Ne takı konuştuk ne de antika, çıtır balığımızı yedik usul usul

Hayatımın on beş yılı Kapalıçarşı'da geçti.

Kapalıçarşı'nın iki yüzü vardır: Biri herkese gösterdiği ışıltılı yüzü biri de herkesten gizlediği karanlık yüzü.

Nuruosmaniye kapısından girenler, altın karşılığı kiralanan dükkánlarla karşılaşırlar. Vitrinlerinde birbirinden değerli takıların, zümrütlerin, yakutların, pırlantaların nadide antikalarla façalı elmasların sergilendiği, önlerinde derdini her dilde anlatan çığırtkanların bağrıştığı, masasıyla kasası arasına oturmuş patronların işler kesatsa surat astığı, açıksa güller saçtığı dükkánlardır bunlar.

Parası olanları, pırıltıya bayılanları biraz da bu işlerden fazla anlamayanları cezbeden bir dünyadır bu.

Kapalıçarşı'nın ışıltılı dünyası.

Kimilerinin güzergáhları farklıdır. Caddede biraz oyalandıktan sonra arka sokaklara sapılır. O sokaklarda, el emeği göz nuru ipek halılar, renkli kilimler, cafcaflı cicimler, Kütahya çinileri, pirinç semaverler, oyalı yemenilerle püsküllü fesler akla hayale gelmeyecek binbir çeşit hediyelik eşya satılır.

Az buçuk İngilizce bilen, habire çay içen, sıkıldıkça kanlı tavla partileri düzenleyen esnafın doldurduğu sokaklardır bunlar.

Kapalıçarşı turu genellikle bu sokaklarda biter.

İnsanlar yorulur, evlerine döner.

HİLAT BUNLARDAN OLSA OLSA KÜPE OLUR DİYE KESTİRİP ATTI

Ama olur da biraz daha dolaşılır, bir de çiçek bozuğu hanların üst katlarına çıkılırsa, orada başka bir gerçekle karşılaşılır. İki kişinin zor sığdığı atölyelerde hayat dışarıdakinden çok farklıdır. O atölyelerde, sadekárlar, nakkaşlar, kakmacılar, haddeye mal yollayan, fire hesabı yapan, birbirleriyle içli dışlı olmayı sevmeyen, ser verip sır vermeyen, gün yüzü görmeden çalışan insanlar yaşar.

İçlerine yabancı sokmayan, sırlarını kendilerine saklayan, sözleri senet, gözleri tartar elleri kantar suskun ustaların, zamanın dolmasını bekleyen ezik kalfaların, uykuya hasret sıska çırakların dünyasıdır bu.

Orada doğan, orada yaşayan, orada ölecek olan insanların dünyası.

Beni Kapalıçarşı'nın her iki yüzüyle de Hilat tanıştırdı.

Onun, başkaları görüp de çalmasın diye vitrinine anlamsız bir iki takı koyduğu beş metrekarelik dükkánına nasıl gitmiştim, şimdi hatırlayamıyorum. Ama elimde iki adet bronz sikkeyle karşısına dikildiğim gün, dün gibi aklımda. Yüzüme şöyle bir bakmış, ‘‘Bunlardan olsa olsa küpe olur’’ diye kestirip atmıştı.

Artık bekleyecektim, canı çekerse sıra gelirse, en önemlisi eli değip bitirirse haber verecekti.

Haftalar, belki de aylar sonra aradı; küpeler hazırdı. Sikkeleri yirmidört ayar altınla çevirmiş, ortaya görenlerin bayıldığı özgün bir model çıkarmıştı.

O küpeler hayatımı değiştirdi. Paris'te bir arkadaşım benzer takılar yapmamızı önerdi.

Döner dönmez Hilat'a gittim. Onun minicik dükkánında bir ömür geçirdim. Kolay olmadı, hırpalandım, ağladım ama inat ettim işin inceliklerini öğrendim.

Yıllar sonra bir gün bana acıdı, uçmam için kendi elleriyle kanatlarımı taktı.

Büyük ustadır. Kimselerin aklına gelmeyeni yapar. Geleneksel olana modern bir çizgi katar.

Eminim, biraz daha hırslı, biraz daha az inatçı olsa bir de bu diyarda değil de yurtdışında çalışsa adı dünyayı tutmuş bir kuyumcu olur, ‘‘şatolarda yaşardı.’’

O hálá burada. Çarşıda değilse de kapısında.

ÇUKURCUMA'DAKİ DÜKKANA ALIŞVERİŞ BAHANE ASLI'YA UĞRAMAK ŞAHANE diye GİDERDİK

Pazartesi akşamı, Cankurtaran'daki ünlü Sabahattin balıkçısında Aslı Günşiray ile Hilat'ı beklerken bunları düşündüm.

Hilat'ın takıları biliyorum gün gelecek antika olacak ve Aslı gibi güzele gönül vermiş insanlar onları toplayacak.

Aslı, Çukurcuma'ya bahar gibi gelmişti.

O yıllarda Çukurcuma, Kuledibi dağılınca kapağı oraya atan kulağı kesik birkaç eskici, sakallı birkaç molla bir de sağdan soldan topladıkları eski eşyaları satmaya çalışan alçakgönüllü birkaç dükkánın olduğu karanlık bir semtti. Yollar çamurlu, çevre kasvetliydi.

Ciddi antika peşinde koşanlar Mecidiyeköy'e, eski eşya arayanlar Dolapdere'ye giderdi. En ucuz mal Üsküdar'da çıkar, Moda'ya nur yağardı. Çukurcuma'ya da bu işin meraklıları şöyle bir uğrardı.

En azından ben öyle yapardım.

Önce Didem Çapa ile Pınar Hakim güzel bir yer açtı.

Sonra dediğim gibi rüzgárıyla Aslı geldi, köşe dükkána yerleşti ve mahallenin altyapısını değiştirdi.

Koşturmacanın olmadığı hoş dükkánında, saatlerce oturur her şeyi ince ince incelerdik. Kadın elinin, üstelik Aslı'nın elinin değdiği belli olan, mis gibi kahve servisi yapılan, güzel müzikler çalan dükkána alışveriş bahane, Aslı'ya uğramak şahane diye giderdik.

Mahalleye onu gören yeni insanlar geldi. Değişik yerler açıldı, rekabet kızıştı herkes kendi rızkını farklı mallardan çıkardı.

O, bir tek kendisiyle yarıştı.

Edirnekári bir sediri sehpaya dönüştürür, tabureye püskül takar, aynaları farklı asardı.

Sonraları çok kişi gitti ama Anadolu yollarına çıkan ilk kervandandır.

Çok yer dolaştı, çok yer gezdi, hızını alamadı Çin'e kadar gitti. Çin antikalarını Türkiye'ye getirdi.

Güzeldir, incedir, çok zevklidir. İşini severek yapar ve bütün bu özelliklerini işine katar.

MİDYELİ PİLAV UZUN YILLARDIR YEDİĞİM EN İYİ MİDYELİ PİLAVDI

O akşam Cankurtaran'a gitmeyi Aslı önerdi.

Hilat'ın da sık gittiği bir yermiş. Bana gelince, ayıbı yok bırakın gitmeyi adını bile duymamıştım, bilmiyordum.

Aslı uzun uzadıya tarif etti. Sahil yolundan gidilecek, Sultanahmet sapağından girilecek, Adora Oteli'ne gelince oralardaki birilerinden tam yeri öğrenilecekti. Korkuya mahal yok, otelin yanı başında, kime sorsan Balıkçı Sabahattin'i tanır dedi.

İnanmadım, erkenden yola koyuldum ve evimin bile yolunu bulmakta zorlanan ben şıp diye lokantayı buldum.

Nedense salaş bir yer bekliyordum. Oysa karşıma aşı boyalı üç katlı tarihi bir köşk çıktı. Girişinde dev saksıların içindeki devasa bitkileriyle bırakın salaş olmayı, basbayağı bakımlı hoş bir lokanta.

Yaz aylarında daha da güzelmiş. Masalar sokağa taşınıyor, yan taraftaki bahçe rüya gibi oluyormuş.

Yüksek mermer merdivenleri çıkıp içeri girdim. Girişin sağında ve solunda içlerinde dört beş masanın olduğu iki küçük oda, yukarıda geniş bir salon, en üst katta da özel davetler için biçilmiş kaftan şirin bir bölüm var.

Günlerden pazartesi, saat erken olmasına rağmen çevre otellerden gelen yabancılar, haftanın birkaç gününü burada geçirdiği belli olan müşteriler, ayırtılmış bir iki yer derken ancak alt odada bir masa bulabildim.

Masaya geçtim, beklerken çimlenmek için biraz meze, bir tek rakı söyledim. Sıcacık ekmek, kaymak, peynir, acılı zeytin, tatlı kavun geldi. Midyeli pilav uzun yıllardan beri yediğim en iyi midyeli pilavdı. Patlıcan salatası, karışık salata harikaydı.

Önce Aslı derken Hilat, kızı ve oğlum deyip el verdiği Bülent'le geldi.

Ne takı ne antika konuştuk.

Çıtır balığımızı, tavında kalamarlarımızı yedik usul usul, içkilerimizi içtik. O kadar keyiflendik ki, hem dünden hem bugünden hem de gelecek güzel günlerden söz ettik.


BALIKÇI SABAHATTİN

(0212) 458 18 24

Rezervasyon gerekiyor.

Kişi başına: 30-40 milyon arası.

Yazarın Tüm Yazıları