Yokluğun, bolluğun olmadığı ama kimsenin böyle şeylere aldırmadığı o eski günler...

Zanzibar Teşvikiye'de Destek Reasürans Pasajı'nın içinde hoş bir lokanta. Aslında Zanzibar'a sadece lokanta da dememek gerek: Zanzibar şimdilerin moda deyişiyle bir ‘‘cafe-restaurant.’’

Önünde yaz kış demeden oturabileceğiniz küçük terası, içeride ayaküstü bir şeyler içebileceğiniz barı ve beyaz örtülü masalarıyla son yıllarda İstanbul'da, özellikle de Nişantaşı-Teşvikiye hattında sayıları her geçen gün artan mekánlardan.

Önünden ne zaman geçsem dolu olduğuna bakılırsa, çok revaçta.

Öğle saatlerinde, salata yiyip soda içen, alışveriş yorgunu güzel kadınların, ikindi vakti kaçamak yapan genç aşıkların, akşama doğru evlerine dönmeden bara uğrayıp yorgunluk atan çevre çalışanlarının doldurduğu bir mekán.

Ben müdavim değilsem de müşteri sayılırım.

Zanzibar, yolum oralara düştüğünde ya iki iş arası, ya sinema çıkışı, ya bir yere gider ya da bir yerden dönerken soluklanmak için durduğum, kahvemi içip öyle yola koyulduğum bir yer. Hep beş dakikalığına uğradığım, hep birilerini görüp uzun kaldığım.

Lokantasına hiç gitmedim. Daha doğrusu gitmemiştim.

Pazartesi akşamı için yer ayırttım. Siftah yapacağım.

Ülker gelecek. Hayatta beğendiğin dahası özendiğin kadınları say deseler gözümü kırpmadan adını sayacağım Ülker. Ülker İnce.

Nişantaşı'nda avare avare sokaklarda dolaşmayı çok severim. Ama o gün biraz da sinsi yağan yağmurdan dolayı sokakların tadı yoktu. Ben de buluşma zamanından çok önce bir akşam yemeği için hayli erken bir saatte Zanzibar'a gittim. Islanacağıma, beklerim. Barda bira içen bir-iki müşteri. İyi.

Ülker'in gelmesine en az bir saat var.

Viski severlerin asla ağızlarına koymayacakları bol sulu bol buzlu, viskiden başka her şeye benzeyen viskimi ince ince tarif edip, ısmarladım. Sonra da arpacı kumruları gibi düşünmeye başladım.

Ülker'i çağırmak, onunla yemek yemek harika da onu yazmak?

Nereden başlamalı, ne anlatmalıyım?

Ülker, kendine değen her şeyi değiştirir

Çok sevişiriz ve birbirimize zerre kadar benzemeyiz.

Ben ne kadar aceleciysem o o kadar sakin, ben ne kadar konuşkansam o, o kadar suskun, ben ne kadar tez canlıysam o o kadar sabırlıdır. Ama onu anlatmaya sakin, suskun, sabırlıdır diye başlamak, hatta serinkanlı, soylu, sorumlu, sorgulayan, sahip çıkan gibi sözlükte 's' harfiyle başlayan olumlayıcı sıfatlarla devam etmek bile yetmez.

Çünkü Ülker değdiği ve kendine değen her şeyi değiştirir.

Bütün bu özellikleri taşır ama onları başkalaştırır.

Kısaca, o farklıdır.

İngilizce ve Türkçe'ye müthiş hakim, çok yetenekli bir çevirmendir. Yazarın dediği gibi: ‘‘Yeteneğini geliştirmeye çalışırken duyarlılığını savsaklayan, ün ve tanınmışlık salonlarına kabul edilmediği için kendini hırpalayan’ insanlara benzemez.

Çeviriyi iğne oyasıyla yapar.

Neredeyse hiçbir karşılık beklemeden, sadece tadına varmak için herkesin gözünü korkutan zorlu işleri üstlenmesi bundandır. Altından kalkması da bundan.

Calvino, Capote, Brook, Lhosa, Fuentes...

Sevdiği yazarların otuza yakın kitabını çevirdi. Hepsine ayrı özen gösterdi.

Ama Lawrence Durrell'in her satırı bir mısra olan yaklaşık bin iki yüz sayfalık barok romanı İskenderiye Dörtlüsü'nün hayatındaki yeri ayrıdır.

O yıllarda Durrell'ı tanımıyordum. Hiçbir kitabını okumamıştım. Ne zaman ki 'Justine' Ülker'in o duru, temiz, şiirsel diliyle yayımlandı, o zaman 'Evlilikle umutsuzluğumuzu yasallaştırıyoruz' diyen bu usta İngiliz yazarıyla tanıştım: Bir daha da peşini bırakmadım.

Her satırı eğretilemelerle dolu, uzun soluklu bu romanı iki buçuk yıl gibi inanılmaz bir sürede bitirdi. Usul usul çalışırken, bir yandan haftanın her günü Hacettepe Üniversitesi'nde ders veriyor, evde Özdemir'i dinliyor, her pazar dostlarını ağırladığı geleneksel öğle yemekleri için birbirinden güzel yemekler pişiriyordu. Üstelik tam da nabzının nazlandığı yıllardı. Çeviriye son noktayı koydu, gitti ameliyat oldu.

- Bir viski daha?

- Gene bol sulu, bol buzlu olsun lütfen.

Birazdan Ülker gelir, dakiktir.

Sabah evden çıkmadan, kütüphaneden Dörtlü’yü çıkardım, şöyle bir karıştırdım: ‘‘Bizim aramızda bir bakıma en mutlu kişi o, çünkü aşkına karşılık ne istediği konusunda önceden edinilmiş hiçbir düşüncesi yok. Böyle önceden tasarlanmamış biçimde sevmek pek çok kişinin elli yaşından sonra yeniden öğrenmesi gereken bir şey. Çocuklarda olur bu. Onda da var’’ demiş Durrell.

Ülker'i de farklı kılan acaba bu mu? Tasarlamadan sevmek?

Yoksa bunların yanı sıra küçükken üstüne sindiğini söylediği muhacirlik duygusu mu?

Hatırlıyorum, bir gün, çook eskilerde bir gün, muhacir olmak biraz da kimliksiz dolaşmaya benzer, işte ben biraz da bu yüzden gölgede durmayı severim, demişti.

İnsan düşünmeden edemiyor: Ya güneşe çıksaydı?

Eminim çok iyi bir yazar olurdu.

Gene de ben kendisi ne kadar tersini de söylese onun sabah erken saatlerde gizli gizli şiirler yazdığını düşünürüm. Tan için, tana karşı.

Ülker geldi.

Aslında bu akşam Nebahat Çehre de gelecekti. Olmadı. Kayseri'deki dizi çekimleri için oraya gitmek zorunda kaldı.

Ayrı dünyaların benzer kadınları... Başkalarına ayna tutan.

Sadece yerleri farklı: Ülker ne kadar sırsa, Nebahat o kadar suret.

Bir şişe özel kav söyledik. Bir de Erol'un tavsiyesi üzerine şarap soslu dana madalyon ve rokalı eskalop yedik. Çok güzeldi.

Sonra biraz Nebahat'ten söz ettik. Eski günlerden. Yokluğun da bolluğun da olmadığı ama kimsenin böyle şeylere aldırmadığı gençlik günlerinden.

Konuşa konuşa Manisa'ya gittik. Aydın'da durduk, Gülümcine'ye uğradık.

Baş başa bir akşam geçirdik.

Fotoğrafta görülen ak sakallı adam kim mi?

O, Ülker'e,

‘‘Seni bulmak için bir dil öğrendim

gövdemden başka nereye gideyim’’ diye yazan biri.

Bizim masanın postnişisini.


Zanzibar'ın mutfağından Sote Tavuk Salatası


İçindekiler:

Tavuk 130 gr., domates 50 gr., dolma biber 50 gr., mısır 25 gr., soya sosu 15 gr., mısırözü yağı 15 gr., göbek 40 gr., kuru soğan 40 gr., kıvırcık 20 gr., roka 20 gr. polo ross 10 gr., lolo rosso 10 gr., endivyen 10 gr., corn salat 10 gr., vinegret sos 22 gr.

Yapılışı:

Tavada ısınmış olan yağın içinde, jülyen doğranmış tavuğu soteliyoruz. İçine kuru soğan, biber ve domates ekliyoruz, mısır ve soya sosu ilave edip az çektiriyoruz. Tabağın yarısına tavuk soteyi, diğer yarısına vinegret sosa bulanmış olan yeşillikleri ekliyoruz.


ZANZİBAR

Adres: Destek Reasürans Pasajı No: 60 Teşvikiye - İstanbul

Tel: 0 212 233 80 46

Adam başı 35 - 50 milyon arası.

Rezervasyon gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları