Yeni Anayasa değil bu; “Bürokratik oligarşi”ye tırpan…

Nihayet zurnanın zırt dediği noktaya geldik. Tüm toplum demokrasiyi sakatlayan “askeri vesayet rejimi”ni zayıflatmaya, “bürokratik oligarşi”nin gücünü sınırlamaya yönelik anayasa değişiklik paketini tartışmaya başladı. Ümit Boyner’in başkanlığıyla birlikte “demokrasi yanlısı” bir “baskı grubu” olma rolüne dönmekte olduğu sinyalleri veren TÜSİAD da görüşünü açıkladı.

TÜSİAD’ın dile getirdiği görüş, “Anayasa değişikliği paketinin bu haliyle demokrasi açığını kapatmaktan uzak” olduğu yönünde.
Bu arada, içinde “demokrat tavırları” bilinen 200’ü aşkın aydın, gazeteci, yazar ve akademisyenin bir bildirisi var. İçinde çok sayıda “sol” unsurun da yer aldığı söz konusu imza sahipleri de TÜSİAD ile aynı dalga boyunda, demokrasinin derdine deva “yeni bir anayasa” talebinde bulunuyorlar. Değişiklik paketi içinde yer almayan birçok “ideal” talebin gerçekleşmesi gerektiğini vurguluyorlar.
Gelgelelim, konu bu değil. Yani, şu sıradaki konu “yeni anayasa” değil. Anayasa’da 3’ü geçici, 23 maddede değişiklik yapılması. “Yeni Anayasa” ile “Anayasa değişikliği” arasında fark var ve bunu böyle görmek, atın önüne arabayı koymamak gerekir.
1982 askeri darbe anayasasının hiçbir şekilde iflâh olmayacağını defalarca yazmış ve yeni, sivil ve demokratik bir anayasa olmadan Türkiye’nin geleceğe doğru güçlenerek yol alamayacağına inanan biri olarak, ben de, “demokrasi açığı” bırakmayacak yeni bir anayasadan yanayım. Özellikle, ülkenin bir numaralı sorunu olan “Kürt sorunu”, yeni bir anayasa olmadan, “Anayasa’nın başlangıç bölümü” yani dibacesi yeniden yazılmadan nihai sonuca ulaşamaz.
Tamam ama şu anda, Türkiye’nin mevcut siyasi denkleminde böyle yeni bir anayasa yapma durumu var mı?
Yok.
Öyleyse gündeme gelen anayasa değişiklik paketine “demokrasiyi tümüyle sağlayacak nitelikte değil” deme lüksüne sahip miyiz?
Hayır.
Bu “değişiklik paketi” gerçekleştiği takdirde, yeni anayasanın önünü açacaktır. Gerçekleşmediği takdirde ise, yeni anayasa için kolay kolay karşı konulmaz bir “dinamik” oluşturacaktır.
***                 ***           ***
Gündeme gelen değişiklik önerileri, bir kez daha altına çizelim, “askeri vesayet rejimi”ni zayıflatmaya, “bürokratik oligarşi”nin gücünü sınırlamaya yönelik. Son dönemlerde hukuk bilgisinin gücüyle çok önemli konuları çarpıcı biçimde gündeme taşımasıyla dikkat çeken bir hukukçu var; Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can. Aynı zamanda yeni kurulmuş bulunan “Demokrat Yargı” adlı derneğin eş başkanı da olan Osman Can, bakın ne diyor:
“…Bir darbe sistemi içerisinde, demokratik iradenin etkin olmadığı bir siyasal sistemde yaşıyoruz. Anayasası darbe anayasası, yasaları darbe yasaları olan bir sistem. Özlediğimiz değişim öyle bir anda olacak bir şey değil. Bir ideal peşinde koşturmak hapishane koşullarına takılıp kalmak anlamına gelebilir. Darbe koşullarının yapısal koşullarını kaldırmaya yönelik atılan her adımı, demokratikleşmeye dair her girişimi önemsemek, beslemek ve desteklemek zorundayız. Türkiye’de çok ciddi anlamda bir adım atma ortamı oluşmuştur ve bu adımın ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu hayati bir görev, çünkü Türkiye’de yargı yok.”
Yargının içinden gelen bir ses “Türkiye’de yargı yok” diye haykırıyor. Elbette ki, bu çağdaş hukuk ölçülerince bir adalet dağıtma mekanizması olma anlamında “yargı yok” demek. Aksi takdirde fena halde “yargı” var. “Bürokratik oligarşi”nin temel sütunu olarak yargı var ve “yargı ele geçirilmek isteniyor”, “bağımsız yargıya son veriliyor” çığlıkları, “bürokratik oligarşi”nin temel sütunlarından birinin yıkılıp yeniden inşa olması ihtimalinden doğan rahatsızlığı yansıtıyor. “Bürokratik oligarşi”de yer alıp, güçlerini “kuvvetler ayrılığı” prensibi, “yargı bağımsızlığı” gibi kavramlara getirdikleri çarpık ve keyfi yorumlarla bugüne dek denetimsiz sürdürenler, haliyle rahatsızlar.
Osman Can’ın cümleleriyle, “İlk defa darbe mantığının, darbe siyasetinin ve darbe hukukunun yapısal unsurlarına dokunuluyor, ilk defa. Zaten gürültü de bu yüzden çıkıyor.”
Her kurumun olduğu gibi bizdeki “yargı”nın da kurumsal bir geleneği mevcut. Taha Akyol’un ifadesiyle “Bizim yargı geleneğimizde yargıçların cübbeleriyle yürüyüş yapması vardır. Doğal hâkim ilkesine aykırı ihtilal mahkemeleri vardır. 27 Mayıs darbesini eleştirmeyi suç sayan kararlar vardır. Yassıada idamlarını alkışlayanlar vardır. Genelkurmay brifingleri vardır. Geçmişe yürüyen ceza uygulamaları vardır. Geçmişe yürüyen kanun iptalleri vardır.”
Yani bizde hayli “siyasallaşmış” bir yargı öteden beri var. Ülkenin siyasi rotasını çizecek her gelişmede siyasi partilerden daha çok ve daha yüksek sesle ve bir ezeli muhalefet partisiyle aynı dalga boyunda mütemadiyen siyasi açıklamalar yapan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay var Türkiye’de.
Kamuoyu önünde sürekli siyasi tavır alan yüksek mahkemeleri ile Türkiye’de “bağımsız yargı”dan değil, olsa olsa, bir “ideolojik-siyasallaşmış yargı”dan söz edebiliriz.
Anayasa değişiklik paketi tam da bu yapıya dokunmayı hedef alıyor. Bir anlamda “devletin hukuku”nun zaptiyeliğini üstlenmiş ve “siyasallaşmış yargı”yı “hukuk devleti”nin yargısına dönüştürmeyi amaçlıyor. “Can çekişen hukuk”un canlanabilmesi ve gerçekten “bağımsız yargı”ya giden yolun açılabilmesi fırsatını sunuyor.
***                    ***                   ***
Bunu yapabiliyor mu gerçekten?
En mükemmel hali ile “ideal” biçimde yapmıyor, yapamıyor. “Demokrasi açığı” tümüyle kapatılmış olmuyor. Ancak “ideal”in bulunabileceği yolları açıyor, o yoldaki en önemli engelleri kenara doğru itiyor ya da kaldırıyor. “Hukuk devleti” kavramı açısından kabul edilemez “mevcut durum”u bozuyor.
Gelişmeleri şaşkın bir tribün seyircisi gibi izleyemeyiz.
Hukuk profesörü Mithat Sancar dün şöyle yazdı:
“Paketi, içermedikleri ve içerebilecekleri açısından tartışmanın merkezine almak, Türkiye’de demokratikleşme açısından temel tıkanma noktalarını gölgeleme sonucunu doğurabilir… Zira 2007 seçimleri öncesinden başlayarak, yargının sistemin demokratik yönde değişimini önleme misyonuna daha açık bir şekilde soyunduğu görülüyor. Bu paketi… ve başlayan süreci eleştiri hakkını ve müdahale imkânlarını daha çok bu amaç doğrultusunda kullanarak açıkça desteklemek gerekir.”
Öyle yapıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları