Mahsur kalınacaksa Salopet'te kalınmalı

Hava soğuk ama güneşli. Karar verdim. Uzuuun bir yürüyüş yapacağım. Önce ver elini Bebek Sanat Galerisi. İbrahim Örs Sergisi. Sonra biraz daha gayret: Salopet.

Giyindim. Sokağa indim ve geçen ilk taksiye bindim.

O saatlerde galeri boş. Aydın henüz gelmemiş. İyi... Geçen yıl onun koleksiyonunda bir-iki İbrahim Örs tablosu gördüğümden beri bu sergiyi bekledim. İşte şimdi, tam da istediğim gibi sessiz, sakin, rahat rahat gezerim.

21 tablo sergileniyor. Ama içlerinden özellikle biri, o kedi, ağzında balık tutan kedi. Picasso'nun kedisi, o yok mu o, karşısında mıhlandım kaldım. Dik dik yüzüme bakıyor. Yüzüme de değil gözlerime. Gözümün taa içine. Bunda şaşıracak ne var? ‘‘Kediler krallara bile bakabilir, sana da elbet bakar’’ demeyin. Keşke baktığı ben olsam. Eğilip gözbebeklerini inceledim: Orada bir kadın duruyor. Ama ne kadın! Yerinde olmaya dünden razıyım.

Sonra diğer tablolar: Atın alın yazısında, bir diğerinin köşesinde, bir kıvrımın gerisinde, bizatihi kendi portresinde hep aynı kadın.

Bir de ‘‘Ne kadar Caravaggio'yu andırıyor’’ diye hafiyelik ettiğim ve tablonun adını görür görmez yerin dibine geçtiğim resim var: Caravaggio'ya Selam.

Yurtdışında yaşadığını biliyorum. Olur a, hálá buralardaysa, dönmemişse; ustalara selam gönderen, resimlerine bir kadın gizleyen ressamla tanışmak isterim. Aydın'a bir not yazdım, ‘‘Salopetteyim, gelebilirseniz sevinirim.’’

Çıktım.

SIMSICAK BİR MEKAN

Salopet, Bebek'ten Etiler'e çıkarken, soldaki beyaz köşkte yeni açılan ve İstanbul'da pek de örneğine rastlanmayan sımsıcak bir mekán.

İçeri girer girmez sizi bir renk cümbüşü karşılıyor. Duvarlarda, çilek pembesi, kırmızı desenli duvar káğıtları, her biri değişik kumaşla kaplı, farklı sandalyeler, 1950 yıllarında Rum ustaların yaptığı kulağı açık, aslan ayak, renkli 'Bergere'ler ve tombul bacaklı ahşap masalar.

Hele ortada üstünde iri bir balkabağının durduğu devasa bir masa var ki, insanda hemen etrafına dizilip İtalyan aileleri gibi cümbür cemaat, bağıra çağıra yemek yeme isteği uyandırıyor.

Burası giriş katı. Merdivenin altında bir bar (içinde sevdiğim bütün Türk şarapları var) ve iki basamakla inilen bahçe. Bahçe kış ayları için kapatılmış. Orada da uzun bir masa, gene upuzun bir kanape ve renkli puflar.

Hep böyle dipdibe diz dize mi oturuluyor diye sorarsanız, hayır. Günlük gazetelere, dergilere göz atarken huzurla kahvenizi içmek, yalnız kalmak mı istediniz? O zaman üst kata bekleriz.

RESİM SOHBETİ

Dekorasyonu Mustafa Toner yapmış. Fotoğrafları Hakan Denker çekmiş. Söylemeyi unuttum: Dört bir yanda, boy boy, çeşit çeşit, içlerinde en az birkaç tanıdığınıza rastlayabileceğiniz salopet giymiş insanların fotoğrafları asılı.

Ben Ahmet Tulgar'ın gülen resminin karşısına geçtim. Kahveye de çaya da boş verip, bir bardak şarap ve peynir tabağı istedim.

Dergiler, gazeteler... Sonra yan masada oturan birinin ‘‘Galiba kar yağacak’’ diyen arkadaşına ‘‘Yağsa da mahsur kalsak’’ dediğini işittim. Haklı. Mahsur kalınacaksa burada kalınmalı.

Sonra, İbrahim Örs'le Aydın geldi.

‘‘O kadın kim?’’ sorusuyla başlayan sohbetimiz, Velasquez'in Las Maninas'ı, Van Gogh'un postalları, yani resimle başlayıp resimle bitti.

Uzun sürdü çünkü araya Rothko girdi.


SALOPET'İN ŞEFİ MEHMET USTA'NIN KREMALI TAVUĞU

2 adet kemiksiz tavuk göğsü 3 adet kemiksiz tavuk budu, parmak şeklinde kesildikten sonra bir diş sarımsak, birer çay kaşığı kuru fesleğen, kırmızı toz biber biraz tuz ve karabiberle ayçiçek yağında marine edilir. Sonra pişirilir.

Ayrı bir tavada, az haşlanmış ıspanak, hazırlanıp doğranmış 1 baş soğan, 1 kırmızı dolmalık biber, 2 sivri biber, biraz mantar, 2 diş sarımsakla sote edilir. İçine bir küçük kutu krema ve rendelenmiş çedar peyniri ve tavuklar eklenerek servis yapılır.


SALOPET

Adres: İnşirah Cd. Bebek Deresi Sk. No: 1 Bebek

Tel: 0.212 257 10 53

Fiyatlar: Salopet bir cafe. Bir kahve de içebilir, mükellef bir yemek de yiyebilirsiniz. Kahve içerseniz 4 milyon. Yemek yerseniz 20-25 milyon arası ödersiniz.


İBRAHİM ÖRS: RESSAM


Göçmendi, göçebe oldu


‘‘40 yaşında karar verdim. Ya kalıp kariyer yapacaktım. Ya gidip resim’’ diye anlatıyor. 80'li yılların başında, akademinin Bedri Rahmi atölyesinde, bir elinde bitirmesi gereken tez, ötekinde rengárenk bir palet, seçim yapmak zorunda kalmış.

Önce bocalamış, ama sonra resim ağır basmış.

15 yıldır Kopenhag'da oturuyor. Başlangıçta resim satıp yaşarım diye düşünmüş, olmamış. Sonra bir düzendir kurulmuş.

Resim dersleri, İassos'ta Danimarkalı öğrencileri için açtığı yaz okulu derken yıllar geçmiş.

Ardında her tuali en az üç kez boyayarak açtığı birçok sergi, ‘‘Göçmendik, göçebe olduk’’ dediği bir hayatı var.

Karşımda da, kendisine daha fazla zaman ayırabilmek adına resim dışında her şeyden istifa ettiğini söyleyen bir adam, bir ressam.

Öyleyse, rastgele!


AYDIN POLATCAN: RESİM ALAN


İlk resim hayatına

ilk günah gibi girdi


Bir kitap okuyunca hayatı değişen roman kahramanları gibi Aydın'ın da hayatı aldığı ilk resimle değişti.

Bu sevdaya düşmeden önce ‘‘Harmonie’’ adlı şirketinde, ortaklarıyla -ismi üstünde- uyum içinde yaşayıp giderdi.

Ne zaman ki o ilk resim hayatına ilk günah gibi girdi. Sabahtan akşama kadar, teknik, mekanik, Barko, kısaca benim hiçbir zaman anlamadığım o karmaşık sistemlerle uğraşan adam gitti, yerine müzayedelerden çıkmayan, sergileri kaçırmayan biri geldi. Resim topladığı yetmedi, galeri açtı. Galeri küçük geldi, genişletti.

Allah'tan, ne yaşama sevinci ne komikliği -tahtalara tık tık- hiç değişmedi.

Şimdi, sabahtan akşama kadar şirkette, akşamları galeride, başkalarının bırakın gerçekleştirmeyi aklına bile getirmediği hayalleri hayata geçirmekle uğraşıyor.

Bana sorarsanız, rüyalarında da resim topluyor.
Yazarın Tüm Yazıları