Askerler, Baykal, Türkiye Kürtleri...

Geçen haftaya Cumhuriyet tarihinde rastlanmadık bir gelişme ile başlamıştık. Emekli ve muvazzaf generaller ve amirallerin, “darbecilik-cuntacılık” nedeniyle gözaltına alınmaları. Bunların bir bölümü “Balyoz Darbe Planı” ile ilişkilerinden ötürü tutuklandı.

Askeri bilirkişi, askeri savcılık tarafından görevlendirildikten sonra, 5000 sayfayı aşan plana ilişkin 32 sayfalık rapor hazırladı ve “Bu devlet idaresine el koymayı öngören bir plandır” dedi. Yani, belgeler gerçekse, -ki, öyle çıkıyorlar!- bir “darbe planı”.
Bu haftaya da yine pek görülmeyen cinsten gelişmelerle girdik. Genelkurmay Askeri Savcılığı, Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasını istedi ve “ıslak imza”nın gerçek olduğu “Jandarma Kriminal” incelemesine göre de belirlendi. Askeri Mahkeme, Albay Çiçek’in tutuklanmasına gerek görmedi. Ancak, söz konusu belgenin altındaki imzanın “ıslak” olduğu ve Dursun Çiçek’e ait olduğuna dair şüphe kalmadı.
Böylece, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” –tarihi 2009- veya daha anlaşılır lakabı ile “Ak Parti’yi ve Fethullah Gülen’i Bitirme Planı”nın İlker Başbuğ’un 2009 Haziranında öfkeli bir yüz ifadesiyle öne sürdüğü gibi bir “kağıt parçası” değil, asker tarafından da kabul edilen bir “darbe planı” olduğu anlaşılmış durumda.
En az, evet en az bu kadar önemli bir gelişme, Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’i de Ergenekon’a dahil eden, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın bir “darbecilik-cuntacılık” faaliyeti olduğunu belirleyen İddianame’nin ortaya çıkması. İki hafta önce, HSYK, Orgeneral Saldıray Berk ifade vermeye çağrıldığında harekete geçmiş, Erzurum’daki özel yetkili savcıların bu yetkilerini kaldırıp bir de haklarında suç duyurusunda bulunmuştu. Bu “iddianame”, HSYK’nın yeni görevlendirdiği özel yetkili savcıların işi
 Buyurun bakalım.
***                ***              ***
Ve buyurun bakalım, medyadaki köşelerinde iki haftadır kıyamet koparanlar; dürüstlüğünüzü ölçelim; özeleştiri yapacak mısınız, ne yapacaksınız?
Ve, bu gelişmelere rağmen o kadar uzun konuşmasında bütün bunlara hiç değinmeyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, siz ne diyorsunuz? Darbecilere, cuntacılara karşı başlatılan “adli süreç”i Ak Parti’nin “askeri dövmek” niyetine bağlayarak, kestirip attınız. Oradan hareketle, Avrupa Birliği’nin yıllardır altını çizdiği bir Türkiye demokrasisi gereğine, yargı reformuna karşı olduğunuzu bildirdiniz.  Ergenekon avukatlığından yola çıkıp darbe planlarını karartma ve sulandırma noktasına geldiniz.
Ne var ki, artık askeri savcılıklar bile sizinle ters düşmeye başladılar. Siz, “askerden daha da asker” görüntünüz ile sivil siyaset sahnesinde nasıl, ne kadar var olmayı düşünüyorsunuz? Bir askeri darbe olmadan, siz, bu halinizle iktidarın rüyasını bile görebilir misiniz?
Yoksa, gelinen noktada ülkeden özür dilemeyi ve özeleştiri yapmayı düşünüyor olabilir misiniz?
Türkiye’de demokrasi ve barış için geçmişi kurcalamak, geçmişle yüzleşmek ve adına “özeleştiri” demeseniz bile, bir şekilde “özeleştiri” yapmak şart.
Bu olmadan, böyle yapılmadan “darbeler”le, “darbe planları”yla “cunta örgütlenmeleri”yle uğraşmadan, bunları açığa çıkarıp yargılanmadan, Ergenekon’u çökertmeden ve hesabını sormadan, yani geçmişi yeniden bir değerlendirmeye tabi tutmadan, geleceğe, gelecekteki barışa birlikte yürüyebilmemiz, demokrasiyi sağlama almamızın imkanı yok.
Bu bakımdan “geçmişi konuşmak”, daha doğru bir deyimle “geçmişi ortaya çıkartmak” şart.
***            ***          ***
Hafta sonunda Diyarbakır’da karşılaştığım Sırrı Sakık’ı, Deniz Baykal ile 1999 yılında yapılmış pazarlığı TBMM kürsüsündeki konuşmasıyla ortaya çıkarmış olmasından ötürü kutladım.
Sırrı Sakık, o “sırrı” ortaya dökmesiyle Türkiye’de “sivilleşme” ve “demokrasi” doğrultusundaki her yolun üzerine mayın döşeyen, o yöndeki her atılımın önüne engel dikmekle uğraşan CHP’yi, “gelişim ve ilerlemeye taarruz konumu”ndan çıkartıp “savunma konumu”na itiverdi.
CHP sözcüleri birbiri ardına ortaya çıkıp, Sırrı Sakık’ın anlattığı olayın tam öyle olmadığını anlatmaya başladılar. Her yeni anlatım, “şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler” deyişine uygun bir hale büründü. Ne yapsanız olmuyor, güneş balçıkla sıvanmıyor.
Sırrı Sakık’ın hamlesinin BDP çevrelerinde tümüyle onaylandığı söylenemez. BDP’liler kendilerinin doğrudan taraf oldukları konularda hayli duyarlılar ama iş “Ankara siyaseti”ne ve “taktikleri”ne gelince tutukluk yapıyorlar. Bunca yıldır TBMM deneyine sahip olmalarına rağmen, Türkiye siyasetine garip bir şekilde adaptasyon zorluğu çekiyorlar sanki.
“Türkiye partisi” olmak istiyorlar ama bunun için Edirne’de, Zonguldak’ta, Yozgat’ta, Niğde’de örgütlenmeleri gerekmiyor.  Onlar, “Türkiye gündeminin her konusuyla ilgili” ve “gündemin merkezinde pozisyon aldıkları” takdirde “Türkiye partisi” olurlar. Sırrı Sakık’ın yaptığı tam da bu amaca uygun düşüyor.
Ayrıca, BDP’liler, “Kürtlerin siyasi temsili”ni en geniş çerçevede gerçekleştirebilirler ve gerçekten legal-bağımsız bir siyasi kadro olarak işlevselleşirlerse, çok iyi bir “Türkiye partisi” olurlar.  Ama öncelikle Türkiye Kürtlerini güçlü biçimde temsil eden bir “Kürt siyasi partisi” olmaları gerekiyor.
Büyük ölçüde de öyleler. Ama aynı zamanda Türkiye’nin siyasetine daha farklı etki yapmalılar. Kürt sorununun içinde bulunduğu durumdan ötürü, genellikle, bugüne dek olduğu gibi “negatif etki” değil, her duruma müdahil olabilecekleri “pozitif etki” yapmaları da gerekiyor.
***             ***           ***
Türkiye’de apaçık biçimde asker-yüksek yargı (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay)-CHP şeklinde pekala ifade edilebilecek bir “siyasi koalisyon” mevcut. Bu, siyasi terminolojimizde “asker-sivil bürokratik vesayet rejimi” diye ifade edilen geleneksel iktidar omurgasını ifade ediyor. Değişen isim ve sıfatlarıyla, Cumhuriyet’in ta başından beri süregelen Türkiye’nin siyasi iktidar omurgası bu.
Ve bir süredir “kemik erimesinden muzdarip” bir omurga bu. Çatırdıyor. Ergenekon’u, ortaya saçılan ve bizzatın askerin kabul etmeye başladığı, yargının bir bölümünün üzerine gittiği “darbe planları”, bütün bunlar bir yandan bu “çatırtı”nın duyulan sesleri, bir yandan da Türkiye’nin geriye döndürülmesi imkansıza yakın değişim-dönüşüm dinamiğinin sonuçları.
Türkiye Kürtlerinin tarafsız kalamayacakları, siyaseten tarafsız davranamayacakları gelişmeler bunlar. Zira, en basitinden, sonuçları onların kaderlerini yakından ilgilendiriyor.
Türkiye’nin gücü erozyona giren “geleneksel iktidar koalisyonu”, bu son gelişmeleri tersine akıtmayı başarırsa, en yüksek faturayı bugüne dek olduğu gibi Kürtler ödeyecek.
Burada duralım. Diyarbakır’ı Ankara-İstanbul ile buluşturmaya yönelik gözlem ve görüşlere devam edeceğim...
Yazarın Tüm Yazıları