Lakerda takoz kesilir, salata diri gelir, kalamar pamuk, ekmek çıtırdır

Aleko'da yer ayırttım.

Donatella Piatti ve Nurçin Sebük'le yemek yiyeceğiz.

Bilenler bilir: Deniz Park lokantası, nam-ı diğer Aleko Yeniköy'de çarşının bitimindeki içerlek sokağın dibinde, deniz kenarında değil düpedüz deniz üstünde ünlü bir balıkçıdır.

Yılların balıkçısı.

Eskiden başınızın üstünde sıra sıra kurutulan çirozların uçuştuğu, eğik zemini, sallanan iskemleleri ile salaş bir yerdi. Sonra modaya uydu yenilendi: Lambriler, aplikleri temiz, beyaz örtüler...

Eski hálini çok severdim. Bütün tutucu insanlar gibi yeni hálini önce yadırgadım, sonra alıştım.

Aleko'da her zaman taze balık yenir. Lakerda takoz kesilir, salata diri gelir, kalamar pamuk, ekmek çıtırdır. Eğer kalabalık değilse ve üşenmezlerse yaptıkları nefis lokma tatlısı da öyle.

Kıvamı yerindedir: Ne şekerli ne sası.

Ama Aleko'yu benim için özel kılan sadece bunlar değil. Aleko bizim mahallenin balıkçısı. Ne zaman canımız balık çekse, evde yemek bitse, çat kapı birileri gelse Aleko'ya gideriz.

Pazar akşamı özellikle oraya gitmemizi önermemin nedeni de biraz buydu. Laf lafı açar, gece uzarsa eve dönüp bıraktığımız yerden devam ederiz diye düşündüm.

Öyle de oldu.

KESİŞEN HİKAYELER

Aynı yaşlarda, benzer serüvenleri çapraz yaşamış, birbirini tanımayan iki insan düşünün. İki kadın.

Biri İtalya'da doğmuş. Başında kavak yellerinin estiği, gamsız yıllarında aşkın peşine düşüp tanımadığı bir ülkeye, Türkiye'ye gelmiş.

Geliş o geliş.

Diğeri buralı. Liseyi bitirdiği yıllarda uçarı mı uçarı.

68 yılının sert rüzgárıyla savrulmasın diye biraz da ailesinin ısrarıyla, okumak için tanımadığı bir ülkeye, İtalya'ya gitmiş.

Gidiş o gidiş.

Nurçin'i yıllardır tanırım. Donatella'yla 2 yıl önce tanıştım.

Sinsi bir yağmurun yağdığı kasvetli bir İstanbul akşamında Aleko'da buluştuk. Buz gibi şarap, biraz meze, balık söyledik.

Karşılarına geçtim. Donatella'nın işveli ve şiveli Türkçesi, Nurçin'in gizli lehçesiyle anlattığı hikayelerini dinledim: Birbiri ile kesişen, birbirine benzemeyen hikayelerini.


Onlar düz anlattı ben karmaşık yazdım


DOĞRUSU KENDİ DOĞRUSU

Donatella bundan birkaç yıl önce, kendisini o illerden bu diyara sürükleyen serüvenini yazdı: 'Bir Neo Levantenin Anıları.'

Kitabı okumuştum. Sağa-sola sapmadan, çıplak bir dille başından geçenleri, Almanya'da tanışıp aşık olduğu genç adamın yanı sıra huyunu, suyunu, dilini, insanını tanımadığı, kendisine yabancı bu şehre -İstanbul'a- gelişini, yerleştiği Moda semtini, o güne kadar görmediği gariplikleri ve o garipliklere alışma sürecini, tam da her şey yoluna girdi derken içine düştüğü cehennemi anlatıyordu.

Yalnızlığını, umarsızlığını.

Sonra Radikal Gazetesi’nde yazmaya başladı: Biraz ordan, biraz burdan.

İşte tam o günlerde ortak bir arkadaşımızın Tarabya'daki evinde, hanımeli kokulu bir akşam yemeğinde ilk kez karşılaştık.

Başından büyük badireler geçmiş, saçlarını süpürge etmiş kadınlara benzemiyordu.

Bakımlıydı, alımlıydı.

Kolun kırılıp yen içinde kalmasının elzem olduğu belletilen bizler için fazlasıyla açıktı.

Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak gibi sorunları yoktu.

Doğrusu kendi doğrusu, eğrisi boyun borcuydu.

Gece ilerledi, biri kalkıp müziği değiştirdi.

Bizim sözlerini bilmediğimiz için eşlik edemediğimiz, Donatella'nın ise başından sonuna sektirmeden söylediği İtalyanca şarkının yerine Türkçe bir şarkı koydu.

Donatella'ya baktım, bizden daha iyi söylüyordu.

Şaşırmıştım.

Pazar akşamı, hayatını biçimleyen duygunun, köklerinden kopmuşluk olduğunu söylediğinde onu anladım.

Hoyrat, ne kadar dolaşırsa dolaşsın kendine çıkan bir hayat.

Acı, biraz 'Yalnızlık Dolambacı.'

HAYATIM KARIŞIK ÇANTAM GİBİ

Nurçin ile ilk kez yıllar önce kimsenin eğlenmediği, zoraki konuşmaların, havalı duruşların, afranın tafranın kol gezdiği bir yılbaşı partisinde karşılaştım. Tanışmıyorduk. Arkadaşlarımın arkadaşıydı. İtalya'da yaşadığını, kısa bir tatil için buraya geldiğini biliyordum. Şöyle bir bakışmış, kendimizi dışarı atmıştık. Bizim gibi bunalan iki arkadaşımızla birlikte, o zamanlar yılbaşı sabahları özel kahvaltılar veren Park Şamdan'ın kuytu bir köşesinde gün ağarana kadar konuşmuştuk.

Sormadıkça anlatmayan biriydi. O kadar alçakgönüllüydü ki ancak yıllar sonra İtalya'da Edebiyat Fakültesi'ni bitirdiğini, aynı fakültede uzun süre öğretim üyeliği yaptığını, sonraları Armani'nin birlikte çalışmayı önermesiyle arkasına bakmadan pek de iyi tanımadığı moda dünyasına balıklama daldığını öğrenecektim.

Karşılaştığımız yıllarda hálá Armani'yle çalışıyordu. O kadar çok şeye sahipti ki azla yetinmeyi öğrenmişti.

Burada geçirdiği o kısa tatilde hayatı bir kez daha değişti. Kurulma aşamasındaki Aprido'nun teklifini kabul etti, ardında bıraktıklarına aldırmadan geldi buraya yerleşti.

Deli gibi çalıştı, Aprido'yu marka yaptı.

Şimdi hem onlar hem de kendisi için tasarlıyor.

Profilo İş Merkezi'nde NU adında bir dükkan açtı. Şık, sade, inanılmaz güzellikte kılıklar hazırlıyor.

Pazar akşamı ona İtalya anılarını sorduğumda

'O yıllarda ben

hayatım karışık çantam gibi

iki kişiyi birden severdim

Karnemde sevinç bir aşk iki'

Mealinde bir şeyler söyledi.

Bilmem sizin de başınıza geldi mi?

Kimi zaman, biri, birileri, yeri gelir hayatının bir dilimini, yaşadığı bir serüveni, kendi gerçekliğinde öyle sözcükler seçerek dile getirir ki afallarsınız. Anlatımında uzun tanımlamaların, yersiz ayrıntıların, gizli yakınmaların yeri yoktur. Yapmacıksız, içtendir. O yüzden etkilidir.

Karşınızdaki bir an, sanki, nasıl yapsam nasıl etsem de anlatsam der gibi susar, düşünür. Sonra kısa, vurucu bir cümle kurar; içindeki yangını anlamanızı sağlar.

Sarsılırsınız.

O gece Donatella'yla Nurçin'i dinlerken sarsıldım.

Onlar düz anlattı ben karmaşık yazdım.
Yazarın Tüm Yazıları