Türkiye’nin “Ortadoğu sermayesi”ni nakde çevirmek: ABD’ye karşı mı, ABD ile mi?

Başkan Barack Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell, nihayet Ankara’ya geldi, şimdi sırada Dışişleri Bakanı Hillary Clinton var.

Haberin Devamı

Bir hafta sonra o da Ankara’da.

Önümüzdeki dönemde iki yönde artacağı şimdiden sezilen –ve bizim açımızdan hiçte şaşırtıcı olmayan- bu diplomatik trafik, bazı noktaları açığa kavuşturuyor:

  1. Türkiye-ABD ilişkileri, Ermeni soykırım tasarısına sıkıştırılamayacak ve oradan bakarak açıklanmayacak kadar kapsamlı ve önemlidir.
  2. Barack Obama’nın Başkan seçilmesinden kaygılanan “dar görüşlüler”in ne ABD’yi, ne Amerika-Türkiye ilişkilerini ve hatta ne de Türkiye’ye anlamadıkları anlaşılmış olmalıdır.
  3. Davos’ta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın davranışından, bunun Türkiye-ABD ilişkilerine gölge düşüreceğinden korkup dehşete kapılanların korkularının yersizliği ortadadır.

 Biz bunları defalarca yazdık çizdik. Tekrar etmek gereksiz. Ancak, Mitchell’ın ziyaretiyle birlikte asıl anlaşılması gereken, Türkiye’nin Ak Parti hükümeti sırasında izlediği Ortadoğu politikasında bir “paradigma değişikliği”ne gitmesi gerektiğinin, hükümet çevreleri tarafından anlaşılması ve buna hazırlanılması gereği.

Türkiye’nin kendisine başkaca anlamlı bir rol yokmuş gibi Ortadoğu’daki her ihtilafta “arabuluculuk” hevesine gem vurması ve daha yukarıdan bir tavır takınmasının zamanı gelmiştir. Davos’la birlikte İsrail ile diğerleri arasında“gönüllü arabulucu” Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri öyle bir hal almıştır ki, şimdi adeta ABD, Türkiye ile İsrail arasında “arabuluculuk” rolüne soyunacak gibi.

Haberin Devamı

 

***                 ***              ***

 

George Mitchell’ın Türkiye’den ayrılıp İsrail’e gitmeden önce yaptığı açıklamanın, bence, en can alıcı bölümü Türkiye’yi tanımlarken, “önemli bir demokratik ülke olarak, İsrail ile güçlü ilişkileri bulunması” ve “bölgede emsalsiz bir rol oynayabileceği”ni söylemesi.

Türkiye’yi “ABD’nin çok önemli bir müttefiki ve Ortadoğu’da barış ve güvenlik için önemli bir güç” olarak da tanımlayan Mitchell, bunun bir “uygulanma yolu”nu da “Ortadoğu’da kapsamlı barış çabaları üzerinde ‘önemli bir etkisi’ olması” ile ifade etti.

İlk bakışta pek “sıradan” diplomatik sözcükler gibi görülen ama aslında öyle olmayan ve yeni Amerikan yönetiminin Türkiye’ye (ve Tayyip Erdoğan hükümetine) yaklaşımına ilişkin ipuçları veren bu açıklamayı ayrıntılarına odaklanarak değerlendirince şu sonuçlara varabiliriz:

  1. Amerika’nın gözünde “Batı sistemi”ne ait iki demokratik ülke vardır; Türkiye ve İsrail. Bu bakımdan Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yakın olması ve bugünkü durumun tamir edilmesi gerekmektedir. (Mitchell, bu işi üstleneceğe benziyor.)
  2. Türkiye, etkisini “Filistin ulusal birliği”nin sağlanması üzerinde, özellikle Hamas’ın FKÖ’ye katılımı ve Oslo Barış Süreci’nin parametrelerini kabul üzerinde kullanmalıdır. “Ortadoğu’da kapsamlı barış çabaları üzerinde önemli bir etkisi olması”nın açıklaması budur.
  3. Türkiye’nin Ortadoğu’da barış ve güvenlik için oynayabileceği “emsalsiz rol”den kasıt, Mısır ve S.Arabistan’ın nüfuzunun yerlerde süründüğü, Davos’la birlikte Türkiye’nin misli görülmemiş biçimde arttığı bir ortamda, bu nüfuzunu ABD ile birlikte kullanmasıdır.

Bir de tabii, Mitchell’in “görev alanı”na girmeyen Irak ve İran boyutları söz konusu. Bunlarla birleşerek, Türkiye, ABD’nin “çok” önemli müttefiki konumunu elde ediyor.

Haberin Devamı

Bu noktada dikkatten kaçmaması gereken ve George Mitchell’in de üstü kapalı biçimde, onca övgü dolu sözün altında üzerinde durduğu husus, Türkiye’nin bir başka deyimle hükümetin bölgede elde etmiş bulunduğu “sermaye”yi nasıl kullanacağına ilişkindir.

Evet, kim ne derse desin Türkiye’nin Ortadoğu’dabiriktirdiği “siyasi ve diplomatik sermaye” hangi veznede, nasıl “nakde” tahvil edilecektir?

Ortadoğu’da “özerk” bir güç merkezi olarak ABD’ye karşı mı?

ABD ile birlikte eşgüdüm içinde Ortadoğu’da mı?

Hayli “nüans” içeren bu sorunun cevabı, önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin yönünü de, hatta Tayyip Erdoğan hükümetinin geleceğini de yakından ilgilendiriyor.

 

Haberin Devamı

***                            ***                       ***

 

Üç hafta önce yeni Amerikan yönetiminin uluslararası sahnedeki ilk “show”unu Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın ağzından “Münih Güvenlik Konferansı”nda izlerken, sürekli olarak “dinleyeceğiz ve danışacağız” (We will listen and consult” vurgusu yaptı. Bir akşam yemeğinde kendisinin yanında oturan ve bir buçuk saat konuşma fırsatı bulan Dışişleri Bakanı Ali Babacan da görüşmesinde aynı izlenimi almıştı. İkili görüşmede de Biden, “dinlemek” ve “danışmak”tan söz etmiş.

Obama yönetimi gerçekten bunu yapıyor. Şu dönemde yeni Amerika’nın netleşmiş ve ayrıntılandırılmış ne bir Ortadoğu politikası, ne de genel dış politikası var. Öncelikle “müttefikleri”ni dinleyerek ve onlara danışarak oluşturmak ve “eşgüdüm” içinde bu politikayı yürütmek eğilimindeler.

Haberin Devamı

Ancak, apaçık ortada olan “trendler”den söz edebiliriz. Obama, İran ile “önkoşulsuz” konuşmaktan yana. Keza, Suriye ile de temasa geçmeye başlıyorlar. İran ile, giderek Rusya ile ve ayrıca Suriye ile yüz yüze görüşmeye başlayan ve “iş bağlayan” bir Amerika profili söz konusu olduğu vakit, Türkiye’nin “siyasi ve diplomatik sermayesinin nakde çevrileceği” alan, ister istemez, değişir. Türkiye’nin İran ve Suriye ile “özel ilişkileri” ve “diyalog kapasitesi” bir sermaye olmaktan çıkar.

“Paradigma değişikliği”ne gitmek ve buna hazırlanmaktan kastımız bu.

Şu anda Amerikan bölge politikası netleşmemişken ve müttefiklerini “dinlemek”ten ve onlara “danışmak”tan söz ettiği bir dönemde, “çok önemli müttefiki” ve bölgede “emsalsiz bir rol oynayabileceği”nden söz ettiği Türkiye’nin müthiş bir avantajı var.

Haberin Devamı

Bölge politikalarını Amerika ile “senkronize” etmek ve “eşgüdüm” sağlamak.

Bunun, başta Avrupa ve AB, tüm dünya yüzeyinde Türkiye’ye getirisi çok yüksek olur...

Yazarın Tüm Yazıları