Ergenekon ve müttefikleri ve dış dünya

“Ergenekon nedir?”in öyle uzatmadan verilecek kısa cevaplarından biri şu olabilir: “İktidar değişikliğini askeri darbe yoluyla arayanların, bu amaçla askeri darbeyi gerekli ve meşru kılacak ortamı hazırlamak için yürüttükleri faaliyetlere ve bunun örgütlenmesine verilen isim.”

Haberin Devamı

Bu bir tarif. Tariflerden biri. “İktidar değişikliği”ni “askeri darbe yolu”yla aramanın nedeni, Ergenekoncu güçlerin asla (evet, asla) seçimle iktidara gelemeyecek olmaları. Bunu bilmeleri.

Ama söz konusu bu “bilgi”lerinden daha da önemlisi, mevcut siyasi iktidarın Türkiye’de harekete geçirebileceği dinamiklerin yol açacağı “ideolojik metamorfoz”un Ergenekoncu güçlerin temel dayanağı olan “bürokratik elit”in ve kendisini ideolojik olarak “laik/Atatürkçü” diye tanımlayan “eski orta sınıf”ın geleceğini karartığını bilmeleri.

Bütün bu “bilgiler”, söylemde sözde bir Atatürkçülüğün yanısıra, yöntemde Makyavelizm’in önünü ardına kadar açıyor. Amaca giden her yol mübah olacağı için, kitlesel cinayetler, alçakça suikastlar, kahpe tuzaklar, topluluklar arası çatışmalar, ülkenin milli servetine yönelik sabotajlar; bunların tümü Ergenekoncular nezdinde mümkün olabilir.

Haberin Devamı

Siyaset dilinde buna kestirmeden “istikrarsızlaştırma” deniyor. Ve Ergenekon’un “dış konjonktür talihsizliği” tam da bu noktada başlıyor. Zira, dış konjonktürün “istikrarsızlaşan” bir Türkiye’ye hiçbir tahammülü yok. Tersine, “istikrarlı” bir Türkiye talep ediyor.

 

***       ***     ***

 

Soğuk Savaş dönemlerinde, Ergenekon tipi örgütlenmeler ve faaliyetlerle “askeri darbe”ler mümkündü. Bunu, en başta, “sistemin iç disiplini” gereğiyle “kamp liderleri” ister ve onaylardı. Türkiye’de 27 Mayıs 1960’dan bu yana her askeri darbede ya Amerikan parmağı ya da en azından Amerikan onayı ve bilgisi bulunduğuna kimsenin itirazı yoktur.

Sovyet blokunda da işler sarpa sardığında, ya Sovyetler Birliği’nin askeri işgali söz konusu olurdu (Macaristan 1956 ve Çekoslovakya 1968) veya Sovyet destekli asker yönetime el koyardı (Polonya 1981).

Soğuk Savaş’ın sona ermesininden (1989) ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının (1991) ardından ABD önderliğindeki kampın “askeri darbe” usulleri de değişti. Eğer bir tartışmasız “Üçüncü Dünya ülkesi” değilseniz, eğer bir nebze “Batı ülkesi” gibi kabul görüyorsanız, 27 Mayıs ya da 12 Eylül tipi askeri darbelere ABD izni artık olamazdı.

Haberin Devamı

O yüzden, ne olacaksa28 Şubat süreci türü olmak zorundaydı. Türkiye’de 1990’ların sonlarındaki 28 Şubat, kendinden başka bir askeri müdahale tarzına “Amerikan izni olmadığı” için, olduğu gibi olabilmiştir. ABD’nin o dönemdeki yönetiminin bilgisi dahilinde olmuştur. Amerika’nın en üst düzey yetkililerinin özel görüşmelerde “askerin iktidara doğrudan el koymasına izin vermediklerine” ilişkin övünmelerini bile işittik.

28 Şubat’ın parlamento açık kalarak, kağıt üzerinde “demokratik işleyiş”e uygun görünen ama demokrasiye faul yaparak gerçekleştirdiği iktidar değişikliğinde yeni iktidar denklemi Süleyman Demirel’in himayesinde “Mesut Yılmaz-Hüsamettin Cindoruk-Bülent Ecevit” üçgeninden oluşturulan koalisyon ile sağlanmıştı. (Son iki haftadaki gelişmeler bakıldığında, eski niyetler hortlatılmak isteniyor der misiniz?)

Haberin Devamı

2003-2004 yıllarında askerin en üst kademelerindeki darbe çalışmalarının gizlenecek bir yanı kalmadı. O darbe girişimleri, “28 Şubat postmodern darbe” tarzından ayrılıp, Soğuk Savaş’ın kaba ve “modern” darbe tipini yeniden canlandırmak gibi bir budalalık yaptıkları için olmadı.

Zaten, Özden Örnek darbe günlüklerinde, Şener Eruygur ve arkadaşlarının “darbe niye olamıyor?” sorusuna verdikleri cevaplarda, “Amerika istemiyor” değerlendirmesini yaptıklarını okuduk.

2003-2004 yıllarında George W.Bush yönetiminin vermediği “yeşil ışık”, 2009 yılında Barack Obama tarafından hiç yakılacak değil. 2009 yılında 28 Şubatvari ve sözde demokrasiden yana bol sayıda sivil aktörlü, asker destekli, “Ergenekoncular ile dayanışma” üzerine inşa edilmiş bir “iktidar değişikliği süreci”ne Washington izni yok.

Haberin Devamı

 

***        ***       ***

 

Obama, ilk ikili ziyaretini yaptığı ülkenin o ziyaretinden iki ay sonra kan gövdeyi götüren, istikrarsızlığa sürüklenecek bir ülke olduğunu sezse, öyle bir ziyareti Türkiye’ye yapar mıydı? Yapmayacak idiyse, Türkiye’nin öyle bir güzergaha girmesine de bigane kalamayacağını, kalmayacağını bir köşeye yazın.

Irak başta, Ortadoğu’da istikrar için, en az Ortadoğu kadar önemli Afganistan-Pakistan hattında istikrar için işbirliğine güvendiği Türkiye’nin “istikrarsızlaşarak iktidar değişikliği”ne yönelmesi, Obama Amerika’sının hesaplarına uymaz ve zarar verir.

Dolayısıyla, Şener Eruygur değil de, 28 Şubat yöntemleriyle bile olsa, Türkiye’de “istikrarsızlık” üzerinden “iktidar değişikliği”ni Amerika’yı karşıya alarak yapmak zorunda Ergenekon ile dayanışmacılar.

Haberin Devamı

Ayrıca, AB ile “müzakere süreci”ne girmiş “katılımcı aday üye”de, bırakın Ergenekonculuğu, 28 Şubat türü “Ergenekon müttefikliği”ne sempatiyle bakılmaz. Bunların gittiği yoldan gerçekleştirilecek “iktidar değişikliği”ne AB damgalı “onay belgesi” verilmez.

28 Şubat’ın, Türkiye’yi “aday üye” ilan ederek AB yolunu açan 1999 Kopenhag Zirvesi’nden önce gerçekleştiğini unutmayalım. 2009’da bir 28 Şubat replikasına Sarkozy ve Merkel’e rağmen imkan yok.

AB’de 2009’un ikinci yarısında İsveç’in dönem başkanı olacağını ve Türkiye ile ilgili gelişmelerin, Türkiye’yi en iyi tanıyan ve savunan Carl Bildt’in nezaretinde olacağına dikkatinizi çekmek isterim.

Ergenekonculuğa ve “Ergenekon müttefikliği”ne AB’den de ekmek yok.

Bu çevrelerin ABD ve AB karşıtlığı malum. Ancak, küresel mali kriz ortamında ve küreselleşme çağında “Çılgın Türkler”e güvenerek ne iktidarda kalabilir, ne iktidara gelebilirsiniz.

 

***           ***            ***

 

Ergenekon kafasının güvendiği dağlar Rusya’da. Rusya’nın ise (Rusya göründüğü kadarıyla Putin ve bir ölçüde Medvedev ise) Türkiye’de Tayyip Erdoğan’dan daha güvenilir bir ortağı yok.

Türkiye, önümüzdeki dönemin büyük projelerinden olan Rusya-İsrail-Hindistan enerji bağlantısında kilit. Hazar ötesi petrol ve doğal gazın Batı’ya geçişinde Rusya tekelinin kırılmasını sağlayacak rakip olarak görülse de, Rusya’nın Kuzey-Güney hattındaki başlıca ortağı gibi.

Türkiye, bir yandan “Doğu-Batı” siyasi-ideolojik fay hatlarının, diğer yandan Doğu-Batı ve Güney-Kuzey enerji geçiş hatlarının üzerine yerleşmişken, bu ülkenin karışması ve karıştırılması 2000’lerin şu döneminde dış dünyada kimsenin işine gelmiyor.

İki hasım kampın kendi içine doğru kapanabildiği Soğuk Savaş dönemi değil; Türkiye’nin AB üyeliği öncesinde 28 Şubat’ların mümkün olabildiği 1990’lar değil. Türkiye, ‘Üçüncü Dünya” değil.

Siyasi iktidar, AB ile ilişkileri canlandırdıkça ve canlı tuttukça, içerde “anti-demokratik” bir sapkınlığa girmediği ve ekonomiyi berbat etmediği takdirde, Ergenekon’a da, “Ergenekon müttefikleri”ne de Türkiye’de ekmek yok.

Dışarıda hiç yok.

Yazarın Tüm Yazıları