“Gerçek”lerden kaçış yok...

Askeri Savcılık’tan “hukuk” ve “adalet” çıkmayacağını daha önce yazmıştım. “Askeri Savcılık”a güvenilemeyeceğini gerekçeleriyle açıklamıştım. “Belge” konusunda verdiği hüküm, kullanılan her türlü “hukuki laf kalabalığı”na rağmen bu kanaatimizi teyid etti.

Haberin Devamı

“Belge” gerçek mi, sahte mi tartışmasına konu. Türkiye’de süregelen siyasi mücadelenin tarafları, mücadele aldıkları pozisyona göre “Belge”nin gerçek ya da sahte olmasını temenni ediyorlar, etmekle kalmayıp gerçek ya da sahte olduğunu iddia ediyorlar.

“Askeri Savcılık”ın verdiği hüküm, Genelkurmay’ı bu kapanmamış tartışmada “siyasi taraf” durumuna oturtuyor. Genelkurmay, “Belge”nin “sahte” olduğu imasıyla bizzat Başkanı’nın ağzından daha işin en başından açıklama yapmıştı. Genelkurmay Başkanı, açıklamasını, “Askeri Savcılık”ın hiç inandırıcı olmadan, hukuki eleştirileri davet eden, konuyu doğru dürüst araştırmadan verdiği sinyallere dayandırmıştı.

“Askeri Savcılık”ın önceki gün verdiği “hüküm”ün “Belge”nin ortaya saçılmasından hemen sonra yaptığı açıklamadan özü itibarıyla hiçbir farkı yok. Tek fark, sözcük adedinde ve “hukuki sos”a bulandırılarak sunulmasında.

Haberin Devamı

Nitekim, “Belge sahtedir” temennisinde olan kesim, “Askeri Savcılık” hükmünün üzerine hemen atıldı. CHP adına yapılan açıklamaya bakın;  Grup Başkan Vekili Hakkı Süha Okay, “Bu sahte belgeyi kim imal etti?” diye soruyor. “Belge”nin sahte olduğunu çoktan belirlemiş bile. “Kim sahte belge ile kurumlar arasında gerginliğe neden oldu? Kim yandaş medya kuruluşuna servis etti ve Türkiye’nin gündemini meşgul etti?” diye sorularını sürdürüyor.

Kim size “Belge”nin “sahte” olduğunu söyledi?

“Askeri Savcılık”ın verdiği hükümden böyle bir sonuç çıkıyor gerçi ama bir de biz soralım, “Niçin Askeri Savcılık’a inanıyorsunuz?”

***                    ***           ***

Biz inanmıyoruz. İnanmamız için yeterince sebebimiz var?

1998 Andıç’ının sorumluları hakkında, “Askeri Savcılık”ın kovuşturma yaptığını duydunuz mu? Üstelik, Genelkurmay onu itiraf etmişti. Hatta bir eski Genelkurmay Başkanı daha çok kısa bir süre önce, o Andıç’ın yanlış olduğu söyleyip özür dilemişti. Özür yetmez. O “Andıç” bir suçtu, peki Genelkurmay o suça ilişkin olarak ne yaptı bugüne dek.

Dahası var. Bugünlerde tartışılan “Belge”nin altındaki imzasının sahte olup olmadığı tartışılan Deniz Kurmay Albay, Sivil Toplum Örgütleriyle ilişkili utanç verici ve 2006 tarihli bir başka “Andıç”ın altına imzasını atmıştı. O “Belge”nin ve altındaki imzanın gerçekliği, sahteliği hiç tartışılmadı. 2006 STK Andıçı ve imza sahibi Albay Dursun Çiçek ve o andıçın hazırlanmasında sorumlu komutanları hakkında ne gibi bir işlem yapıldı?

Hiç.

Haberin Devamı

Yine basına düşen o meşhur “Lahika”nın akıbeti ne oldu? Sorumlularına ilişkin bir yaptırım uygulandı mı?

Hayır.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Albay Dursun Çiçek, şu son “Belge”ye ilişkin “Askeri Savcılık”ta verdiği ifade de, bugüne dek attığı imzalardan çok farklı bir imza attı. “Askeri Savcılık” nedense “imza sahtekarlığı” diye nitelendirilmeye uygun davranış üzerinde hiç durmadı.

Hukukta “karine” diye bir “ilke” vardır; geçmiş tecrübe, askeri otorite bünyesinde şu son “Belge” gibi “çalışmalar” yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Albay Dursun Çiçek’in “andıçlar” ile “sıhriyeti” de ortada. Bütün bunlar, “Askeri Savcılık” tarafından hiç nazar-ı itibara nedense alınmıyor.

Haberin Devamı

Bütün bunların sonucu olarak, ister istemez, Genelkurmay’ın bu “Belge” konusunu kapatmak gibi bir davranış içine girdiği izlenimi birçok insanın kafasına şimdiden yerleşmiş durumda.

Bu davranışın Genelkurmay’ın kamuoyu nezdinde hayli yara almış inandırıcılığını daha da yaraladığını görmek gerekiyor. Genelkurmay Başkanı, “hukukun üstünlüğü” ilkesine bağlı bir askeri otoriteyi oluşturmak için eline geçen fırsatı kullanamamışa benziyor.

***                   ***                   ***

Günlerdir İran konusunda yazdıklarımızla, “Belge”ye ilişkin Türkiye’deki fotoğraf arasında benzerlik böylece bu noktada ortaya çıkıyor. İran’da geldiğimiz nokta, seçimlere hile karıştığı iddialarının gerçek ya da sahte olması değil. O nokta aşıldı. İran’daki rejim, İran halkı ve tüm dünya kamuoyu önünde “inandırıcılığı”nı yitirdi. Onunla birlikte de “meşruiyeti”ni.

Haberin Devamı

İran’da şu andaki gerçek bu. Tüm dünyanın önündeki İran gerçeği, İran halkının inandırıcılığını yitirmiş olan “baskı rejimi”ne karşı ayağa kalkmış olduğu gerçeği.

Türkiye’deki durum ile benzerlik ise, “otorite”nin “inandırıcılık sorunu”nun ortaya çıkmasında.

“Askeri Savcılık”ın önceki açıklamasıyla birlikte “inandırıcılık sorunu” Genelkurmay’ın üzerinde kalmış durumda.

Öyle üzerinde kalmış durumda ki, o “Belge” gerçekten “sahte” olsa bile, genel algılama “konunun örtbas edilmek istendiği” olunca, “Belge”nin gerçekliğinden daha önemli olan, ortada gezinen bu yeni “gerçek” oluyor.

Neyse ki, “hukuki süreç” henüz kapanmadı. “Askeri Savcılık”ın verdiği hüküm, “sivil yargı”nın da işini zorlaştıracak olmakla birlikte, konunun peşinden gidilmesi imkanı hala mevcut.

Haberin Devamı

Bu durumda, iş dönüp dolaşıyor “siyasi irade”nin üzerine yıkılıyor. “Siyasi irade” tümüyle “Belge” konusunun aydınlatılması için “sivil yargı”nın arkasına konulmazsa, yani hükümet de “inandırıcılığı”nı yitirirse, Türkiye işte o vakit ciddi bir “demokrasi krizi”ne girer.

Vardığımız nokta kısacası şudur:

Ya “Belge”nin gerçekliği kanıtlanacak ve gereği yapılacak; veya “Belge” konusu “sahte” muamelesi görerek üstü kapatılacak.

Bu da kamu vicdanında “Belge”nin “gerçek” olarak algılanması demek olacak.

Türkiye’de sürdürülmek istenen “vesayet rejimi”nin kaçacak yeri “Askeri Savcılık” sayesinde pek kalmadı. Hukuki hamhum şaraloplar, artık “gerçek”in üzerine örtmeye yetmiyor.

Ne İran’da, ne Türkiye’de...

 

Yazarın Tüm Yazıları