Şehitler Katliamı

Diyarbakır-Mardin arası bir saat. Yolun yarısında rakımı 1000 metreyi bulan Mazıdağ Geçidi vardır. Oralarda bir yerlerde yolun Mardin yönüne göre sol tarafında çıplak bir tepenin üzerindeki yatırı görmemek mümkün değildir. Sultan Şeyhmus, o efsanevi coğrafyanın bölgeye ayağını her basanın haberdar olacağı efsanelerinden biridir.

Haberin Devamı

Bir seferinde şoförümüz Sultan Şeyhmus ile ilgili olarak bana öyle fantastik bir öyküyü öyle ciddiyetle anlattı ki, “Gerçekten öyle mi olmuş?” diye sorduğumda tereddütsüz “He” dedi, “büyüklerimiz anlatmıştır.”

Sözün bitmesi gereken yer. “Büyükler” öyle anlattıysa öyledir. Bölge insanın bir yanıyla naifliği, bir yanıyla mistik-efsanelere tutkusu fazlasıyla Sultan Şeyhmus civarında mevcuttur.

Şu 44 kişilik katliamın cereyan ettiği “Bilge Köy”, Sultan Şeyhmus’un hemen orası imiş. Orada tek bir şey olabilemez; töre gereği kan banyosu.

Öyle bir töre yok zaten. Bir dini ziyaretgah bölgesinde zaten cinayet olamaz. Üstelik, katiller ile maktuller –zaten hepsi çok yakın akraba- hep birlikte geçen yıl Hacc’a da gitmişler.

Haberin Devamı

Neyin nesi bu olan peki?

Bunun “metaforik” bir cevabı, köyün adı ile ilgili. “Bilge Köy”! Tabii ki, asıl adı o değil. Köyün yörede herkesin bildiği adı, Zanqırt imiş. Benim de üyesi olduğum ve 6000 üyeli Diyarbakır elektronik posta grubuna ta ABD’den yazan Diyarbakır’ın Hançepek’inden Yervant Bostancı, “Yervant Yılmaz olursa; Zanqırt da Bilge Köy olur” diye noktayı koydu.

Mazıdağ yakınlarındaki mini-katliam, Kürt sorununun içine sokulduğu feci durumun utanç verici bir yansıması.

 

***            ***          ***

Ölenler de öldürenler de akraba “korucular”. “Koruculuk”, kökü geçen yüzyıla giden bir yerel örgütlenme biçimi. PKK’ya karşı devletin 1985 yılında kanunla yerel güçleri silahlı örgütlenmede toplaması keyfiyeti. Bölgeyi saran “şiddet iklimi”nin bir ürünü.

Korkunç toplu cinayetin, töre ile, din ile ilgisi ne kadar olamaz ise, bölgedeki “şiddet iklimi” ile ilişkisi o kadar kesin.

Yaklaşık çeyrek yüzyıldır Güneydoğu’da korucular var. Resmi rakam 57 bin. Üzerinde genel bir mutabakat olan rakam 70 bin. Bu sayıyı 85 bine çıkaranlar da mevcut.

Yani, her bir silahlı PKK mensubuna 10 korucu düşüyor.

Koruculara NATO’nun ikinci büyük askeri gücünü oluşturan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önemli bir bölümünün Güneydoğu’da konuşlanmış bulunduğunu düşünün. Bu sayıya polis ve jandarma, güvenlik kuvvetlerini de ekleyin ve sorun: “Neden, nasıl PKK güvenlik anlamında ortadan kaldırılamadı? Bu işte bir yanlışlık yok mu?”

Haberin Devamı

Çünkü, hesap ortada.

Koruculuk sisteminin kökü geçen yüzyılda Sultan II.Abdülhamit dönemindeki Hamidiye Alayları’na uzanıyor. Oradaki amaç, daha ziyade Müslüman Kürtlerin devlet tarafından örgütlenmesiyle aynı bölgede yaşayan ve isyan ortamında bulunan Ermenilere karşı kullanılmasıydı.

Bölgede Ermeni kalmadığına göre, korucuların varlık nedeni, Kürtleri PKK’ya karşı silahlandırarak örgütlemek. PKK aşiretlere karşı olarak yola çıkmış olduğuna göre, koruculuk yapısı esas olarak arkaik bir Ortaçağ sosyolojisini yansıtan aşiretçiliğin devlet aracılığıyla güçlendirilmesi demek. Öyle oldu.

Aşiret içi incir çekirdeğini doldurmayacak ihtilafların çözüm yöntemiyse, “şiddet coğrafyası”nda devletten alınan destek sayesinde, işte “Bilge Köy”deki gibi olur. Öyle oldu.

Haberin Devamı

Murat Belge, “Sonuçta ‘arkaik’, ‘modern-öncesi’ bir yapıdan söz ediyoruz. Bu anlayışın temelinde, “iti ite kırdırma’ yöntemi yatar ki, deyim kaba bir deyimdir, aman işin mantığını çok iyi özetler. Bu ‘arkaik’ olduğu kadar ‘çirkin’ anlayışla modern dünyanın sorunlarını çözemezsiniz. Mardin’deki facia, anlayışın da, yöntemin de, niteliğini ve sınırlarını ortaya koydu” diye yazdı.

Peki, Devlet Başkanı Abdullah Gül’ün de olaydan çok üzüldüğünü bildiğimize göre, devlet, bu faciadan gerekli dersi çıkaracak mı?

Hayır.Çıkartmayacak.

Çıkartabilmesi için devlet zihniyetinin değişmesi gerek. Ortada öyle bir durum henüz görünmüyor.

 

***             ***           ***

Haberin Devamı

Köy koruculuğu kaldırılsın sesleri oradan buradan yükseliyor. Bunların başında İnsan Hakları Derneği geliyor. İHD’nin bu konuda şöyle diyor:

“Kanuna göre olağanüstü hal ilanını gerektirecek sebeplere bağlı olarak şiddet hareketlerinin köyde veya çevresinde artması hallerinde geçici köy korucusu bulundurulabileceği belirtilmiştir. Yasal olarak OHAL kalktığından, bu sistemin de kalkması gerekmektedir. Güvenlik kuvvetleri için belirlenmiş görev, sorumluluklar ve yaptırımlar bunlar için öngörülmemiştir. Bu durum başlı başına bir asayiş sorunu haline gelmiştir. Kürt sorununda barışcıl politikaların uygulanabilmesi için bu sistemin kaldırılması gerekir. Geçici köy korucusu bulunduran köylerde şiddete dayalı bir kültür oluşmuştur. Bu kültürün etkileri giderek Türkiye’ye yayılmaktadır. (Bkz. Bilge Köy örneği! cç)”

Haberin Devamı

İHD bu açıklamayı yaparken, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Cemil Çiçek, DTP’ye gönderme yaparak “DTP’lilerin kaldırılsın demesi bile kaldırılmamasının en önemli gerekçesi” diyor!

Sivil yönetim öyle düşünüyor da, askeri yetkililer farklı mı? Onların nasıl düşündüğü en çarpıcı biçimde 14 Nisan’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un şu sözlerinde yansıyor:

“Geçici ve gönüllü köy korucuları, bölücü terör örgütüyle mücadelede görev ve sorumluluk üstleniyor. Bugüne kadar 1335 şehit verdiler. Geçici ve gönüllü köy korucularının devletin yanında bu mücadelede yer alması, sorunun bir etnik çatışma olmadığının ve bölücü terör örgütünün bölge halkının desteğini sağlayamadığının çok önemli bir göstergesi.”

Anlayacağınız köy korucuları, sadece güvenlik işlevi nedeniyle değil, asıl olarak “ideolojik argümanlar” bakımından devletin muhtaç olduğu bir yapı.

Gerçi, bir devleti devlet yapan “güç kullanma tekeli”ne sahip olmasıdır ve bu korucular örneğine bakıldığında, “gücün sivilleştirilmesi” ya da “özelleştirilmesi” gibi bir devleti devlet olmaktan çıkartan bir yön de var ama neyse...

Genelkurmay Başkanı’nın söylemine bakılırsa başka ve ciddi bir sıkıntı daha var; eğer 44 kişinin katledildiği olay olmasaydı o sıkıntının farkına varmayacaktık.

Ne mi o sıkıntı?

Dil.

1335 şehit vermiş bugüne dek köy korucuları. Şehit.

“Şehadet’in “devletleştirilmesi” hali.

Peki, Bilge Köy’de öldürülenler ne? Eli silah tutanları korucu olduklarına göre “şehit” olmaları gerekiyor. Ne var ki, öldürenler de korucu. Yani, “şehit adayları”!

Yandaki köyden –ya da aynı köyden de olabilirler- olup dağa çıkmış olanlar “ölü olarak ele geçirilenler” oluyor- herhangi bir sosyolojik-etnik-dini farklılık göstermeyenler ise sırf siyasi nedenlerden ötürü “şehit” olabiliyor.

Bu dil değişmedikçe, ama daha önemlisi bu dile hükmeden zihniyet değişmedikçe sorun çözülemeyecek.

Bu arada unutmayalım, İHD istatistiklerine göre köy korucularının Ocak 1990-Mart 2009 arası sicili: 38 köy yakma, 14 köy boşaltma, 12 tecavüz, 183 öldürme, 259 yaralama, 562 işkence, 70 gasp, 50 infaz. Bir başka istatistik, köy korucularının 4993’ünün 18 yıl zarfında 2640 suça karıştığını, yaklaşık 5000’inin kız kaçırma, ırza geçme, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından yargılandığını ortaya koyuyor.

Köy korucuları yılda devlete 227 trilyona mal oluyor.

Kolay gelsin!

Yazarın Tüm Yazıları