İstanbul, Şakir Eczacıbaşı’ndan önce ve sonra

ÖLEN her insanın ardından bir döküm çıkartılabilir. Nasıl bir yaşam çizgisi sürdüğü, neleri başardığı, ne gibi şeyleri değiştirdiği, ailesi de dahil olmak üzere geriye ne bıraktığı gibi pek ölçüt bu envanterin içine girecektir. Kamuoyuna mal olmuş şahsiyetlerin ardından kaleme alınan yazıların çoğu bu tür yaşam muhasebelerini konu alır.

Haberin Devamı

Ancak sanatçıların, kültür adamlarının hayatları söz konusu olduğunda karşınıza çıkan çok temel bir güçlükle baş etmeniz gerekir. Bu güçlük, ölçülebilir değerlerle ölçülemezleri birlikte ele alma gereğidir.

Bir kültür adamının başka insanların hayatlarında, iç dünyalarında yarattığı zenginliği nasıl ölçebilirsiniz ki?

Şakir Eczacıbaşı gibi zaten kişi olarak da çok zor olan bir şahsiyeti böyle bir ölçütü de hesaba katarak değerlendirmeye kalktığınızda işiniz büsbütün zordur.

* * *

Onun yaşamına bakarken, işadamı kimliği ile sanatçı-kültür adamı kimliği arasındaki çatışmada, kendi ifadesiyle işadamlığının hobiye dönüşüp, ikincisinin başat hale gelmesinin altını çizerek yola çıkmamız gerekir.

Haberin Devamı

Aynı zamanda çok temel bir sorunun da yöneltilmesi esastır onunla ilgili muhasebede. Şakir Eczacıbaşı kültür ve sanat konularına el atmasaydı, bu alana şahsen damgasını vurmasaydı, bugüne dek nelerin yaşanmamış olacağı, nelerin eksik kalacağı sorusudur bu.

Yanıta 1950’lilerin gazete arşivlerine uzanıp, İngiltere’de eczacılık öğrenimi görmüş bir gencin Türkiye’ye döndüğünde gazeteciliğe el atıp Vatan Gazetesi’nde çıkarttığı “Sanat Yaprağı” adındaki kültür ekinin sayfalarında dolaşarak başlayabilirsiniz. Daha sonra Sinematek’in kuruluşundaki rolünü ve bir fotoğraf sanatçısı olarak çıktığı serüveni de unutmamak gerekir.

Ama yukarıdaki soruya verilecek yanıtta, ağabeyi Nejat Eczacıbaşı’nın büyük bir vizyonla kurduğu ve önemli ölçüde ailenin ismiyle özdeşleşen İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) daha da ileri götürülerek geçirdiği büyük dönüşümde oynadığı belirleyici rol özellikle ön plana çıkmalıdır.

* * *

İKSV, Şakir Eczacıbaşı’nın 1993’te yönetimi tümüyle üstlenmesi sonrasında bir ağacın ana gövdesi üzerinde büyüyüp serpilmesi, yeni dallar açıp ortalığı kaplamasındaki gibi muazzam bir gelişme göstermiştir. Öncesinde, İKSV’nin başlatmış olduğu etkinliklerin bazıları da bizzat Şakir Eczacıbaşı’nın sahiplendiği organizasyonlardı. Örneğin 1989’da başlayan İstanbul Tiyatro Festivali’nin başarısının gerisinde onun şahsi ilgisinin rolü büyüktür.

Haberin Devamı

Şakir Eczacıbaşı, İKSV bünyesinde başlamış olan organizasyonları kendi döneminde çok daha ileri noktalara taşımış, çıtayı yükselterek her birinin ayrı ayrı kurumsallaşmasını sağlamıştır. İstanbul Film Festivali’nin uluslararası bir nitelik kazanmasında, İstanbul Bienali’nin yaptığı büyük sıçramanın gerisinde hep Şakir Eczacıbaşı’nın itici gücünü görürüz. 1994’te başlayan ve artık dünyanın kendi alanındaki en önemli etkinliklerinden biri olarak kabul edilen İstanbul Caz Festivali yine onun döneminin bir projesidir.

Ve en son eseri olan, İKSV merkezinin de taşındığı Deniz Palas, en kalıcı projelerden biri olarak Şakir Eczacıbaşı’nın hatırasını İstanbul’un geleceğine şimdiden zimmetlemiştir.

Haberin Devamı

Denilebilir ki, onun döneminde İstanbul’un kültür-sanat hayatı, plastik sanatlardan caza, sinemadan tiyatroya, yeni gelişen bütün alan ve disiplinleri de içermek üzere çeşitlenmiş ve muazzam bir zenginleşme yaşamıştır.

Dünyayı İstanbul’a getirmiş, bu kentin bütün kalıpların, sınırların dışına taşıp bir dünya markası olarak hak ettiği konumu kazanmasında kültürel alanda eşsiz bir katkı yapmıştır.

Kuşkusuz Nejat Eczacıbaşı’nın miras bıraktığı vizyonun, ayrıca İKSV’deki genç ve dinamik ekibin rolü azımsanmamalıdır ama sıraladığımız bu dökümün her noktasında, onun attığı adımların, aldığı kararların izlerini, yansımalarını görmemek mümkün değildir.

Haberin Devamı

* * *

Şakir Eczacıbaşı yıllar önce “Fotoğrafya” Dergisi’ne verdiği bir mülakatta, hayata ve sanata bakışını anlatırken Bernard Shaw’ın “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” şeklindeki sözlerini hatırlatıyor.

Onun yaşamı özetle, İstanbul ve Türkiye’yi sanat ve kültürle daha çok buluşturma ve böylelikle daha katlanılabilir kılma çabasının öyküsüdür aslında.

Bazı insanlar muktedirdir, değiştirme yetenekleriyle diğerlerinden ayrılırlar. Onlar, mizaçları gereği hayatın akışına, parçası oldukları toplumun gidişine seyirci kalamazlar, ne yapıp edip müdahale ederler. Güçlü kişilikleriyle hayatı, bulundukları ortamı, çevreyi, mekânı, her şeyi değiştirmeye kalkarlar, değiştirirler de...

Haberin Devamı

Şakir Eczacıbaşı’nın tuğrasını vurduğu İstanbul, dünyaya daha sıkı sarılmış, kendine daha çok güvenen, daha modern ve daha “katlanılabilir” bir İstanbul’dur.

Yazarın Tüm Yazıları