Çok yönlü dış politika Davutoğlu ile mi başladı?

DIŞİŞLERİ Bakanı koltuğuna oturur oturmaz kısa sürede Türk dış politikasına tuğrasını vurma yeteneğini sergileyebilen dışişleri bakanlarının sayısı çok fazla değildir.

Haberin Devamı

Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu bunlardan biridir.
Bakanlıkta tam bir yılı geride bırakan Davutoğlu’nun kısa zamanda sağladığı etki ve yarattığı tartışmanın gerisinde Türk dış politikası ve Türkiye’nin dünyadaki rolü üzerine çok uzun yıllar kafa yormuş bir akademisyen olmasının önemli bir rolü var.
AKTİF, MÜDAHİL BİR BAKAN PROFİLİ
Bu teorik bilgi ve entelektüel formasyonun daha sonra Başbakan Başdanışmanlığı döneminde altı yıl süreyle sahada pratikte edinilen tecrübeyle birleşmesi, kuşkusuz Prof. Davutoğlu’na önemli avantajlar ve üstünlükler sağlıyor.
Bu bir yıl ana hatlarıyla değerlendirildiğinde, Davutoğlu’nun sorunlara müdahil olmayı seven, izleyici olmaktan çok çözüm yönünde aktif bir şekilde devreye giren proaktif bir diplomasi izlediği görülüyor. Basında yayımlanan yurtdışı gezi istatistikleri de yerinde pek duramayan enerjik bir dışişleri bakanımız olduğunu gösteriyor.
Kendisinin bu çerçevede Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki aktörlerle yakın ve sıcak ilişkiler kurarak sorunların çözümünü olgunlaştıracak pek çok girişim üstlendiğini görüyoruz. Son olarak Boşnaklarla Sırplar arasında ortaya çıkan uzlaşma çerçevesi önemli ölçüde Davutoğlu’nun girişimlerinin bir sonucudur. Keza Irak’ta da muhtelif aktörler arasındaki pazarlıklar ve ikna süreçlerinde de perde arkasından bir hayli etkili olduğu anlaşılıyor Dışişleri Bakanı’nın.
HER ŞEY ONUNLA MI BAŞLADI?
Davutoğlu’na getirilebilecek önemli bir eleştiri, dış politikada son dönemde atıf yapılan pek çok kavramın kendisiyle ortaya çıktığını hissettiren söylemidir.
Son dönemde sıkça vurgulanmaya başlanan çok yönlülük kavramı bunlardan biridir. Bu kavram aslında Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde yaşadığı bazı hayal kırıklıklarından sonra 1960’lı yılların ortalarında bu yana sürdürdüğü kurumsallaşmış bir dış politika perspektifidir. Türkiye, Batı kampında yer alsa bile bütün coğrafyalarda çıkarlarını genişletme, çeşitlendirme arayışı içinde olmalıdır. Türkiye, sonuçta en sıkı müttefiki olduğu dönemlerde bile Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurarak kendi “north (kuzey-politiğini” geliştirebilmiştir.
Keza, Türkiye’nin Batı ile Doğu köprü rolü oynaması tezi de kavram olarak oldukça eskilere gider. Bülent Ecevit’in 1970’li yılların sonundaki başbakanlığı sırasında hazırladığı önemli dış politika metinlerinde bu kavramın çok geniş bir yer tuttuğu görülebilir.
Keza Turgut Özal, Türkiye’nin köprü konumunu güçlendirmeyi dış politikasının en önemli hedeflerinden biri yapmıştır. 1960’lı yılların ortalarında Özal’ın ABD ile İran arasındaki muhtelif arabuluculuk girişimlerine ilişkin haberler hala gazete arşivlerinde duruyor.
Türkiye Balkan politikasıyla da yeni ilgilenmeye başlamadı. Özellikle 1990’ların hemen başında dünyadaki büyük değişim döneminde Türkiye’nin hem Balkanlar, hem de Orta Asya’da oynadığı aktif, yapıcı rol yabana atılmamalıdır. O dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in bu bölgelerdeki yapıcı çabalarının değeri teslim edilmelidir. Ayrıca, “komşularla sıfır sorun” hedefini, İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olarak sıkça telaffuz ettiğini hatırlayabiliriz.
DAVUTOĞLU’NUN HANDİKAPLARI
Bütün bunları Davutoğlu’nun yaptıklarını önemsemediğimiz için değil, kendisinin bir birikimin üzerine gelip oturduğunu söylemek amacıyla yazıyoruz.
Bu çerçevede dikkat çekilmesi gereken kritik bir iki nokta daha var. Türk ekonomisi bugün büyük bir hacim ve etki gücü kazanmış durumda. Bu da Türkiye’ye dış politikada önemli bir hareket serbestisi tanıyor. Bu bağlamda Davutoğlu’nun bakanlık yaptığı bugünkü uluslararası yapı ile seleflerinin görevde olduğu dönemdeki dünya arasında çok büyük farklar olduğunu da hesaba katmamız gerekiyor. Bugün uluslararası alanda bölgeselliğin hakim olmaya başladığı yeni bir düzene geçiş döneminde yol alıyoruz. Kuşkusuz bu dönemde bölgesel güç olarak konumunu daha da güçlendirmesi, çevresinde yönlendirici ve düzen kurucu olması, bu şekilde çıkarlarını maksimize etmesi Türkiye’nin yaşamsal bir önceliği olmalıdır.
Dışişleri Bakanı’nın bu vizyon doğrultusunda izlediği aktif diplomasi Türkiye’nin Batı’ya dönük yörüngesini sarsmadığı sürece yerindedir.
Davutoğlu’nun temel handikapı, Türkiye’nin çevresinde bu role soyunurken, kendisinin içte mutabakatını kaybeden, kutuplaşmanın derinleştiği bir ülke haline gelmekte olmasıdır. Yakın coğrafyasında demokrasi değerlerini savunan bir Türkiye ile içeride çoğunlukçuluğun tetiklediği otoriterleşme eğilimleri kuşkusuz büyük bir tezat oluşturuyor. İç barışı olmayan bir ülke Davutoğlu’nun savunduğu vizyonu hayata geçiremez.
İkinci bir sorun, Başbakan Erdoğan’ın dış politikadaki köşeli ve popülist içerikli doğaçlama çıkışlarının da bu çok yönlülüğün gerektireceği ayarları sıkça bozma potansiyelini taşımasıdır.

Haberin Devamı

DÜZELTME: Dünkü yazımızda vahim bir hata yaptığımı bu sabah fark ettim. Yazımda İstiklal Savaşı’nda İnönü’nün iki meydan muharebesine adını verdiği yolundaki ifadem büyük bir yanlışı içeriyor. Kendisine İnönü soyadını İstiklal Savaşı’nda kazandığı iki meydan muharebesinin geçtiği mekânın adından hareketle Atatürk vermiştir. Yazıyı kaleme alırken Soyadı Kanunu’nun 1934 yılında çıktığını da hatırlamam gerekirdi. Düzeltir, bütün okurlarımdan ve İnönü Ailesi’nden özür dilerim. S.E.

Yazarın Tüm Yazıları