Celal Talabani ile “PKK’nın silahsızlandırılması”na dair…

Celal Talabani, Abdullah Gül ile konuşmasından çıktı geldi. Son kez New York’ta altı ay önce görüşmüştük.

Abdullah Gül ile görüşmesinden bir gün önce. Bu kez, Irak Cumhurbaşkanı’nı, Türkiye Cumhurbaşkanı ile görüşmesinden on-onbeş dakika sonra gördüm. İki  cumhurbaşkanı haftaya Bağdat’ta yine birlikte olacaklar.
Talabani, Başbakan Tayyip Erdoğan ile de pazar gecesi İstanbul’a gelir gelmez bir araya gelmişti. İki lider son kez geçen yılın Temmuz ayında Bağdat’ta Türkiye ile Irak arasında “stratejik işbirliği” protokolü imzaladıklarında görüşmüşler, Tayyip Erdoğan ile birlikte, Talabani’nin Başbakan onuruna verdiği akşam yemeğinin ardından Türkiye’ye dönmüştük.
Talabani’nin uzun bir aradan sonra geçen yıl başlarında Ankara’ya “Irak Cumhurbaşkanı” sıfatıyla ilk kez gelmiş olduğunu ve o ziyaretin ardından Ankara ile Irak Kürtleri arasında son yıllarda oluşmuş buzların kırılmaya başladığını hatırlatalım.
Şimdilerde, Talabani’nin taraf olduğu en üst düzeyde ikili temaslar, artık ahval-i adiye sayılmaya başlandı. Talabani’nin gelmesi, Talabani ile görüşmek neredeyse “haber değeri”ni yitirir oldu. İstanbul Swiss Otel’deki odasında bu olağanlığa ve sıradanlığa dikkat çekiyor ve 1991’de Ankara’ya Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın onayı ile gizlice geldiği günleri gülerek hatırlıyor ve hatırlatıyor.
Irak’ın Kürt cumhurbaşkanının yakın çevresince bilinen temel özelliklerinden biri eski dostlarına ilişkin “vefa duygusu”dur. Bunu Türkiye’ye her gelişinde ortaya koydu. Zor günlerde, kendisiyle bir zamanlar görüşmenin kişiyi “şaibeli” kıldığı o geçmiş dönemlerde tanıdığı ve Türkiye ile ilişkilerinde yol almasında rol oynayan insanları hiçbir zaman ihmal etmedi. Daha önceki Türkiye’ye gelişlerinde olduğu gibi yine benim dışımda, Hasan Cemal, M.Ali Birand ve İlnur Çevik ile bir araya gelmek istedi. Öğle yemeğinde buluştuk.
Ne mi konuştuk?
Herkes Talabani ile konuşulduğunda neyi merak ederse, tabii ki, onu konuştuk.
En ziyadesiyle merak edilen “PKK’nın silahsızlandırılması” konusuydu. Onu, tabii ki, konuştuk…
***                     ***             ***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir hafta önce “Kürt sorununda önümüzdeki dönemde iyi şeyler olacak” sözü yeterince ve anlaşılır bir heyecan uyandırmıştı. Tayyip Erdoğan ve Türk muadili ile görüştükten sonra Irak’ın Kürt Cumhurbaşkanı’nın bu konuda söyleyecekleri olmalıydı.
İki hususa özellikle vurgu yaptı:
1. Dönem silahlı kurtuluş mücadelesi yapılması dönemi olmaktan çıktı. Artık herhangi bir amaca ulaşmak için silah yerine, siyasi yöntemler, diplomasi, kitle hareketleri vs. ve özellikle iletişim araçları kullanılıyor. Çağımız iletişim çağı. Mao’nun Che Guevara’nın, Ho Chi Minh’in dönemine değiliz. Dolayısıyla, PKK’nın silahlı mücadele yürütmesinin zemini kalmadı. Bu gerçeği giderek PKK’lıların önemli bir bölümü de anlamaya başladı. Bu idrak, “PKK’nın silahsızlandırılması” bakımından yeni bir ortam oluşturuyor.
2. Bu amaca uygun olarak ya Nisan ayı sonunda veya Mayıs ayında muhtemelen Erbil’de Irak, İran, Suriye, Avrupa’dakiler ve Türkiye’deki Kürt partileri bir konferans toplayacaklar ve mevcut şartları göz önüne alarak, PKK’ya “artık silahları bırakması” çağrısını yöneltecekler. Bu fikir, özellikle, Mesut Barzani’ye ait ve söz konusu konferans onun inisyatifi ile ve Türkiye’nin bilgisi ve hatta “yeşil ışığı” ile toplanacak.
Celal Talabani, Türkiye’nin Kürtlerinin sabırlı olması gerektiğini, sorunun zaman içinde, adım adım, bir anlamda “evrimsel” gelişmeler ile çözüm rotasına gireceğini ve kendilerinin de buna destek olacağını söylüyor.
Türkiye’de yakın geçmişte bu yönde atılan adımları çok olumlu bulduğunu ve önemsediğini söylerken, TRT-6’ya özellikle vurgu yapıyor. “Bir Türk Başbakanı’nın bir cümle dahi olsa, Kürtçe hitap etmesi yakın geçmişte bile düşünülemez bir şeydi” diyor. TRT-6  ile birlikte “Kürt kimliğinin inkârı” politikasının sona erdiğini ve bunun iflâs ettiğinin ortaya çıktığını, gelinen noktanın küçümsenemeyecek önemde olduğunu belirtiyor.
Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki “yakınlaşma”nın en büyük belirtilerinden biri, Mesut Barzani’nin Türkiye’deki yerel seçimlerin ardından Türkiye’ye gelmesinin beklendiği. Talabani’nin bu yöndeki hazırlıklardan haberi  var ve “Mesut Bey’in yakında Türkiye’ye geleceğini” doğruluyor.
Amerikalıların veya Türkiye’nin, kendilerinin de rol alacağı bir “Kürt sorunu çözüm plânı” var mı?
Ortada “plân” olarak söz edilmesini gerektiren bir belge ya da çalışma olmadığını Talabani ile konuştuğunuz vakit anlayabiliyorsunuz. Bir takım “yol gösterici ilkeler” var.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani, yeni Amerikan yönetiminin Kürt sorunu ve bu arada Türkiye-Irak Kürtleri yakınlaşmasına ilişkin yaklaşımı konusunda iyimser. Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ı, Ulusal Güvenlik Başdanışmanı General James Jones’u ve kendi deyimiyle “Hillary Hatun”u yıllardır gayet iyi tanıdığını söylüyor. General Jones’un Kürt sorununun “askeri çözümü olmadığı” düşüncesinde olduğunu, bu düşüncesini NATO Başkomutanlığı döneminden yakın çalışma arkadaşları olan Türk Genelkurmay yetkilileriyle de paylaştığını ifade ediyor.
***              ***               ***
Celal Talabani’yi tam 36 yıldır tanıyan birisi olarak onun en temel özelliğinin “ezeli ve ebedi” bir iyimser olduğuna tanıklık edebilirim. Irak ve geleceğine ilişkin tam da bu özelliğine uygun bir profil çiziyor. “Bağdat’ta artık gece 12’ye dek insanların sokaklarda, restoranlarda olduğunu” anlatıyor ve hepimizi ısrarla Bağdat’a davet ediyor.
Obama ile Başkan seçilmeden önce iki kez Bağdat’ta görüşmüş. Geçenlerde yaptığı telefon konuşmasında Obama kendisine, “Eğer son kez geldiğimdeki gibi bir yemek sofrası hazırlarsanız, Bağdat’a gelir konuğunuz olurum” demiş, Talabani, “Daha iyisini hazırlarız” karşılığını vermiş. “Türkiye ziyaretinin hemen ardından bakarsınız atlayıp Bağdat’a gelir” diye yakın gelecekte Obama ile görüşme umudunu yansıtıyor.
Dönelim, “PKK’nın silahsızlandırılması” konusuna; Türkiye’de Kürt sorununun çözümü bakımından en büyük gelişme kuşkusuz o yönde atılacak adım olacak. Hasan Cemal, her daim “iyimser” Talabani’ye “yüzde kaç ihtimal?” diye soruyor.
Talabani, şöyle bir duraksamadan sonra “yüzde 60” diyor.
Talabani’nin iyimserliğini hesaba kattığınız takdirde, hayli düşük bir yüzde.
“Fifty-Fifty” olmadığına bakarsanız, hatta yüzde 51-49 oranından bile hayli yüksek olduğunu hesaba katarsanız, umuda devam…
Yazarın Tüm Yazıları