24 saat önce, 10 yıl sonra, 10 gün kala...

Barack Hussein Obama’nın denizaşırı ilk ikili temasını yapmak üzere Türkiye’ye gelişinden 10 gün önce, bundan 10 yıl önce Obama’dan bir önceki Demokrat Amerikan Başkanı’nın Türkiye’ye ilişkin nasıl bir değerlendirme yaptığını hatırlamakta yarar var.

Haberin Devamı

Bill Clinton, Türkiye’ye ayak basmadan bir hafta önce Berlin Duvarı’nın yıkılışının 10.yıldönümü (yani Soğuk Savaş’ın sona erişinin) nedeniyle 8 Kasım 1999’da Georgetown Üniversitesi’ne bir konuşma yapmıştı. Konuşmasının en dikkat çekici bölümlerinden biri, Türkiye ile ilgili söyledikleriydi:

“Yaklaşmakta olan yeni yüzyılın (21.Yüzyıl) büyük ölçüde Türkiye’nin kendisini, geleceğini, bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağı ile şekilleneceğine inanıyorum. Zira Türkiye Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya’nın kavşağında bir ülkedir ve gelecek, eğer Türkiye tümüyle Avrupa’nın bir parçası ve istikrarlı, demokratik, laik bir İslam ülkesi olması olabilirse, daha iyi şekillenecektir... Avrupa ve Müslüman dünya barış ve uyum içinde Türkiye’de buluşabilir ve yeni binyılda (millenium) rüyalarımızdaki geleceğin gerçekleşmesi şansını sağlar.”

Haberin Devamı

Az buz laflar değildi bunlar. Türklerin kulağına hoş gelsin diye, Ankara ya da İstanbul’da da söylenmemişlerdi. Washington’da, üstelik konusu Türkiye olmayan bir konuşmada söylenmişti.

Clinton’un bu sözcüklerini bir kez daha okuyun ve daha sonra 1999-2009 arası Türkiye’sinde ne oldu; bugün neredeyiz, bir düşünün.

Clinton, o sözleri söylediğinde Tayyip Erdoğan hapisten yeni çıkmış, Ak Parti’nin kendisi değil, esamesi bile ortada yoktu.

Clinton o konuşmasından bir ay sonra Helsinki Zirvesi’nde (Aralık 1999) Türkiye, AB’nin “aday üyesi” ilan edildi. 2002’de seçimleri yüzde 34 ile Ak Parti kazanarak tek başına iktidar oldu. 2004’te Brüksel Zirvesi, Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakerelerinin başlamasını kabul etti. 2005’te müzakereler başladı. 2007’de askeri ve askerci sivil müdahalelere rağmen, Ak Parti yüzde 47 ile bir kez daha seçim kazandı. 2008’de askeri darbe girişimleriyle gerçekleştirilemeyen “yargı darbesi” yoluyla yürürlüğe konmak istendi. İktidar partisi hakkında kapatma, Başbakan’ı siyasetten men etme davası açıldı.

2009’da Clinton’dan bir sonraki Demokrat Amerikan Başkanı Obama’nın Türkiye’ye gelmesine iki hafta kala, 2003-2004 yıllarına dayanan “askeri darbe girişimi”, Ergenekon davası kapsamında, Türkiye tarihinde ilk kez yargılanmaya başlandı!

Haberin Devamı

Nerelerden nereye, hangi istasyonlardan geçerek geldiğimizi görürseniz, Türkiye’nin önünü daha iyi sezebilirsiniz...

 

***                  ***           ***

 

Tekrar Clinton’a dönelim. Georgetown Üniversitesi’ndeki 21.Yüzyıl’a bakış açısı yansıtan o “tarihi” konuşmadan bir hafta sonra Bill Clinton, Türkiye’dedir ve Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşmaktadır:

“Bir Amerikan Başkanı bundan sonra Müslüman geleneğe sahip bir ulusa seslendiğinde, herbiri çok değişik ülkeler olan Endonezya ve Nijerya ve Fas’taki ilerlemenin medeniyetler çatışmasını boşa çıkartmakta bizlere yardım etmiş olduğunu söyleyebilmesini umarım.”

Haberin Devamı

Araya 11 Eylül (2001) girdi. Cumhuriyetçi George W.Bush yönetimi Amerika ile özellikle İslam dünyası, tüm dünyanın ilişkilerinin parametrelerini değiştirdi. Barack Obama, belli ölçülerde bir “devamlılık”ı kaçınılmaz olarak sergileyecek olmakla birlikte, George W.Bush döneminin “reddi” olarak orta adı “Hussein” olan, çocukluğu Endonezya’da geçmiş, Amerikan tarihinin “ilk siyah başkanı” olarak 20 Ocak 2009’da Beyaz Saray’a oturdu. Denizaşırı ilk ikili temasını ise, görev süresinin ilk üç ayı dolmadan Türkiye’ye yapacak. Bu da, Türk-Amerikan ilişkileri ile Amerikan aşkanlarının sicil tarihinde bir ilk.

Clinton, TBMM’de 15 Kasım 1999’da yaptığı konuşmada Türkiye’nin “tarihi rolü”nden şöyle söz etmişti:

Haberin Devamı

“İyi ya da kötü, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı ve bir yeni Türkiye’nin doğduğu dönemdeki olaylar bu yüzyılının (20.Yüzyıl) tümünün tarihini biçimlemişti. Bulgaristan’dan Arnavutluk’a yeni uluslar doğdu ve değişen sınırlar, gerçekleşmemiş ihtiraslar ve eski nefretlerin yol açtığı, ilk Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’yla başlayarak günümüzde Ortadoğu’daki mücadelelere ve eski Yugoslavya’ya ulaşan çalkantılardan bir çatışma yüzyılı fışkırdı. Türkiye’nin geçmişi 20.Yüzyıl’ı anlamanın anahtarıdır. Ama daha da önemlisi, Türkiye’nin geleceğinin, 21.Yüzyıl’ın nasıl biçimleneceğini anlayabilmemiz açısından, kritik değer taşıdığına inanıyorum.”

Haberin Devamı

Bunlar da az buz laflar değil. O günlerde bunlara dikkat etseydik, sonraları hatırlasaydık; arkamızda bıraktığımız 10 yılı, 10 yıl içinde yaşadığımız serüveni, bugünü daha iyi anlar, geleceği daha iyi sezer, bugün ve gelecek için daha özgüvenli olabilirdi. Belki...

 

***            ***         ***

 

Barack Hussein Obama, 10 gün sonra Ankara ve İstanbul’da olacak. Ankara’da tıpkı Bill Clinton gibi TBMM’de konuşacak. Konuşmasının her satırını dünyanın ve kendimizin gelecekteki encamını sezebilmek için dikkatle izlemeliyiz.

İstanbul’da olduğu sıra, bir BM projesi olan ve eşbaşkanlığını Türkiye adına Tayyip Erdoğan’ın ve İspanya adına Zapatero’nun yaptığı ve birçok dünya şahsiyetinin hazır bulunacağı “Medeniyetler İttifakı” toplantısına denk gelecek.

Yeni Amerika’nın dünyaya önemli yeni mesajlar iletmesi vesilesi. Bizim için özellikle önemli olan ise “küresel sistem”de “Türkiye rolü”nün eskizlerinin çizilmesi, Türkiye’nin 21.Yüzyıl’ın şekillenmesinde oynayabileceği, kendisinden oynaması istenen “büyük rol”ün “senaryo”ya nasıl yerleşeceğinin ipuçlarını görebilme vesilesi.

Zamanlama daha isabetli olamaz. Clinton, Türkiye’ye ayak bastığı sırada, Türkiye’nin AB bağlantısı kafdağının ardından sisler arasında kaybolmuş duruyordu. Bugün Türkiye AB’nin “katılım süreci”nde. Şunun şurasında 48 saat önce ilk kez bir Türkiye Cumhurbaşkanı Brüksel’de AB’ye resmi ziyarette bulundu.

Bugünkü Türkiye, en büyük sorunu olan Kürt sorununun çözüm rotasına girebileceği doğrultusunda umut kıpırtılarını bugüne dek olmadığı ölçüde uyandırmış bir halde. 20.Yüzyıl’dan devraldığı en büyük “moral sorun” olan “1915”in incitici anılarıyla yüzleşmeye doğru yol alıyor. Bu çerçevede, Ermenistan ile sınırların açılması, diplomatik ilişkilerin kurulması eli kulağında.

Türkiye’de Ortadoğu’da, bölgeyi terkettiği 1918’de bile sahip olmadığı kadar parlak bir profilde. Kafkasya dediğiniz yer Türkiye’siz telaffuz edilemiyor. Keza Balkanlar.

Geleceğin en önemli ortak refah projesi olan enerji transit yolları üzerinde oturuyor Türkiye. Son dönemlerin 1929’dan bu yana en büyük mali ve ekonomik krizi tüm kaçınılmaz olumsuz etkilerine rağmen –kim ne derse desin- Türkiye’yi ayakları üzerine çökertemiyor.

Belki de en önemlisi, bu ülkenin “DNA”sı sayılan “militarist” kimliğinin gölgesindeki “ikinci sınıf demokrasisi”, Ergenekon davası sayesinde “birinci sınıf” olmaya doğru eline fırsat geçiriyor. Batılıların Türkiye’ye her daim alaycı ve “Oryantalist” yaklaşımlarına konu olan “askeri darbe ve müdahaleler zinciri”, sivil uzantılarına da uzanarak, ikinci Ergenekon iddianamesiyle birlikte kırılıyor.

İnsanlar, son günlerde olup-bitene inanamaz bir halde, yarı-gizli bir mutluluklabirbirleriyle “çok, çok önemli şeyler oluyor” diye konuşuyorlar.

Teferruatla helak olup esası kaçırmayalım.

Yarın, 24 saat sonra genel seçim kıvamında bir yerel seçim var.

Türkiye halkı, ülkesini raydan çıkartacak bir sonuç üretmez. Kendisine sorulduğu her vakit, günün verili şartlarına en uygun biçimde sağduyusunu sergilemiştir.

Bu kez de öyle olacak.

Obama’nın gelişine bir hafta kala...

(Not: Obama gelene dek, benim yazılara bir hafta izin...)

Yazarın Tüm Yazıları