2010’da 1982’ye sarılamayız

Anayasa bir “toplum sözleşmesi”dir.

Haberin Devamı

Bugünün Türkiye’sinde böylesine keskin bir siyasal kutuplaşma varken, bir “toplumsal sözleşme”nin “imzalanması” şansı ve ihtimali var mı?

Gerçekçi olalım; yok.

Nitekim ana muhalefet partisinin lideri Deniz Baykal, 26 maddelik Anayasa değişikliği paketine ilişkin olarak Başbakan ve iktidar partisini eleştirerek/suçlayarak şunları söyledi:

“Kimseye danışmış değil. Ne hukuk otoritelerinin ne üniversitelerin ne siyaset camiasının ne sendikaların ne esnafın ne işadamlarının bilgisi var. Kimse bilmiyor. Kim biliyor, başbakan ve yanındakiler biliyor. Bunu hazırlamış diyor ki 3 güne süre size. Böyle anayasa değişikliği olmaz. Olursa bu anayasa olarak millet tarafından benimsenmez.”

Haberin Devamı

İlk bakışta her sözcüğü, her cümlesi doğru gözüküyor değil mi? Böyle bir “toplumsal sözleşme” hazırlanışı olmaz. Yöntem, kimi zaman işin “esası”nı da belirler.

Ama ilk bakışta her sözcüğü, her cümlesi doğru gibi gözüken bu “itiraz” doğru değil.

Doğru değil çünkü 26 maddesi değiştirilmek istenen zaten üçte biri değiştirilmiş olduğu halde bu ülkenin üzerine gelen dar bir elbise gibi oturtulmuş ve teyelleri atmış olan 1982 Anayasası’dır. Yani değişikliğe karşı çıkılarak, son tahlilde, korunmasına çalışılan düpedüz bir “askeri darbe belgesi”dir, 12 Eylül’ün anayasasıdır.

Şu anda yürürlükte bulunan o anayasa, Danışma Meclisi’nce hazırlandı. Dönem, Türkiye’nin yakın tarihte gördüğü en amansız baskı rejimiydi. Anayasa hazırlandıktan sonra halkoyuna sunuldu ve halka “ölümlerden ölüm beğen” denildi. Askeri darbe rejiminin anayasası ya kabul edilecekti veya askeri darbe rejimi ne zaman biteceği belli olmayacak şekilde devam edecekti.

Üstelik halkoyuna sunulmadan önce, anayasaya karşı çıkmak da yasaktı.

Türkiye halkı, ölümlerden daha az “acılı”sını seçti, yüzde 90’ın üzerinde kabul oyu ile Anayasa’yı kabul etti; askeri rejimi gönderdi. 1983 seçimlerinde askeri rejimin seçimlere katılmasını uygun gördüğü üç parti içinde, askerlerin “en istemediğini” anayasaya evet dedikten çok kısa bir sonra iktidara getirdi.

Haberin Devamı

1982 Anayasası, bir “toplumsal sözleşme” miydi?

Hayır. Halka bir “kaba dayatma” idi.

***                      ***            ***

1982 Anayasası, “deveye niçin boynun eğri diye sormuşlar, nerem doğru ki demiş” misali. Üçte biri değişti. Yine olmuyor. Yeni, sivil ve demokratik bir anayasa yapılması zorunlu. Ancak, bunu şu sıra yapmanın, yepyeni bir anayasa yapabilmenin şartları, malûm siyasi fotoğraf nedeniyle mevcut değil.

Şimdi 26 maddelik, içinde yeterli ölçüler içinde olmasa bile AB’nin yıllardır her ilerleme raporunda adeta “olmazsa olmaz” bir şart haline getirdiği “yargı reformu”nun da yer aldığı bir paket söz konusu. Buna “yöntem” gerekçesiyle “hayır” diyerek, 1982 Anayasası’na “mahkûmiyet”in kabulü de kabul edilebilir bir şey değil.

Haberin Devamı

***                    ***                   ***

Deniz Baykal, bu anayasa değişiklik paketinin aslında niçin geçmesi gerekliliğini de şu sözleriyle ifade etmiş oluyor: “Bu düzenleme yargı bağımsızlığı ilkesinin şimdi bu iktidar tarafından tahrip edilmesi sonucunu doğuracaktır. Bir süredir hepimizin bildiği sivil darbe süreci bu anayasa değişikliği ile noktalanacaktır.”

Bazılarının bir süre öncesinden seslendirmeye başladıkları “sivil darbe süreci” safsatasından kastın, Türkiye’de siyaset zemininin “de-militarizasyonu” olduğunu, “sivilleşme” ve “demokratikleşme”ye açılan kapıları tıkamaya yönelik bir “tez” olduğunu biliyoruz.

Yargı bağımsızlığı diye savunulan ise, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyen cinsten bir “yargıçlar devleti”ni mümkün kılan yapıdır. Halkın tercihleri ve seçilmişliği, halkın seçtikleri aracılığıyla ülke siyasetinde isteklerini yansıtmasını anlamsız kılacak olan bir yapı. “Yargı bağımsızlığı”, bunu özellikle vurgulayanların yorumuna bakılırsa, “askeri rejimler” ile bu ülkenin yönetimi artık 2010’larda mümkün olamayacağı için “yargı” üzerinden “bürokratik vesayet rejimi”nin devamından başka bir anlam taşımıyor.

Haberin Devamı

Genelkurmay brifinglerinde kendilerine anlatılanları ayakta alkışlarla selamlayan bir yargının bağımsızlığı neyse, Türkiye’de sözü edilen “yargı bağımsızlığı” o.

Eğer Türkiye’de “kuvvetler ayrılığı” ilkesine uygun bir işlev gören, o türden bir “yargı bağımsızlığı” olsaydı, AB yıllardır “yargı reformu”nu Türkiye için “olmazsa olmaz” bir şart haline getirebilir miydi?

Söz konusu “anayasa değişikliği paketi”nde illa bir eleştiri yapılacak ise, yapılanın “yargı bağımsızlığı”na müdahale olmasından hareket edemezsiniz; olsa olsa, önerilenin AB normlarına ne kadar uyup uymadığına bakmanız gerekir.

***                          ***                  ***

Haberin Devamı

Değişiklik paketi, yetersiz bulunabilir. Bununla birlikte hem zorunlu ve hem de siyaset ve hukuk sahnesini değişikliği istenen anayasa maddelerine oranla çok daha ileri noktaya taşıyacak nitelikte.

Şu “kutuplaşma” tablosunda gerçekleşmesi mümkün mü?

Yüksek yargı organları ve onların adına Türkiye’deki “bürokratik vesayet rejimi”nin savunucusu olan CHP “istemezük” diye ayaklanmış durumda. MHP, “yeni TBMM yapsın” diye “olmaz” diyor -2007’de Nisan ayındaki Cumhurbaşkanı seçimindeki tavrının tekrarı- ve BDP şu an “peki” denemeyeceğini bildiği şartlar ileri sürüyor.

Ak Parti, “referandum” için kendi 336’sından çok güvenli ve emin değil.

Anayasa değişiklik paketinin, 367 ve üzeriyle geçmeyeceğive gerçekleşmeyeceği belli.

330’un bulunup, “referandum”a gidilebilmesi kuşkulu.

“Referandum”a gidilirse, referandumda kabul edileceği şu anda bilinmezlik içinde.

Bu durumda, devreye “siyaset” girecek. Ak Parti, “iç bütünlüğü”ne ne kadar sahip, BDP’nin “intihar yeteneği” ne ölçüde; göreceğiz.

Soru, söz konusu değişiklik paketi, yetersiz bile olsa, gerekli mi ise; cevabımız belli:

Gereklinin de ötesinde zorunlu!

2010’da “sivil darbe” safsatasıyla 1982’nin “askeri vesayet rejimi”ne sarılamayız…

Yazarın Tüm Yazıları