Steve, ben közlenmiş patlıcanın sosuna biraz tahin katmayı severim, demez mi!

Geçen yaz İstanbul'un sıcaktan kavrulduğu günlerden birinde, telefonumu ortak bir arkadaşımızdan aldığını, adının Steve Yaşar olduğunu söyleyen biri, Boston'dan aradı.

Yaklaşık dört ay sonra İstanbul'a geleceğini, ardından neresi olduğunu asla anlamadığım bir yere gitmek istediğini söylüyor, bu konuda kendisine yardımcı olup olamayacağımı soruyordu.

Hava sıcak, serde Türklük arada çok sevdiğim bir arkadaşım var. Fazla düşünmeden ‘‘Buyrun gelin, elimden geleni yaparım’’ mealinde bir şeyler söylediğimi, içimden de ‘‘O güne kadar kim ölee kim kala’’ diye geçirdiğimi hatırlıyorum.

Ekim ayında ikinci telefon. Bilet alınmış, Büyük Londra Oteli'nde yer ayırtılmıştı. Birkaç gün içinde İstanbul'a gelinecek, buradan da o meçhul diyara gidilecekti. Acaba kendisine bir rehber bulabilir miydim? Haa, bir de eğer mümkünse bir Bizans uzmanıyla tanışmak istiyordu. Baktım iş ciddi. Ben daha nereye gidileceğini bile kavrayamamışım, ne kadar tekrar ederse etsin, anlaşılan kavrayamayacağım, ‘‘Steve’’ dedim, ‘‘Rica etsem heceler misiniz?’’ Elimde kalem bekliyorum M.A.L.A.Z.G.İ.R. O daha son T'yi söylemeden başıma ne geldiğini anlamıştım anlamasına ya, yapacak bir şey yoktu. Ölürdüm de geleneksel konukseverliğimize hálel getiremezdim.

MEĞER VİNÇ İSTİYORMUŞ

Şimdi bir insan neden Boston'dan kalkıp Malazgirt'e gider? Düşünüyorum, içinden çıkamıyorum. Soyadımız Yaşar ya herhalde oralardan göçmüş birilerinin ahvadı dedim.

Peki neden bir Bizans uzmanı ister? İşte orası muamma.

Aslına bakarsanız, daha ortak arkadaşımızın adı telaffuz edildiğinde kuşkulanmalıydım. Çünkü sözkonusu kişi, yıllar önce uzun süre kaldığı Mısır'dan ülkesine dönerken ucuz diye bir Rus gemisine binmiş, üçüncü günün sonunda geminin Marsilya'ya değil Odessa'ya gittiğini anlayıp, canhıraş beni aramıştı. ‘‘Figen’’ demişti, ‘‘İstanbul'da inmek istiyorum, ama bana mutlaka bir 'grue' bulman lazım.’’ Nasıl yani diye sorarken, telefon çat diye kesilmişti. Şimdi, 'grue' Fransızcada yosma demek. Hayırdır inşallah deyip söz ettiği gün Karaköy Limanı'na gittiğimde sorunun, arabasının kıyıya indirilmesi olduğunu anlamış ve grue'nün ikinci anlamını ölene kadar unutmamak üzere öğrenmiştim: Vinç.

Şimdi itiraf etmeliyim ki, Bizans uzmanı istemek vinç istemekten daha makul bir talep. Ancak memleketimizde vinç bolluğu kadar uzman bolluğu olmadığı da bir gerçek.

Ne yapsam diye dört dönerken aklıma Aydın Uğur geldi. ‘‘Aydın’’ dedim, ‘‘Türk asıllı bir Amerikalı ata topraklarını ziyaret etmek için Malazgirt'e gidecek. Ona bir rehber ve bir Bizans uzmanı bulabilir misin?’’ Otuz yıldır başına benzer garabette işler açtığım arkadaşım şaşırmadı bile, ‘‘e-mail'imi ver bana yazsın’’ dedi. O kadar.

Büyük bir yükten kurtulmuş, Steve'i emin ellere teslim etmiştim.

Malazgirt dönüşü Steve aradı. O kadar mutluydu ki, bal çanağına düşmüş arı gibi vızıltılar çıkarıyordu. Dönmeden önce bizi görmek, teşekkür etmek istiyordu. Anlattığına göre Aydın, İstanbul'da gerekli bütün bağlantıları sağlamış, rehber olarak da Gül Pulhan'ı küçük bir doğu turu yapmaya ikna etmişti. Şimdi söyleyin: Madem Malazgirt'e gidilecek, kim ayağının tozuyla Oxford'dan yeni gelmiş bir Ön-Asya arkeoloğuyla gitmek istemez?

Ben Malazgirt macerasını dinlemeye hevesliyim ama Aydın hem o akşam hem de ertesi akşam dolu. Parmağımı kıpırdatmadan gelen bu hayranlığı da 'içime sindiremiyorum. ‘‘Steve’’ dedim, ‘‘Yarın akşam Bebek'te Poseidon lokantasında buluşalım. Ama bir şartım var. Benim konuğum olacaksınız ve bu yemek üstüne bir yazı yazacağım. Anlaştık mı?’’ Anlaşmıştık. Ama küçük bir pürüz vardı. Birbirimizi nasıl tanıyacaktık? Tam elinizde Boston Clobe gazetesi, yakanızda karanfil olsun diyeceğim çözüm ondan geldi: ‘‘At kuyruğum var.’’

SIKI BİR YEMEK MERAKLISI

Kararlaştırdığımız saatten önce lokantaya gittim. Niyetim, iyi bir masa seçmek ve bir yabancıya ilginç gelecek yemekleri önceden ayarlamaktı. Bir de ne olursa olsun şaraptan başka bir içki içmeyeceğimizi belirtmek. Deneyimlerime dayanarak söylüyorum: Nedense İstanbul'a gelen her yabancı rakı içme hevesine kapılır. ‘‘Aman hızlı içmeyin, çarpar’’ demenize fırsat kalmadan da çarpılır.

Şef Selman Usta ile lakerda, közlenmiş patlıcan, hamsi ızgara ardından da salata ve balıktan oluşan seçimin doğru olduğuna karar verdik. Tam küçük küçük masayı donatıyorlar, Steve geldi. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz faslından sonra ilk şokumu yaşadım. Patlıcan salatasını tatmakta olan Steve'e nasıl bulduğunu sorduğumda, ‘‘Ben sosuna biraz tahin katmayı seviyorum’’ demez mi?

Boston'da tahinin köşebaşındaki bakkalda satılmadığı aşikár. Ardından İspanyolların ahtapotu kızartmadan önce şarapta dinlendirdikleri falan derken, Steve'in yemek yapmayı çok sevdiği, gittiği her ülkeden yığınla malzemeyle döndüğü ortaya çıktı. Bu kadarla kalsa iyi.

Yaşar diye bellediğim soyadı O'Shea olup, Türk asıllı Amerikalı değil. İrlanda asıllı Kanadalı imiş. Uzun yıllar yaşadığı Paris'te ünlü İngiliz ve Amerikan sanat dergilerinin muhabirliğini yapmış. 89-92 arası New York'ta Elle dergisinin genel yayın müdürüymüş. Başından geçen en komik olaylardan birinin yıllar sonra Moskova'da yapılan ilk güzellik yarışmasında jüri üyeliği olduğunu söyledi. Sonra tekrar Fransa'ya dönüş. Bu kez Perpignan yakınlarına yerleşmiş. Hem Variety dergisine film eleştirileri yazıyor hem de Kassovitz, Luc Besson, Varda, Rohmer gibi ünlü Fransız yönetmenleri ile çalışıyormuş. Yapımcı ve çevirmen olarak. 99'dan bu yana Boston yakınlarındaki Rhode Island’da oturuyor ve kitap yazıyor.

İlk kitabı Birinci Dünya Savaşı'nda geçen ‘‘Cepheye Dönüş’’ İngiltere, Amerika ve Kanada'da yayınlanmış. Ama büyük başarı, Lehçe'den Portekizce’ye yağınla dile çevrilen, 13. yüzyılda Güney Fransa'da ‘‘Tanrının iki yüzü vardır. Biri ak öteki kara’’ felsefesinin savunucuları olan ve Vatikan tarafından kanlı bir biçimde katledilen Katarları anlattığı ‘‘Katarların Doğuşu ve Ölümü’’ adlı ikinci kitabı ile gelmiş. Kitap öyle bir satış adedine ulaşmış ki, duyduğumda kulaklarıma inanamadım.

Tahmin edeceğiniz üzere çok keyifli bir yemek yedik.

‘‘Arada İstanbul'a da uğrarsan çok mutlu olurum’’ dedim. Ayrıldık.

ESKİ YENİ GÜNEŞ LOKANTASI

Poseidon Bebek'te eskiden ‘‘Yeni Güneş’’ adlı lokantanın yerine açıldı. Kısa adıyla ‘‘güneş’’ genellikle sanatçıların gittiği köhne bir balıkçı lokantasıydı. Yemek mi dayak mı yediğinizi anlamaz ama o eşsiz konumu nedeniyle gitmeden de duramazdınız. Hele bir kahve istemeye görün. Sanki Güney Amerika'dan toplayıp getirmelerini istemişsiniz gibi tuhaf tuhaf yüzünüze bakar öyle bir yok derlerdi. Aman unutup da bir daha istemeyeyim diye kaç arkadaşımın parmaklarındaki yüzüğün yerini değiştirdiklerini biliyorum. Ben her ne kadar Boğaz'daki salaş lokantaların birer birer kapanıp, yerlerine lüks restoranların açılmasına için için bozuluyorsam da, Poseidon açılınca, bir zil takıp oynamadığım kaldı.

Bir kere konumu söylediğim gibi olağanüstü. Bahar aylarında erguvanları seyredip, serçeleri beslediğiniz teras, kış geldiğinde de kullanılıyor. Üstelik yenilenen dekorasyonuyla iç salon o kadar ferah ki, illa terasta oturacağım diye tutturmuyorsunuz. Ne kadar kalabalık olursa olsun, servis hep hızlı, çalışanlar hep güleryüzlü ve en önemlisi yemekler hep aynı kalitede. Pişerken balığınızın kuruması, salatanızın istediğiniz gibi hazırlanmaması gibi sürprizler yok. Bugüne kadar bırakın bir gün önceden kalmış bir meze, bir adet pörsümüş maydonoza bile rastlamadım.

Sadece yabancı konuklarım geldiğinde değil, günün herhangi bir saatinde, birileriyle ya da tek başıma gitmekten gerçekten mutluluk duyduğum ender lokantalardan biri.

Mutfağı büyük bir titizlikle yöneten şef Selman Usta'ya ve yıllarca Bebek Oteli'nin altındaki Ambassadeurs lokantasında çalıştıktan sonra şimdilerde Poseidon'da olan belki de yakın bir gelecekte Amerika'da yeni bir hayata başlayacak İşletme Müdürü Binali Sarıtaş'a buradan sevgilerimi yolluyorum. Tabii diğer herkese de.

STEVE'İN MUTFAĞINDAN

KAYISILI ISPANAK TATLISI

1/2 kg. körpe ıspanak

10 adet küçük domates

1/2 paket dolmalık fıstık

5-6 adet kuru kayısı

Sızma zeytinyağı

Balzamik sirke

Tuz, karabiber, bir fiske şeker

Kuzu ıspanağın yaprakları ayıklanır, yıkanır kurulanır. Büyük yapraklar elle ikiye ayrılır. Büyük bir salata kabına konur. Küçük domatesler ikiye ayrılır. Kuru kayısılar ince ince doğranır. Sızma zeytinyağı, balzamik sirke tuz karabiber ve bir fiske tuzla sos hazırlanır. Ispanaklara kayısılar, domatesler, fıstık konduktan sonra sos ilave edilir. Hemen servis yapılır. İstendiğinde ızgara tavuk dilimleri de koyabilir, daha doyurucu bir salata hazırlayabilirsiniz.

TAHİNLİ PATLICAN SALATA

1 kg. patlıcan

1 çorba kaşığı tahin

Sızma zeytinyağı

Limon suyu

1 diş sarımsak ezilmiş

tuz, karabiber

1 kahve kaşığı kimyon.


Patlıcanları közledikten sonra, çekirdeklerini çıkartıp bıçakla kıyın. Diğer bütün malzemeyi karıştırıp, patlıcanlara ekleyin.


PoseIdon

İşletme müdürü:Binali Sarıtaş Rezervasyon şart Fiyatlar: Biraz da yediğinize, içtiğinize göre değişmekle birlikte 50 milyon civarı. Adres: Küçük Bebek Cevdet Paşa Cd. No: 58 Telefon: 0212 263 38 23
Yazarın Tüm Yazıları