Böyle dış politika olmaz (2)

Ahmet Davutoğlu, ta Finlandiya’nın Laponya bölgesinde Türkiye’nin Avrupa’daki dostlarının başında gelen İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile görüşmüş ve İsveç Parlamentosu’nun kararına ilişkin olarak şunları söylemiş:

Haberin Devamı

“Eğer parlamentolar böyle bir şey yapmaya kalkarsa, siyasi olduğu kadar entelektüel olarak da bir kaos ortaya çıkar. Tarihin bu şekilde siyasileştirilmesi toplumlarımız için büyük sorunlara neden olur.”
Doğru söylemiş.
İsveç Parlamentosu’nun kararı Ermenilerin yanısıra, Pontuslu Rumları, Süryanileri, Asurileri ve Keldanileri de kapsıyor. Yani Türkiye’de tüm Hristiyan topluluklara soykırım yapılmış.
Eğer parlamentolar, üniversite tarih kürsüsü gibi çalışmaya başlarlar ve üstelik bunu bir tür “Haçlı ruhu” içinde yaparlarsa, Türkiye’ye muazzam ve özrü olmayacak bir haksızlık yapılmış olur. 1860’larda Rusya’dan etnik temizlikle sürülen onbinlerce Çerkes, ayrıca Balkanlar’da yüzlerce yıl yaşadıkları doğup büyüdükleri toprakları “etnik temizlik” sonucu terketmek zorunda kalan Müslümanlar yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının önemli bölümünün ataları için ne demeli? Tarihe siyasetten arınmış ve dürüst biçimde yaklaşılacaksa, o takdirde herbir ülke için her parlamentodan karar çıkartmak gerekecektir.
İsveç Parlamentosu’nun kararı saçma, yersiz ve kabul edilemez niteliktedir. Buna tepki göstermek doğrudur.
***              ***          ***
Ahmet Davutoğlu, ayrıca, Türkiye ile İsveç arasında ilişkilerin mükemmel düzeyde seyretmekte olduğuna işaret ederek, “iki ülke arasında stratejik ortaklık bulunduğunu, gelecek hafta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsveç’e gitmesinin ve ilişkilerin çok daha ileriye götürülmesinin planlandığını hatırlatmış ve şunları da söylemiş:
“İlişkileri öyle bir seviyeye çıkartacaktık ki sadece Avrupa’da değil dünyada bir örnek olacaktı.”
Ve devam etmiş, “Bu karar çok ciddi bir gelişme olduğu için Erdoğan’ın ziyaretini gözden geçirerek iptal etmek zorunda kaldık.”
İşte burası yanlış. Yanlış yapılmış.
Bu dış politika anlayışına Türkçe’de “İmama kızıp oruç bozmak” derler. Yapılan budur. Böyle dış politika yapılmaz.
Bir yandan ABD ile “model ortaklık”tan söz ederken, Amerikan Parlamentosu’nun bir alt komisyonunda kabul edilen bir tasarıdan ötürü, Amerikan Yönetimi ile ilişkileri sekteye uğratıyorsunuz; bir yandan İsveç’le “dünyaya örnek bir ilişki” kurmak üzere olduğunuz bir sırada, İsveç Parlamentosu’nun saçma sapan bir kararından ötürü aşırı bir tepkiyle bu ilişkiyi kurma adımınızdan vazgeçiyorsunuz.
Böyle dış politika olmaz.
***            ***         ***
Böyle dış politika olmaz, çünkü zaten Kafkasya politikanızı bir başkasına “rehin” kılmış durumdasınız
 Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini “normalleştirmek” için “Protokoller” imzalıyor ve bunun yürürlüğe geçmesini Karabağ sorununun çözümüyle ilişkilendiriyor. Böylece, Ermenistan ile ilişkilerini “Azerbaycan vetosu”na tabi kılıyor. Yanlış, “işin felsefesi”nden başlıyor.
Böylece Karabağ, bir Azerbaycan-Ermenistan sorunu olmaktan “Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye üçgeni”ne ilişkin bir mesele haline dönüşmüş oluyor. Bunun doğal sonucu, Azerbaycan’ın yüreklenmesi ve Karabağ’daki çözüm çabalarına ilişkin pozisyonunu daha da tahkim etmesi ve sertleştirmesidir. Bu da Karabağ çözümünü kolaylaştırmıyor, daha da  zorlaştırıyor.
Dolayısıyla, eğer Türkiye, Ermenistan ile adım atabilmek için Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir ilerleme hesabı yapıyorsa, kendi eliyle zaten hayli karmaşık olan soruna bir düğüm daha attırmış oluyor. Öyle olunca da,  Karabağ çözümü ve onunla birlikte Türkiye-Ermenistan normalleşmesi daha da uzaklaşıyor.
Bütün bunların doğal sonucu ise, Türkiye’nin kendisini bir “kısır döngü”ye hapsetmesi ve Kafkasya politikasında kendisini “marjinalleştirmesi”dir.
Türkiye’nin Kafkasya’da “özerk bir güç” ve “etkili bir bölgesel aktör” olmak yerine, Azerbaycan’ın “yedek gücü” konumuna indirgenmesi, Azerbaycan’ın Türkiye’nin iç siyasi dengelerine Ak Parti aleyhine etki etme kapasitesinden kaynaklanıyorsa, yani bu, “seçim hesapları”yla güdülen bir dış politika ise, böyle bir dış politika hiç olmaz.
O zaman hükümetin dış politikası, CHP ve MHP’nin insafıyla belirlenmiş olur ki, hükümetin bu  herhangi konuda bir dış politika inisyatifi alması da mümkün olmaz.
Tayyip Erdoğan hükümeti kendine gelmek zorundadır. Türkiye-Ermenistan diplomatik süreci tıkanmıştır. “Demokratik Açılım” bambaşka bir rotaya kaydırılmış ve Türkiye’nin Kürt halkının umutları törpülenmiş, hükümete güven sarsılmıştır.
***              ***           ***
Türkiye’de asker-sivil ilişkileri yerli yerine oturmadı. Türkiye’nin demokratikleşmesi için ve AB yolunda “olmazsa olmaz” yargı reformu bir “rejim sorunu” haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Ergenekon heyulası ile henüz gereğince hesaplaşılmadı. O heyulanın bir bumerang olarak geri dönmesi tehdidi ortadan kalkmadı.
Hal buyken, Türkiye’yi uluslararası alanda sağlama alacak atılımlar tavsar ve dış politikada onyılların bildik ve sonuç vermeyeceği kanıtlanmış olan “milliyetçi söylemi”ne geri dönülürse, bunun altında sadece iktidar partisi değil, tüm Türkiye kalır.
Dış dünyada itibarlı ve güçlü bir Türkiye profili söz konusu olsa, “soykırımı tanıma” kararları birbiri ardından dost ve müttefik ülkelerin parlamentolarına gelebilir miydi?
Son bir yıl içinde uluslararası politikanın yükselen yıldızı gibi ışıldayan Türkiye nasıl oldu da, görünümünü böyle matlaştırdı?
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının, sağa sola posta koymak yerine, “bir yerde yanlış yaptık galiba” diye düşünmeleri ve kendilerine “acaba nerede, ne yanlış yaptık” diye sormaları isabetli olacak.

Yazarın Tüm Yazıları