TSK’yı kim yıpratıyor?

Neyi tartışmalıyız?

Haberin Devamı

“Kağıt parçası”nın kağıt parçası olmayıp, altında Genelkurmay karargâhında görevli bir kurmay albaya ait olduğu kanıtlanmış imzanın bulunduğu “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ve bu arada ortaya atılan Eylül 2007 tarihli “Bilgi Destek Planı” gibi metinlerden ötürü bunların sorumlularının hesap vermesini mi; yoksa bunların medyaya kim tarafından niçin ve neden bu “zamanlama”yla sızdırıldığını mı?

Ahmet Altan dün Taraf’taki bu “absürd” hali “Cuntayı açıklama vakti ne vakittir” başlıklı yazısında ti’ye alıyordu:

“Ne zaman ordunun içinde hukuksuz işler döndüğünü ortaya koyan bir belge yayınlansa, televizyon ve gazetelerde aynı lâflara rastlıyoruz.

‘Bu belge niçin şimdi ortaya çıktı?’

Haberin Devamı

En çok belgelerin ortaya çıkmasının ‘zamanlamasıyla’ ilgililer.

Doğrusu çok merak ediyorum, ordunun içindeki cuntaların ve darbe hazırlıklarının ortaya çıkmasının ‘en uygun’ ve ‘en doğru’ zamanı ne zamandır?

Ne zaman Türk basını bu haberleri ciddiye alabilmek için ‘müsait’ olabilir acaba?

Bu basın, neredeyse ordunun ‘mütemmim cüzü’ haline gelmiş, ordunun darbe hazırlığı yapması, içinde cuntalar barındırması onların hiç ilgisini çekmiyor.

‘Bir ordunun içinde bu cuntaları kim kuruyor, kim darbe belgeleri hazırlanması için emir veriyor’ diye soran pek yok. Sanki darbe yapmak, cunta kurmak dünyanın en doğal işi.

Onlara göre tuhaf olan bunların belgelenip gazetelerde yazılması…”

Tabii, bu saptama basının bir bölümü ve basındaki bazıları için geçerli. Ve yine tabii ki, böyleleri basında bir hayli yer kaplıyorlar. Böylelerinin medyadaki mevcudiyeti Genelkurmay’ı da kesmiyor ki, Genelkurmay Başkanlığı’nın önceki gece yayımladığı bildiri medyayı hedef alıyor.

Yani basında işgal ettikleri mevkiler ve yer “güneşi balçıkla sıvamaya” yetmediği için söz konusu cunta ve darbe ile ilişkili belgelerin medyada yer alması, besbelli Genelkurmay’ı rahatsız etmiş, bildirinin 8. Maddesinde şöyle deniyor:

“Şayet ortada delil değeri taşıyan bir belge mevcut ise, bunun bulunması gereken yerin basın organları değil, yetkili soruşturma makamları olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle, 24 Ekim 2009 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nca yapılan açıklamada adlî makamlara gönderildiği öne sürülen ihbar mektubunun, soruşturmanın gizliliği ilkesi ihlal edilerek basına sızdırılmasının ve bunun ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığının düşünülmesi gereken bir nokta olduğuna dikkat çekilmiştir.”

Haberin Devamı

28 Şubat’ta beni de hedef alan ve benzerleri daha sonra defalarca ortaya çıkan o “andıç” adındaki “kirli tertip”e ilişkin Genelkurmay tarafından bir duyarlılık gösterilseydi, “soruşturmanın gizliliği ilkesi” yerine getirilerek sorumlulara ilişkin bir işlem başlatılsaydı, Genelkurmay açıklamasının yukarıya alıntıladığımız 8.maddesi bir anlam taşırdı.

***                ***               ***

Ne yazık ki, şimdi taşımıyor. Şimdi taşımıyor çünkü bir kez daha Genelkurmay, atın önüne arabayı koyuyor izlenimi veriyor. Genelkurmay’ın okları cunta oluşumu ve darbe hazırlıklarına dair “ihbar mektubu”nun sahibine ve buna yer veren medyaya yönelik. Kendi bünyesi içinde var olduğu öne sürülen (hadi ‘anlaşılan, belli olan’ demeyelim) cunta oluşumu ve darbe hazırlıklarına ilişkin kesin bir dil kullansa, bunların Silahlı Kuvvetler bünyesinden mutlaka ayıklanacağı konusunda bir “güvence” verse, alıntıladığımız bildirisindeki o cümleler değer ifade edecekti.

Haberin Devamı

Bu kadar ciddi konularda “delillerin karartıldığı”na ilişkin güçlü bir izlenim kamuoyuna –hem de hiç haksız olmayan biçimde- yerleşmiş olduğuna göre söz konusu belgelerin basın organlarında yer alması bir “hukuk devleti ilkesi ihlali”nden ziyade ve tam tersine “hukuk devleti arayışı” için bir katkı haline dönüşüyor.

Niçin şimdi cinsinden “zamanlama” sorusunu, bu soru sürekli “esası kaçırmaya” ve “yan yollara sapmaya” yöneldiği için bir yana bırakıyorum.

Varsayalım ki, Ak Parti hükümeti “Açılım” konusunda tıkandı ve bu nedenle ağır eleştiri bombardımanı altına girmek ile yüz yüze kaldı ve bu nedenle “gündem değiştirmek” amacıyla “ihbar mektubu” ve “ıslak imzalı belge”yi su yüzüne çıkarttı; ne fark eder?

Haberin Devamı

Hükümeti devirmeyi öngören ve 2009 tarihli “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ile 2007 Eylül tarihli (yani Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül’ün seçilmesinden hemen sonra) “Bilgi Destek Planı” böylece meşrulaşmış mı olacak?

Bu “belgeler”in gerçekliği ve “gayrı meşru” hatta daha da öteye “suç” niteliği ortadan mı kalkmış olacak?

Bunları Türkiye halkı bilmemeli ve öğrenmemeli miydi?

Bu arada İstanbul Başsavcı Vekili “orijinal” olduğu iddia edilen belgenin kendilerine 12 gün önce posta yoluyla ulaştığını dün açıkladı. 12 gün geriye gittiğiniz takdirde “zamanlama”yla ilgili dolaşıma sokulan “komplo teorileri” yerle bir oluveriyor.

***                 ***                ***

Haberin Devamı

Taha Akyol’un dünkü Milliyet’te askerlere neyi, niçin düşünmeleri için yaptığı çağrıya imzamı atıyorum:

“Askerler bütün ciddiyetiyle düşünmelidir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece geçmiş darbe ve müdahalelerle değil, bu tür ‘andıç’ ve ‘provokasyon’ belgeleriyle hayli zedelenmiş bir görüntü sergiliyor. Ordunun itibarına çok zarar veren bir tablodur bu.

Dahası ‘Komutan’dan habersiz, gizli çalışmalar yapan, bilgi sızdıran, bilgi tertipleyen, bilgi yok eden, hatta komutanı yanlış bilgi veren bir ‘Karargâh’ görüntüsü vaür ortada!

… Askerler bir de şunu düşünmeli: Niye öyle birkaç yıldır değil, en azından yarım yüzyıldan beri darbeler, cuntalar, müdahaleler, provokasyonlar, andıçlar söz konusudur?

Bu problem, ‘bilgi sızmasını önlemek’ gibi teknik bir sorun değil, ‘askeri ideoloji’ ile ilgili ciddi bir sorundur. TSK artık ‘toplum mühendisliği’nin çağının geçtiğini görmeli; Harbiye’den itibaren eğitimini buna göre gözden geçirmelidir…

Yoksa?

Yoksa böyle olur işte.

TSK yıpranır. Bizzat kendi eliyle…

Yazarın Tüm Yazıları