl çözümü”nden söz edilemez.
***               ***              ***
İsrail’in Türkiye’ye yönelik olarak algılanması gereken “kanlı saldırısı” üzerine ilk Amerikan açıklamasının ne olacağı haliyle merak konusuydu. Beyaz Saray sözcüsü “Ölenler ve yaralananlar için derin üzüntü duyuyoruz” basmakalıp cümlesiyle yaptığı açıklamanın üstünde durulması gereken bölümü şöyle:
“ABD... bu trajediye neden olan koşulları anlamak için çalışmalar yürütmektedir.”
 İsrail kanlı saldırısına “trajedi” nitelemesini yaptığınız anda, buna “neden olan koşulları anlamak için” ne kadar çalışsanız, bir sonuca ulaşamazsınız. İsrail’in giderek bir “haydut devlet”e dönüşmesine yol açan pervasızlığı, adeta koşulsuz “Amerikan güvenlik şemsiyesi”nin bunca yıldır sürmesinin yol açtığı “şımarıklığın” doğal sonucudur.
Amerika, “küresel ve bölgesel çıkarları”na “en optimal” biçimde uygun düşecek biçimde, iki “bölgesel müttefiki” Türkiye ile İsrail arasında “tercih yapmak” ile karşı karşıya bulunmalıdır.
Amerika’yı böyle bir “tercih”e itmek, Türkiye’nin İsrail’e yönelik tepkisinin ölçüsünü, biçimini ve yöntemini de belirlemelidir.
Türkiye’nin silahsız insanları, 35 aydır gayrı ahlaki bir abluka altında tutulan ve Uluslararası Af Örgütü’nün son raporuna göre her 5 kişiden 4’ünün “insani yardıma ihtiyacı olduğunun” belirlendiği Gazze’ye “insani yardım” götürürken, İsrail’in “silahlı baskını”a uğramışlardır.
Bir ülke, bir diğer ülkenin vatandaşlarını bu şekilde katlediyorsa, uluslararası ilişkilerde bu, genel olarak, “savaş ilanı” bile sayılabilir.
Elbette, Türkiye, İsrail’e karşı savaş ilan edecek değil. Ancak, bir savaş halinin altında ne tür önlemler, nasıl bir karşılık söz konusu olursa; İsrail’e o ağırlıkta bir tepki verilmelidir.
“Haydut devlet”in cezası ağır olmak durumundadır.
***                ***                ***
Doğu Akdeniz’deki “saldırı”nın iki yönü var:
1. Türkiye-İsrail ilişkilerini ilgilendiren “ikili yönü”;
2. Uluslararası boyutu yani “çoklu” yönü.
Türkiye ile İsrail ilişkileri, mevcut İsrail hükümeti işbaşında kaldığı sürece ve Türkiye’den “özür dilenmedikçe” ve can kayıplarının “hesabı verilmedikçe” tamir edilemez şekilde bozulmuştur ve düzelemez.
72 milyonluk büyük bir bölge ülkesi ve uluslararası ilişkilerde “yükselen güç” olarak Türkiye, kendisini hedef almış olan böyle bir saldırganlığını geçiştiremez; geçiştirirse, günümüz dünyasında sahip olduğu yer koruyamaz, almaz istediği yeri alamaz.
Uluslararası boyutu ise, İsrail’in uluslararası hukuku açık niteliğindeki “Doğu Akdeniz korsanlığı” ve Ortadoğu’da bir “haydut devlet”e dönüşmesiyle ilgilidir.
İsrail, Gazze işgalini kaldıralı yıllar oldu. Gazze üzerinde abluka uygulamasının geçerli hiçbir hukuki gerekçesi olamaz. Bu saldırganlığın asgari fiyatı, “uluslararası camia”nın İsrail’in “Gazze ablukası”nı kaldırması olmalıdır. “Şer”den bir “hayır” doğmalıdır.
Türkiye, ortaya çıkan “uluslararası kriz”i, İsrail’e büyük bir öfke ve tepki patlaması yaşayan “uluslararası camia” ile birlikte ustaca yönetebildiği takdirde, Gazze ablukasının kaldırılmasında rol oynayabilir.
Ortadoğu, bu dünyanın, İsrail adındaki bir “haydut devlet”in  Türkiye’ye dahi uzanabilen “saldırı özgürlüğü”ne izin verilemeyecek kadar hassas ve önemli bir bölgesi.

Yazarın Tüm Yazıları