Sabah denizden çıkan öğlen sofranıza düşer

Şimdi sayıları azalsa da bir zamanlar İstanbul'da, sokak aralarında, benim esnaf-balıkçıları diye adlandırdığım böyle lokantalar vardı. İşte İstiridye de onlardan biri.

Fındıklı'da Ak-Sigorta binasının tam yanında küçücük bir sokak var: Çelebi Hamam Sokağı. O sokakta da, dikkat etmezseniz rahatlıkla önünden geçip gidebileceğiniz küçücük bir lokanta: İstiridye.

İstiridye bir balık lokantası. Bizim bildiğimiz, gururla deniz üstüne kurulu lokantalardan farklı, denize yan duran, iki adım ötesindeki caddeye çıkmayan, beni bilen bana gelir diyen bir lokanta bu.

Şimdi sayıları azalsa da bir zamanlar İstanbul'da, sokak aralarında, benim esnaf-balıkçıları diye adlandırdığım böyle lokantalar vardı. İşte İstiridye de onlardan biri.

Floresan lambalarıyla aydınlatılan üç-beş masalı bir giriş, bir de asma-katı var.

Sahibi ünlü Karaköy balıkçısının kardeşi: Güleç, mütevazı... Ama iş balığa ve balık yemeklerine gelince; ‘‘Sabah denizden çıkan öğlen sofranıza düşer’’ diyecek kadar da iddialı.

İstiridye'de sadece öğle yemekleri yeniyor. Saat üç olunca kepenkler iniyor.

KUYTUDAKİ LOKANTA

Kesibe'nin ofisi Fındıklı'da.

Bir gün rastgele girdiği İstiridye'de yediği yemekleri o kadar beğenmiş ki, bütün arkadaşlarını teker teker İstanbul'un bu kuytu lokantasına getirmiş.

Birlikte yemek için hem Kesibe hem de Akın, hararetle İstiridye'ye gitmemizi önerdiler. İyi de ettiler.

Gittiğimde Akın gelmiş bekliyordu. Çok geçmeden Kesibe de geldi. Yemek seçimini onlara bıraktım: Balık çorbası mutlaka tadılmalıymış. Kağıtta levrek harikaymış. Dil-şiş yemeyenin gözü arkada kalırmış. Ortaya karides salatası gelmeli, sonra da helvayla devam edilmeliymiş.

Bir şişe de Berceste.

Açıkçası evde aç kurtlar gibi önüme gelen her şeyi süpüren ben, ne zaman arkadaşlarımla bir lokantaya gitsem, konuşmaktan yemeyi unuturum. Sohbet galebe çalar.

O gün istisnasız her yemeği tattım.

Ve ısrarla neden İstiridye'ye gelmemizi istediklerini anladım, İstanbul biraz da böyle saklı güzellikleri olduğu için güzel.

Laf lafı açtı. Türkiye'yi saran buluttan, puslu havayı seven kurtlardan, karamsarlığın insanı nasıl yorduğundan konuştuk.

Sonra güneş çıktı.

Karşımda birbirlerini kırk yıldır tanıyan iki dost vardı.

Onlarla, yelkenliye bindim. Akdeniz'in mavi koylarına gittim. Sonra Ege'ye geldik. Akhisar'a, fırsat bulup da bugüne kadar gidemediğim çiftliğe gittik. Lavanta tarlalarının ortasındaki çiftliğe.

Ayrıldığımızda, insan hayatındaki küçücük bir dilimin, bir öğle yemeğinin nasıl önemli olduğunu düşündüm.

Yol üstünde gevrek sesli bir Çingene mor sümbüller, başı bükük nergisler, rengarenk laleler satıyordu. Durup baktım: İçim hepsini aldı, bana bu keyfi yaşatan arkadaşlarıma yolladı.


İSTİRİDYE'NİN ÜNLÜ BALIK ÇORBASI

Orta boy bir tencereye su konur. İçine bir soğan, kabuğu soyulmuş bir limon, bir de kereviz sapı eklenerek kaynamaya bırakılır. Beyaz etli balık filetoları hazırlanır ve su iyice kaynayıp, sarı bir renk alınca içine atılır.

Diğer yanda, bir bardak sıvı yağda, üç adet domates, iki adet havuç rendesi, ince kıyılmış maydanoz ve dövülmüş iki adet sarmısakla kavrulur. İçine bir çay kaşığı nane, kekik, karabiber ve kırmızı pul biber atılır. Ayrıca iki adet yumurta, yeterince un, bir miktar da sütle bir meyane hazırlanır. Kaynayan suya atılan balık filetolarının beş dakika pişmesi beklendikten sonra, önce hazırlanan sos, daha sonra da meyane eklenip servis yapılır.


AKIN ÖNGÖR


Hayatla lades tutuşmuş, gülümseyerek ‘Aklımda’ diyor


Yüksek dağlara çıkanlar, zirve yolunun yokuş, yolculuğun yorucu olduğunu anlatırlar. Bir de çıkıştan da güç olanın iniş olduğunu.

Zirveye varınca, insanın başı döner, soluk alamazmış. Hafif bir sarhoşluk hali. Sonra alışılırmış. Tuhaf bir başarı duygusu yaşanır, gel gör ki bu duyguyu paylaşacak kimse olmazmış. Zirvede tek kişilik yer varmış: Bu serüven yalnız yaşanırmış.

Bu kadarını dinlemek bile beni dağlardan uzak tutabilir. Dağlardan ve iktidardan. Oysa yaptığı iş ne olursa olsun o işin en iyisi olmak isteyen, gözünü yükseklere diken, yalnızlıktan ürkse de zirveyi hedefleyen kadın-erkek çok arkadaşım oldu. Kimisi başardı istediği yere vardı, kimisi yoruldu yolda kaldı.

Ama doğruya doğru, hiçbiri Akın'ın yaptığını yapamadı: Akın yolun başında, daha genç bir bankacıyken kendine verdiği sözü tuttu. Çıktığı yere kalabalık çıktı. Ardında tek bir dostunu bırakmadı. Bir de, günü gelince az insanın alabildiği bir karar aldı: Yapılacak başka işler, yaşanacak başka şeyler var diyerek bu serüveni noktaladı.

Birlikte yemek yediğimiz gün, bundan sonrasını anlatırken heyecanlıydı. Önünde çıkacağı denizler, bağbozumu günleri var. Ama onu asıl heyecanlandıran yeni uğraşı. Bodrum'da Yalıkavak tepelerinde, ünlü Harvard ve Boğaziçi üniversiteleriyle birlikte, yaratıcı, parlak liderlik vasfı olan gençlere yönelik bir eğitim merkezi kuruyor. Sadece Türk gençleri için değil, komşu ülkelerdeki gençler için de.

Çok koşan zor durur derler. Akın da durmuyor. Bu işi de kotarsın, kendine yeni bir sayfa açacağına eminim.

Yemek bitti, ayrıldık. Yolda, biri çıkıp Akın'ı iki cümlede anlat dese nasıl anlatırım diye düşündüm. Herhalde;

Hayatla lades tutuşmuş, gülümseyerek ‘‘Aklımda’’ diyor derim.


KESİBE KARAOSMANOĞLU


Bir dünya kuruyor

Nasıl yapsam da size Kesibe'yi anlatsam?

Onu 60'ların Ankarası'nda tanıdım. Ankara o yıllarda tam bir bozkırdı. Biz gençler, daha doğrusu yeniyetmeler için eğlence okulla, evlerde düzenlenen toplantılarla, bir de haftasonları buluştuğumuz az sayıdaki mekanla sınırlıydı: Köşk Pastanesi, Milka.

Herkes herkesi tanır, şehre gelen her yabancı da hafif bir kuşkuyla karşılanırdı. Bir gün İstanbul'dan, bakınca ela bakan, gülünce içten gülen, bizim kurumlu kumrular gibi oturduğumuz masaların arasından fırtına gibi geçen biri geldi.

Çetrefil bir adı vardı. Ya soyadı? Ağır mirastı.

Buraya kadar sorun yoktu. Sorun; kendisinden biraz büyük ablaları sayesinde edindiği çevreydi. Şehrin bizi fasulye sayan gençleri, ona pervaneydi.

Ne mi yaptık? Gözlerimizi kıstık, kulaklarımızı diktik, kediler gibi bekledik.

Birbirimizi tırmalamak mı? Hiç tırmalamadık.

Hayata önyargısız asıldığımız yaşlardaydık.

İşte o gün bugün, benim hayatımda Kesibe var. Aynı sözleri de söyledik ayrı yollara da gittik. Hep bir adım mesafede durmaya özen gösterdik.

O, yıllarca, önce ME-SA'da sonra kuruluş aşamasındaki Printemps'da, ardından Beymen'de çalıştı. Yapıtaşı oldu. Ne zaman ki yoruldu, kendi şirketini kurdu: KALEMKAR.

Şimdi A'sından Z'sine damgasını vurduğu evler yapıyor.

Sadece ev yapmıyor, bir dünya kuruyor.

Ege'de doğan, İstanbullu olan ve gençliğini geçirdiği Ankara'yı yabana atmayan arkadaşım.

Ona bakınca, hayatiyetini İstanbul'dan, dostluk kavramını Ankara'dan, metanetini de Ege'nin ölmez ağacından aldığını düşünüyorum.

Evet, Kesibe bence budur.

Kesibe bir üsluptur.


İSTİRİDYE

Çelebi Hamam Sokak No: 4 Fındıklı

Tel: (0212) 249 43 01

Adam başı: 10-15 milyon TL
Yazarın Tüm Yazıları