Başbakan dönmeli de; nereye dönmeli?

Başbakan Tayyip Erdoğan, “Açılım Bağlamı”nda üçüncü önemli toplantısını yine bir Cumartesi kahvaltısı ile İstanbul’da edebiyat dünyasının tanınmış isimleriyle yaptı. Daha önce de sinema ve tiyatro dünyasını, ondan önce ise ses sanatçılarını biraraya getirmişti.

Haberin Devamı

Ülkenin en önemli “barış ve beraberlik projesi” için toplumsal popülaritesi tartışılmaz figürleri seferber etmek ve onlardan “ellerini taşın altına sokmalarını” istemek doğru bir tavırdır. Dünyanın her yerinde, özellikle demokratik ülkelerde sanat ve kültür camiasının şahsiyetlerinin büyük siyasi projelere angaje edilmesi önemlidir.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği bu toplantılarda ve bu toplantılarda yaptığı konuşmaların içeriğinde bir sorun yok.
“Açılım”ın lokomotifinin, Başbakan’ın “kamu diplomasi”  yönü çarpıcı “Dolmabahçe toplantıları” haline gelmesinde sorun var.
Tabii asıl sorun, “Açılım”ın, Başbakan her ne kadar kabul etmese de, “tıkanması” ve doğru, sonuç verici bir güzergahta ilerlememesi hali. Ünlü isimlerle yapılan toplantılar ve bu toplantılarda yapılan güzel konuşmalar, “Açılım”ı ne yazık ki ikame edemiyor, “Açılım”ın işlevi yerine gelmiş olmuyor.
Bu konuda tek bir olumlu yan var ise, o da “Açılım”dan vazgeçildiğinin resmen ilan edilmemiş olması ya da tersine “Açılım”ın devam ettiğinin herşeye rağmen vurgulanmasıdır.
Aksi halde, bu tür toplantılar ile “Açılım”ın devam etmesi mümkün değildir; zaten ortada “Açılım”ın gerçekten ve somut bir belirtisi görünmüyor.
***             ***         ***
Laf aramızda, “Açılım” başladığı ilk günlerde ağır bir darbe almıştı. Habur’dan çok önce. Bizzat adının konulamaması veya konulmuş adından vazgeçilmesi ile.
Hatırlarsak, “Kürt Açılımı” dendi, bizzat Başbakan tarafından. Kamuoyu da bu adı benimsedi. Hala öyle kullanıyor. Ancak bundan bizzat Başbakan’ın kendisi vazgeçti. Bir hafta içinde “Demokratik Açılım” oldu, bir-iki hafta içinde de “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi.”
Bunun tercümesi basit: Hükümet, “Kürt” sözcüğünden ürküyor. “Milliyetçi muhalefet”e daha işin en başında teslim olma eğilimine giriyor.
“Roman Açılımı”, “Alevi Açılımı”, aklınıza “Açılım” sözcüğünün başına getirmek için hangi sıfatı koyarsanız, sorun olmuyor. Sorun, “Kürt” sözcüğünün sıfat olarak kullanılmasıyla başlıyor.
“Kürt sorunu” biraz da –hatta işin özü itibarıyla- budur zaten!
Kürt sorununun çözümü, hele onun “şiddet boyutu”nun ortadan kaldırılmasının sanıldığından çok daha çetrefil bir iş olduğu, “Açılım süreci”ne girildiği ölçüde daha iyi anlaşılır oldu.
Söz konusu süreç, Ekim 2009’da Habur girişleri ile, ardından PKK’nın bir kanadının rol aldığı Reşadiye saldırısı, onun ardından DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından ve onun da ardından seçilmiş belediye başkanlarının da tutuklandığı, Temerküz Kamplarına gönderilen mahkumlar gibi kelepçelerle birbirlerine zincirlenmiş görüntülerinin yansıtıldığı KCK operasyonlarıyla rayından çıktı.
Güneydoğu’nda rayından çıkartılan süreci, Dolmabahçe söylevleri ile rayına oturtmak imkansız. Dolmabahçe’deki “son kahvaltı”ya davet edilen 91 yaşındaki ünlü edebiyat adamı Vedat Türkali’nin Başbakan’a gönderdiği mektuba önceki gün Oral Çalışlar yer verdi. O mektubun şu bölümünü bir kez daha hatırlayalım:
“... Sayın Başbakan, Sizden ülkemiz için yaşamsal önemde olduğuna inandığım bu konuda, en acil işi olarak ülkede akan kanın, ‘hemen, şu anda!’ durdurulmasını beklediğimi söylememe izin veriniz!.. Medyada bu günlerde, mağaraların içindekileri de yakan tankların ordu için satın alındığı duyuruluyor. Yakılacak o gençler bizim çocuklarımız. Böyle bir insanlık dışı atılımın sizi tarihe karşı ne duruma düşüreceğini lütfen düşünmenizi isterim. Tarihimizdeki ‘Dersim Faciası’na, benzerinin eklenmesine seyirci kalmanın bir devlet yöneticisine nasıl ağır sorumluluk yükleyeceğini söylememize gerek var mı?.. Bin yıldır birlikte yaşadığımız kardeş bir halkın çocukları olarak dağa çıkmak zorunda bırakılmış gençlere ‘terörist’ damgası vurmakla neyi çözebildik? Tarihi yanlış okuyarak üstlerine kanla gittik; üstümüze kanla geldiler. İşin özü, özeti bu.”
Evet, işin özü, özeti bu.
Türkali’nin en can alıcı cümleleri de şunlar:
“Barışçıl yolun tutulması gerekliğine, olayların açık baskısıyla siz de inanmış olmalısınız ki, sessiz politika yoluyla denemeye kalktınız. Bu yol herkese umutlar verdi... Kimi densizlikler abartılarak hemen üstünüze vardılar. Yazık ki ürktünüz; devlet güvencesiyle ülkeye gelenlere, ağır suçlamalarla yargılama yolu açıldı... Oyuna getirildiniz sayın Başbakan. Bu yalnız sizin değil, tüm Türkiye’nin kaybıdır. Ezilen bir halkın gerçek temsilcilerini dışlayarak, tutuklayarak, saldırarak, dağa çıkmak zorunda bırakılmış gençlerini yakarak bu temel yaşamsal sorunumuzu kimse çözemez; ülkeye demokrasi getiremez... Bu yolla nereye varılabilir?”
Bir yere varılamaz. Son 25 yılda nasıl bir fatura ödenerek, nereye varılmışsa oraya varılabilir.
***             ***           ***
Yani?
Yani, Başbakan’ın ezber bozucu, yeni bir dil, “barış dili” ve yepyeni bir yaklaşımla “Açılım”a yol vermesi gerekiyor. Çevresine de kulağını tıkayarak; zira yakın çevresinin sağda solda bu konuda yazdıklarına bakılırsa, bu konuda hiçbir şey anlamadıkları anlaşılıyor.
Deniz Baykal’a “provokatif” saldırının Van’da yapılması; Kürt siyasi hareketinin en barışçıl, en makul, en bilge şahsiyeti olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılan Ahmet Türk’ün Samsun’da burnunun kırılması ve son olarak Bakanlar Kurulu’nun ismi en temiz, işini en iyi yapan üyelerinin başında gelen Enerji Bakanı, üstelik Kayseri Milletvekili Taner Yıldız’ın Kayseri’de bir saldırı sonucunda yine burnunun kırılması, “tek elden komuta edilen” bir “organize provokasyonlar” zincirine işaret ediyor.
Bütün bunlara ek olarak Tokat’ın Reşadiye’sine yakın Samsun’un Ladik ilçesinde polislerin şehit edilmesi, “Kürt sorunu”nun kırılgan zemini üzerinden “kirli tertipler”in tezgahlanmakta olduğunu haber veriyor.
Başbakan’ın 2010’u ve ötesini karartmayı hedef alacak bu “kirli tertipleri” boşa çıkartmak için “Açılım”ın en başına ve Dolmabahçe konuşmaları yerine de 11 Ağustos (2009) konuşması ile ve Ak Parti büyük kongresinde yaptığı konuşmasının ruhuna geri dönmesinde sonsuz yarar var.
Kendisi için. Ülkemiz için...

Yazarın Tüm Yazıları