Çürümüş bedenlerin canlanması...

İnsanın taşımakta zorluk çektiği kocaman ve ağır cildi açınca ilk sayfasının başında Ömer Hayyam’ın dizeleriyle karşılaştım:

“Ellerine kili alan şu çömlekçiler, akıllarını başlarına alsınlar da bir düşünsünler!

Haberin Devamı

Ne vakte kadar o kili yumruklayacaklar, tekmeleyecekler, dövecekler?

Yumrukladıkları, tekmeledikleri, dövdükleri kil, çürümüş bedenlerin toprağıdır,

ne sanıyorlar?”

O kocaman ve ağır cildin kapağında “Ateşin Oyunu” yazıyor. Sadberk Hanım Müzesi’nin müdürü Hülya Bilgi tarafından hazırlanmış “Sadberk Hanım Müzesi ve Ömer M. Koç Koleksiyonlarından İznik Çini ve Seramikleri” ile ilgili harikulade bir görsel ve yazılı bilgi deposu.

12 Nisan’da İstanbul’da Büyükdere-Sarıyer arasında açılan ve 11 Ekim’e dek sürecek olan “İznik Çini ve Seramikleri” sergisini gittim gördüm. Ailenin bir yanı İznik kökenli olduğu için İznik’le ilgili herşey beni ilgilendirir öteden beri. İznik dendiğinde ilk akla gelen elbette ki paha biçilmez çinileri.

Çininin kökü adı üzerinde Çin. Yine ailevi nedenlerden ötürü, birkaç yıldır bir ayağımız Çin’de olduğu için, Çin icadı olan seramikler, bu arada bizim İznik çinisi, Çin porselenleri, seladon, ilgi alanımıza girdi. Çini, Çin-Türkiye hattında adeta bir “ortak payda” olarak bireysel dünyamızda yer etti.

Haberin Devamı

Çin’den yola çıkıp İpek Yolu’nu izleyerek, İran’da konaklayarak Anadolu’ya ulaşmış çini. Alın size “Medeniyetler İttifakı”. Ve, anlaşılan “küreselleşme” bugünkü formunda olmasa bile, insanlık tarihinin her evresinde bir şekilde varmış. İznik çinisi insana bunu öğretiyor.

İznik’te çini yapımının özellikle renk kullanımı ve estetik bakımından zirve yaptığı dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak dönemine, 16. Yüzyıla denk düşer. Bir buçuk yüzyıl sonra, Osmanlı ekonomik ve siyasi düşüşüyle birlikte, İznik’de çini üretimi de yok olmaya yüz tutmuştur. Bu nedenle, İznik’te çiniciliğin yakın geçmişte canlandırılması girişimleri, özellikle ilgimi çekmişti. İznik çinilerinin yeniden hayat bulmasını, adeta, Türkiye’nin yeniden yükselmeye başlaması gibi algılamak istemişti zihnim.

 

***          ***        ***

 

İznik’e sık biçimde, özellikle babamı orada toprağa verdikten sonra gelip gitmeye başladığımda beni en fazla çeken Eşref Eroğlu ile buluşmak ve sohbet etmek dürtüsü idi. Benden bir kaç yaş büyük bir “halk filozofu” idi Eşref Eroğlu. İznik’te doğmuş, başka yerde yaşamamış ve İznik çiniciliğini canlandırmak için kollarını sıvamış ve tüm ailesini bu amaçla seferber etmişti.

Haberin Devamı

Çocukluğumda büyükbabamın İznik’teki evinde kaldığım odanın camından az ötedeki Eşrefzade Camii görünürdü. Minaresi elimle uzanıp tutacağım kadar yakın gelirdi. Şimdi o sokağın üzerindeki tabelada büyükbabamın ismi yazıyor. Minareni çevreleyen eşsiz çini desenine çintemani dendiğini, çintemaninin Osmanlı sultanlarının kaftanlarını süslediğini Eşref Eroğlu’dan öğrendim yıllar sonra.

“Ateşin Oyunu” başlıklı İznik çini ve seramikleri sergisini gezdiğim vakit, Hülya Bilgi’nin –eser demek gerek- mükemmel kitabında çintemaninin pars beneklerini simgelediğini, kaplan postu çizgisini simgeleyen peleng motifleriyle birlikte Kanuni Sultan Süleyman’ın nakkaşbaşısı Şah Kulu döneminde bu “klasik Osmanlı uslubu”nun yaygınlaştığını öğrendim.

Haberin Devamı

Çini konusunun, bitmez tükenmez bir bilgi ummanı olduğunu yeniden fark ettim. En önemli özelliği “gizem”i ve herkesin ulaşamadığı “gizleri” olmalı. Örneğin, o kırmızı rengi tutturabilmek imkansıza yakın zor bir iştir ve kimse bunun “giz”ini hala pek bilmiyor. Son zamanlarda nedense “turkuaz” denmeye başlanılan ve Türkiye’yi simgelemek için kullanılan o “firuze” rengin öylesine tonlaması da keza.

Bütün bunları bana Eşref Usta anlatmıştı.

Çini, onun için sadece bir teknik çalışma değildi. Bir “felsefe” meselesiydi. Şu sözler ona aittir: “Hadise maddeyle tarif edilebilseydi bugün modern teknoloji bunun en güzellerini yapıyor oldu. Niye hala İznik kırmızısı, İznik motifleri. O günkü Anadolu’da yaratılan yaradandan ötürü hoş görmek, her millete aynı gözle bakmak, dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin her şeyi kucaklamak, sevmek, düşünce yapısı neyse İznik çinisinde işlenen motiflerin de günümüzde bize verdiği mesaj budur.”

Haberin Devamı

Eşref Usta, birkaç yıl önce hiç beklenmedik biçimde bu dünyadan ayrılınca, dünyada çok kişinin belki de farkında olmadığı bir büyük boşluk oluştu.

Ta ki, Ömer Hayyam’ın “Ellerine kili alan şu çömlekçiler, akıllarını başlarına alsınlar da bir düşünsünler... Yumrukladıkları, tekmeledikleri, dövdükleri kil, çürümüş bedenlerin toprağıdır, ne sanıyorlar?” dizesini “Ateşin Oyunu” kitabının girişinde okuyana dek.

Eşref Usta, acaba Ömer Hayyam’ın bu dizelerinden haberdar mıydı?

 

***       ***        ***

Toprağı altındakiler, her vakit üzerinde yaşayanlardan daha çoktur. Hep öyle olacaktır. Çininin, “çürümüş bedenlerin toprağının dövülmesi” olduğunu yeni kavradım. Ruhun cismanileşmesi ve o cismin üzerinde nasıl elde edildiğinin gizemini taşıyan renklerle ruhu canlandırması hali!

Haberin Devamı

Kudüs’te Kubbetüssahra’nın göz kamaştırıcı yüzünde İznik çinileri. Işıl Akbaygil’in İznik Vakfı’nın ürettiği çiniler, Beyrut’un göbeğinde Refik Hariri’nin inşa ettirdiği camiiyi süslüyor. Sultanahmet Camii’nde, Süleymaniye’de, topraklarımızdaki her yerde ölümsüzleşen güzellikleriyle hayatımızın içinde. Bizlerden sonrakilerin de hayatlarına girecek “çürümüş bedenlerin toprağının dövülerek” ustaların elinde renklenerek şekillenen o güzellikler.

Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, ruhunuz sıkışmışsa ya da kafanız karışıksa, gidin görün “İznik çini ve seramikleri” sergisini...

Yazarın Tüm Yazıları