Ege’den İran’ı izlemek...

Üç gündür önümüzde uzanan lacivert bir deniz ve mimari estetiği bozan tek bir yapının bulunmadığı küçük bir köy görüntüsü. Amerika’dan, Avrupa’dan, Ortadoğu’dan gelen 100’e yakın insan bu güzel fonda uluslararası gündemin üst sıralarında yer alan sorunları tartışıyoruz.

Haberin Devamı

Halki Adası, Yunanistan’ın sayısız adasından biri, Oniki Adalar içinde yer alıyor ve Rodos’un Türkiye’ye değil, ters yöne bakan yönünde. Birkaç metre önümüzdeki lacivert deniz ufkunu Rodos’un güneybatı bölümü kesiyor.

Aramızda uluslararası siyasetin tanınmış bazı isimleriyle birlikte her yıl düzenlenen Halki Uluslararası Semineri’nin 20.sindeyiz. Daha birkaç gün önce Pakistan’ın yakıcı sıcağında Pencap-Kuzeybatı Sınır Eyaleti arasında gidip gelmiş, göz ufkuna Afganistan’ın kuş uçmaz kervan geçmez dağlarını almış benim gibi birisi için “kültür şoku” sayılabilecek bir Ege atmosferi söz konusu. Türk ya da Türkiyeli olunca sorun yok; başka kimselere pek nasip olmayacak bir uyumluluk hali geçerli.

Haberin Devamı

Bu olgu, Türkiye’nin eşsiz “kültürel coğrafyası” ve fiziki coğrafyasıyla ilgili. Pakistan’ın Müslüman ortamında, Afganistan’ın kuzeyinde Orta Anadolu’nun ikiz kardeşi gibi benzeri alanında kendimizi ne kadar “evimiz”de hissediyorsak, bizim Ege kıyı kasabalarından birinden mimari estetik hariç hiçbir farkı olmayan bir Yunan Adası’nda da öyleyiz biz. Ne de olsa, aynı zamanda, Doğu Akdenizliyiz.

Uluslararası gündemin tartışılan her konusunun içinde de varız. Konu başlıklarından biri zaten “Türkiye’nin ABD ve AB ilişkileri ve bölge politikasına izdüşümü” ile ilgili rolüne ilişkin.

Konu, Pakistan ve Afganistan olduğunda ağzımızı ne denli rahatlıkla açabilecek bir siyasi eksende yer alıyor isek, Ortadoğu ve İran tartışıldığında, Avrupa-Amerika boyutu söz konusu olduğunda da öyleyiz.

***                  ***           ***

Ege’nin lacivert sularının yanıbaşındakulaklar, dikkatler İran’a dönük . İran’da son günlerinin gelişmeleri, konu İran olunca, tüm uluslararası sistemin bugünü ve yarınını ilgindiren ve etkileyen önemde.

İran’ın bir numaralı şahsiyeti Ali Khamenei’nin Cuma hutbesinin ardından ABD Başkanı Barack Hussein Obama’nın söylediği noktadayız. Obama, Cuma günü CBS’e verdiği mülakatta “İran hükümeti, dünyanın kendilerini izlediğini anlamalıdır” dedi. Evet, tüm dünya İran’ı izliyor; biz de öyle yapıyoruz.

Haberin Devamı

Obama, İran liderlerinin, barışçıl yollardan sesini duyurmak isteyen İran halkına nasıl davranacağının “İran’ın ne olduğunu ve ne olmadığını” ortaya koyacağını da sözlerine eklemiş ve Khamenei’nin konuşmasının “tonundan” kaygılandığını bildirmişti.

Bu arada, Halki Semineri’nin konuşmacıları arasında bulunan tanınmış bir uluslararası şahsiyetin Khamenei’nin konuşmasına ilişkin ilginç bir gözlemine aktarmalıyım, “Konuşma tarzı ve içeriğine bakıldığında, İran yönetiminin olaylardan paniklediği anlaşılıyor. Krizleri çözmek için olabilecek en kötü durum, yöneticilerin paniklemesidir” dedi.

Amerikan Yönetimi, inatla İran’daki gelişmelere net tavır almaktan uzak duruyor. İran kadar karmaşık yapıya sahip olan bir ülkede, gelişmelerin yönü belirsizliğini korurken, İran liderlerinin “İran’ı dış güçler, yabancı parmaklar karıştırmak istiyor” gerekçesine sığınmalarının önüne geçmek istiyor.

Haberin Devamı

Bir önceki yazdığımı tekrar etmeliyim; İran’ın ne yönde ilerleyeceğini henüz kimse bilmiyor, İranlılar bile. Ancak, konunun “seçimlerin adil yapılıp yapılmadığı”nın ötesine geçildiği aşikar. Doğrudan doğruya, İran İslam Cumhuriyeti’ne damgasını vurmuş olan “Velayet-i Fakih” adı verilen “Rehber”in yani Ali Khamenei’nin konumu tartışmalı hale gelmiş vaziyette.

Yani, sorun, Ahmedinejad mı, Mir Hüseyin Musavi mi sorusunun cevabını aşmış gibi görünüyor. Ve, gelinen noktada Khamenei’nin “moral üstünlüğü”nü, bir anlamda “iktidar meşruiyeti”nin tartışılır olduğuna gelip dayanmış vaziyetteyiz.Zaten “Rehber”in hiç yapmadığı bir şekilde Cuma namazı kıldırması ve “siyasi hutbesi” ile seçimlere ve Ahmedinejad’a arka çıkması, kendi konumunun içine girdiği “çıkmaz”ın bir yansıması.

Haberin Devamı

Khamenei’nin kendisini gelişmelerin önüne siper etmesineve gösterilerin acımasız biçimde bastırılmasını bildirmesine rağmen, gösteriler devam ederse, 1979’a benzer bir “devrim” ortamının oluşmaya başladığı söylenebilir.

Nitekim, Humeyni’yi iktidara taşıyan o 1979 günleri gibi, insanlar Tahran’da ev çatılarından “Allah-ü Ekber” diye seslenerek rejime başkaldırıyorlar. Söz konusu dinamik hareketini sürdürdüğü takdirde, gelişmeler Mir Hüseyin Musavi’nin de, Mehdi Karrubi’nin de, Muhammed Hatemi’nin de, Haşimi Rafsancani’nin de denetleyebileceği sınırlar içinde kalmayabilir.

Ne olabilir?

Halki toplantılarında birtakım gözlemcilerden işitildiğine göre bir “Tienanmen tekrarı” yaşanabilir.Çin’de Beijing’de Tienanmen Meydanı’ndaki kanlı bastırma hareketine yapılan gönderme bu.

Haberin Devamı

1989’da Tienanmen Meydanı’nda 15 Nisan’da başlayan gösteriler nihayetinde 4 Haziran günü kanla bastırılmış, 2500 kişi ölmüş, 10 bine yakın kişi yaralanmıştı.

Çin’de 1989’daki “Tienanmen Katliamı” ile rejime muhalefet bastırılarak, o gün bugündür suskunluk sağlanmıştı.

İran’da aynı şey olabilir mi?

***               ***          ***

Olabilir. Olabilir ama; 1) 1989’da değil 2009 yılındayız. 2) Söz konusu olan Çin değil İran.

Dolayısıyla, ya İran’daki rejim temellerinden sarsılacak veya bir “İran Tianmen’i” yaşanarak rejim sağlama alınacak. Ancak, her iki halde de, İran, asla geçen haftaki İran olmayacak.

İran, tıpkı Türkiye gibi, jeopolitik özellikleri ve gerek kültürel ve gerekse siyasi etkileri bakımından kendi sınırlarından daha büyük, daha geniş bir ülke. İran sarsıntısı, ister istemez, Irak’ta, tüm Körfez’de, bu arada Lübnan’da, Ortadoğu dengeleri üzerinde ve sonuç olarak tüm uluslararası sistem üzerinde etkisini gösterecek.

Lübnan’da son seçimlerden sonra nüfuzu kırılmış, geriletilmiş Hizbullah’ın sarsılmış bir İran ile birlikte yakın gelecekte, bildiğimiz etkisini göstermesi mümkün mü?

İran’ın Irak üzerindeki rolü eskisine oranla zayıflamayacak mı?

İran’ın “trafo”sunu oluşturduğu Ortadoğu’da bir “Şii hilali”nden söz etmek, eskisi kadar güçlü bir vurguya sahip olabilecek mi?

İran’ın içeriye dönmesi ve geçirdiği sarsıntıdan ötürü –gelişmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın- Suriye ile birlikte oluşturmuş olduğu “bölgesel eksen” aynı nüfuzu koruyabilecek mi?

İran’ın, ister istemez, boşaltmak zorunda olduğu her “nüfuz alanı”na Türkiye’nin, yine ister istemez, çekilebileceğini hesaba katıyor muyuz?

Varsayalım ki, İran “şiddete başvurarak” rejimini ayakta tuttu. Daha şimdiden “iktidar meşruiyeti” ağır yara almış komşumuz, uluslararası sistemde hesaba katılabilir olmak için, Batı karşısında daha “uzlaşmacı” mı, yoksa tam tersine tehlikeli boyutlarda “daha agresif” mi olacak?

Bunlar cevap bekleyen sorular ve soruların cevabını tarih yazarken, İran ve İran halkının kendisi verecek.

O nedenle, şu yaz ortası Ege’nin lacivert sularının kenarında da olsak, nefesimizi tutarakİran’ı izleyeceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları