24 Nisan “Ortak Acı” günü olsa...

Beklenen gün geldi; 24 Nisan. Şimdi kulaklar ABD Başkanı Barack Obama’ya çevrilecek, “soykırım diyecek mi, demeyecek mi”?

Haberin Devamı

Demediği, o sözcüğü kullanmadığı takdirde, açıklamasının içeriği ne olursa olsun, “vartayı” atlatmış sayacağız kendimizi. Seneye Allah kerim.
Yıllardır Türk-Amerikan ilişkileri ve Türkiye’nin “Ermeni dosyası”na resmi bakışı, 24 Nisan’ı savuşturmaya odaklandı.
Daha ne kadar?
En azından 2015 yılına kadar. Bir 5 yılımız daha var. 2015 yılına kadar, çünkü 2015, 1915’in 100. Yıldönümü; Ermenilerin –esas olarak Diaspora kastediliyor- tüm enerjilerini 2015’e doğru yoğunlaştıracakları sanılıyor. Bu yüzden, “resmi Türkiye” de 1915’in 100. Yıldönümü’ne yönelik hazırlıklara başladı. Son zamanlarda sık sık telaffuz edilen “kamu diplomasisi”nin bir numaralı amacı “sözde soykırım iddiaları”na karşı dünya çapında propaganda.
Fakat görünen o ki, bu “propaganda savaşı” şimdiden kaybedilmiş durumda. Veya, “kazanılamayacağı” gibi bir ön kabul oluşmuş halde. Bu gerçekliği iki şekilde anlayabiliyoruz:
1. 1915’e ilişkin olarak on yıllardır süren, özellikle 1970’li, 1980’li hatta 1990’lı yıllarda sahip olunan “ortak Türk ulusal refleksi” artık kalmadı. Özellikle yeni kuşak Türk tarihçileri, resmen karartılan yakın tarihi yeniden tartışmaya açıyorlar. “Ermeni dosyası”nı Türkiye’nin Ermeni vatandaşları değil, artan ölçülerde Türk vatandaşları sırtlıyorlar.
2. 1915’e ilişkin “resmi tez”, siyasi argümanları açısından etkisiz. Konuyu bir “aritmetik tartışması”na çevirdiği ölçüde ise, konunun en önemli yönünü, yani “moral” yönünü hesaba katmadığı için zayıf.

Haberin Devamı

***               ***            ***
ASALA adlı, daha sonra Sovyet istihbaratının kontrolünde çalıştığı öğrenilen Ermeni terör örgütü, Türk diplomatlarını öldürmeye başladığında, tüm dünya gibi biz de “1915” ile yüzyüze gelmeye başladık. Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları öğrenimimizin hiçbir aşamasında 1915’i, herhangi bir versiyonu ile öğrenmemiştik.
1915’ten kaçamayacağız anlaşılınca, “Devlet”, tüm ulusumuz adına “görüşümüz”ü oluşturmaya başladı. Ermeniler, 1915’te 1,5 milyonluk nüfuslarının öldürüldüğünü ve bunun bir “soykırım” olduğunu öne sürerek yalan söylüyorlardı. Bir kere o tarihte, sayıları 1,5 milyon değildi; ikincisi söz konusu olan savaş şartlarında askeri nedenlerle yapılan bir yer değiştirme yani “tehcir” idi. O günün şartlarında yolda salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerle can kayıpları olmuş olabilirdi.
Dışişleri’nin parlak isimlerinden biri Kamuran Gürün, titiz bir çalışma ile “Tehcir”de ölen Ermeni sayısını 300 bin olarak verdi. Nerede 1,5 milyon; nerede 300 bin.
Bizim tartışılmaz doğru ve haklı “ulusal görüşümüz” zamanla değişikliklere uğramaya başladı. Ermeni ölü sayısı giderek azaldı. Düşmanla işbirliği yapan Ermeni çetelerinin öldürdüğü Türk ve Müslümanların sayısı ile aynı yıl ölen Ermenilerden kat be kat fazlaydı. Zaten bu kanlı karşılıklı çatışmayı “mukatele”yi, “devlete karşı hem de savaş şartlarında ülke büyük badireler içinde iken ayaklanmış olan” Ermeniler başlatmıştı.
Türk Tarih Kurumu’nun bir önceki başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun Habertürk’te yer alan şu açıklaması, usluba, dile, bakış açısına, tartışma içeriğine ilişkin önemli ipuçları taşıyor:
“Açlık ya da yolda ölenlerin sayısıyla birlikte toplam 50 bini geçmiyor. Kasıtlı öldürülmüş olanlar zaten 10 bine varmıyor. Onları da kim öldürmüşse mahkemeye çıkarılmış ve sonucunda 67 kişi idam edilmiştir. Ermeniler Anadolu’dan Suriye’ye gönderilirken Ermeni çeteleri hala öldürmekle meşguldü. Şubat 1914’te Ermeni çetelerin katlettiği Müslüman sayısı 122 bindir. 1922 Kasım’ında BM tespitine göre Anadolu ve İstanbul’da yaşayan Ermenilerin sayısı 281 bin 123...”
Ne ilginç ki, aynı gün aynı gazetede Ermeni “Tehciri” kararını veren Talat Paşa’nın defterlerini yayınlamış olan Murat Bardakçı, “Tehcir’in nasıl sonuçlandığını da söyleyeyim” diyor ve şu rakamları veriyordu:
“Talat Paşa’nın belgelerine göre 924 bin 158 Ermeni zorunlu göçe tabi tutuldu. Anadolu’da Tehcir öncesinde 1 milyon 250 bin civarında olan Ermeni nüfusu, dokuz ay sonra 284 bin 157’ye indi.”
Anlayacağınız, “aritmetik” yolu ile, “toplama-çıkarma” ile tüm dünyayı ikna etmek  ve bu konuda “moral üstünlük” sağlamak imkansız.
1980’lerin başında 300 binden, “topu topu 50 bin, onun da 10 bin’i kasıtlı öldürüldü” söylemi ile ve bunu Türkiye’nin “Bu işi tarihçilere bırakalım” dediği türden pek güvendiği “tarihçi”lerin söylemesiyle, Türkiye, “Ermeni dosyası”nın altından kalkamaz.
***              ***            ***
Bugün, bu 24 Nisan günü Obama’nın yıllık Başkanlık açıklamasında “soykırım” sözcüğünü kullanıp kullanmaması benim –ve bir çok kişinin- umurunda değil. Umurunda değil, çünkü kullanmamasının, tümüyle ABD’nin Türkiye’nin “jeopolitik konumu”na duyduğu “pragmatik ihtiyaçlar” ile olduğunu biliyoruz.
Obama’nın ve birçoklarının kanaatinin, 1915’te olanın “soykırım” olduğunu da biliyoruz. Zaten 1948 BM Soykırım Konvansiyonu’nu kaleme alan hukukçu Raphael Lemkin’in, “Soykırım Konvansiyonu” için 1915’ten ilham aldığını ve dolayısıyla 1915’te olan-biteni o tanım içine yerleştirecek şekilde Konvansiyon’u yazdığını da biliyoruz.
Bizim gibiler için konu, “soykırım mıydı, değil miydi” veya “Obama diyecek mi, demeyecek mi” gibisinden bir “iddia sorunu” değil. Geleceğe güvenli yürüyebilmek için “moral zemin”e oturmak ve o anlamda “tarihimizi olduğu gibi kabullenmek” sorunu.
Bundan 70 yıl önce Rusya’nın Katyn ormanında Stalin, onbinlerce Polonyalı savaş esirini kurşuna dizdirmişti. Katyn, Ruslar ve Polonyalılar arasında en büyük “ruhi çatlak” olarak kaldı. Katyn’i bilmeyen Polonyalı yoktu; Ruslar arasında ise bilen pek yok.
Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski, önceki haftaki trajik uçak kazasında Katyn’e, anmaya gidiyordu. Kaza üzerine binlerce Rus, Moskova’da çiçeklerle Polonya büyükelçiliğine aktı. Bir Rus yazardan şu satırları okudum: “Katyn’ın şimdi tarihe vakarla gidebilmesinin, gerçekten tarih olabilmesinin bir şansı doğdu... Gelecekte, umarım ki, Katyn, Rusların yeni kuşakları için de bir kutsal mekan olur. Belki de yeni bir anlam kazanır. Ortak acımızın anlamı...”
Umarım, 24 Nisan’ı da, Türklerin ve Ermenilerin, Müslümanların ve Hristiyanların tarihimizdeki “ortak acısı”nın simgesi haline getirir, öyle davranırız.
Önemli olan bu. Obama’nın ne diyeceğinden çok daha önemli...

Yazarın Tüm Yazıları