“Vizyon meselesi”...

“Will the relationship change? Yes, it can.

” The Economist’in son sayısında “Amerika ve İsrail” üst başlığının altındaki yazı başlığı böyle. Gayet ustaca da. Gelecek zaman kipiyle “İlişki değişecek mi?” diye soruyor ve gelecek zaman kipi kullanmadan “Evet, değişmelidir” diye cevabını veriyor.

Haberin Devamı

Yazı, “İsrailliler ile Filistinliler zehirli bir karmaşanın içinde kala kalmış ve İsrail seçmenleri sağa kaymışken, Başkan Barack Obama’nın onları bundan çekip çıkartma şansı var” paragrafıyla başlıyor.

Bu nasıl olabilir?

Amerika’nın İsrail politikasını değiştirmesiyle ve iki taraf arasında “daha adil” bir tavra sahip olmasıyla.

Ortadoğu’nun görece bir istikrara sahip olmasının ve sorunların çözümü umutlarının ayakta kalacağı şekilde geleceğe doğru yol almanın, başka hiçbir yolu yok. Altını çizelim: Başka hiçbir yolu yok.

Son tahlilde, Ortadoğu’nun kanlı kaderinden çıkış yolu, en başta Amerika’ya ve yeni başkanı Barack Obama’ya dayanıyor.

Obama bu yolu seçmez ise, Amerika’yı öyle bir başarısızlığa mahkum etmiş olur ki, dünyanın başka hiçbir köşesini toparlayamaz, “karizmasını da çizdirmiş” olur.

Haberin Devamı

Formül basit: İsrail ile ilişkisinin biçimini değiştirmek ve Filistinlilerle İsrail arasında “daha adil” olmak. Bu kadar.

 

***       ***          ***

Türkiye’nin bir “bölge gücü’” olarak Gazze-Davos sonrası bugüne dek olduğundan daha etkili ve daha yapıcı bir rol oynama şansını ele geçirdiğini günlerdir vurgulamamız, tam da The Economist’in son sayısında andığımız yazıdaki yaklaşım ile yüzde yüz uyuşmamızdan kaynaklanıyor.

Gazze saldırısı ve ardından ortaya çıkan Davos draması, Türkiye-İsrail ilişkilerinde “yapısal” değişikliği zorunlu kıldı ve “Türkiye-İsrail ilişkileri denklemi”ni değiştirdi.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin, 28 Şubat sürecinde askeri işbirliği üzerine oturtulmuş omurgası “müstehcen” nitelikteydi. Türkiye’yi Ortadoğu’da çatışmaya taraf olan bir devletin –İsrail’in- “yedek gücü” durumuna sokacak karakteristikler taşıyordu. Böyle bir “yapısal özelliğe” dayandırılmak istenen ilişki, Türkiye kamuoyunun algılamasına ve eğilimlerine aykırıydı.

Eğer Türkiye bir “demokratik ülke” olarak yaşayacak ve öyle kalacak ise, Türkiye-İsrail ilişkileri son on yıl olduğu gibi kalamazdı. Halkınızın ve halkınızın hatırı sayılır bir oy çoğunluğuyla iktidara getirdiği siyasi iktidarınızın nabzı mazlum ve mağdur Filistinlilerden yana olacak, “askeri müdahale dönemi”nde askeri alışveriş üzerinden geliştirilmiş bağlardan ötürü İsrail ile “özel ve imtiyazlı” ve sımsıkı ilişkiler götüreceksiniz.

Nereye kadar?

Haberin Devamı

Gazze’ye kadar. Davos, Gazze’nin doğal uzantısı oldu.

Burada asıl sorun, ABD-Türkiye ilişkilerinin Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri üzerinden sağlama alınmasını tasarlamış olmak. Türkiye ile İsrail ne kadar sıkı fıkı olursa, Amerikan Yahudi cemaatinin ve İsrail lobisinin, Amerika’da “Türkiye’ye müzahir” olması da sağlama alınmış olacak. Örneğin, Ermeni soykırım tasarısının Kongre’den geçmesi engellenebilecek.

Gazze-Davos sonrası, Türkiye-İsrail ilişkileri denkleminin değişmesi Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde “yıllık olağan Damokles kılıcı”nın kalkmasına imkan verecek olursa, ki olmalı, bu ancak sevindirici olabilir.

Türkiye büyüklüğünde, Türkiye gibi dünyanın en büyük 16. ve Avrupa’nın 6. Büyük ekonomisine sahip, eşsiz bir jeopolitik konumda bulunan İmparatorluk mirasçısı bir NATO üyesi ve AB katılımcı üyesi ülkenin, 60 yıllık müttefiki ABD ile ilişkisi niçin “İsrail ipoteği”ne rehin edilsin?

Haberin Devamı

Tekrar ediyoruz: İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı, Türkiye’nin İsrail’e ihtiyacından daha fazladır. Aynı şekilde, Türk-Amerikan ilişkileri, “İsrail ipoteği”nden kurtarılarak kurulmalıdır.

 

***        ***      ***

 

Ermeni soykırım tasarısından Türkiye’nin çekinmediği ve böyle bir “koz” karşısında “poker masası”na oturmayacağı ABD’ye hissettirilmelidir. En önemlisi Ermenistan’a hissetirilmelidir.

Ermenistan’le “normalleşme” yolunda her geçen geliştiği söylenen ilişkilerde “yöntem hatası” yapıldığı seziliyor. Diplomatik ilişki kurulması ve kara sınırının açılması, varılacak bir “paket anlaşması”nın çerçevesi içinde mütalaa ediliyor.

Bu “koz” paketin dışına çıkarılarak vakit geçirmeksizin diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınırların açılması adımı atılmadığı takdirde, bir yandan tasarının ABD Kongresi’nden geçmesi daha kolaylaşıyor, diğer yandan Ermenistan’ın eline Diaspora ile “eşgüdümlü politika” yürütme imkanı ve “koz”u verilmiş oluyor.

Ya Azerbaycan boyutu?

Haberin Devamı

Kafkasya’da gelecekteki dengelerin “Rusya faktörü” hesaba katılmadan ve daha önemlisi “Amerika-Rusya büyük pazarlığı” (grand bargain) netleşmeden oluşması mümkün değil.

Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri o çerçevede görülmek durumunda. Durup dururken, Azerbaycan’da hiçbir iç gerginlik söz konusu değilken, Azerbaycan Hava Kuvvetleri Komutanı niçin bir suikast ile öldürüldü dersiniz? Kime ve kimden ve ne için mesaj o?

Dolayısıyla, Amerika-Rusya “grand bargain”ı olmadan, Türkiye Kafkasya’da bir nebze “özerlik alanı”na sahip olabilir ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerini Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerine, Ermenistan-Diaspora ilişkilerine, ABD Kongresi’nin yıllık 24 Nisan temrinlerine tabi kıldığınız anda o özerk alanınızı da yitirirsiniz.

Haberin Devamı

Öncelikle bir “projeniz” olacak ve bu “projeniz”i de öncelikle Amerikalılarla paylaşacaksınız. Ya onlara benimsetmek için, ya onlarla “eşgüdüm” halinde kendi ulusal çıkarlarınıza katkıda bulunacak şekilde ilerlemek için.

Aynı yaklaşım ve yöntem Ortadoğu için de geçerli. (Hatta Obama’nın dış politika önceliği olacak olan Afganistan-Pakistan için de...)

 

***            ***            ***

Ortadoğu’ya dönersek... The Economist’in yazısıyla devam edelim.

“Barack Obama’nın George Bush tarafından büyük ölçüde heba edilmiş olan sekiz yılın ve Bill Clinton’un gayret gösterip başarısız kaldığı bir başka sekiz yılın ardından sonra iki tarafı biraraya getirmek konusunda Amerikan politikasını daha adil ve daha etkin yapabilme şansı var. Daha adil olmak demek Filistinlilere bugün olduğundan daha fazla sempati göstermek demek. Aynı zamanda da, uzun vadede, İsrail için daha fazla güvenlik demek.”

Obama bu yolda, İsrail hükümetinin kurulması ve Amerikan Ortadoğu politikasını yürütecek ekibini şekillenmesi için gerekli birkaç aylık süreden sonra kolaydan daha zora “üç sınav’la yüzyüze kalacak:1) Kendi öngördüğü Filistin Devleti’nin tanımını yapması; 2) İsrail’e işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşim merkezlerini genişletmemesi konusunda kesin uyarıda bulunması ve gerekirse yardımı keseceğini bildirmesi; 3) Hamas’ı, doğrudan veya dolaylı biçimde müzakere sürecinin içine çekmesi.

Birinci ve üçüncü şıklar, Türkiye’nin Obama’ya herkesten daha fazla yardımcı olabileceği alanlar.

İşte bu nedenle, Obama, İsrail’e karşı Amerikan politikasını değiştirirse –ki, kendi başarısı için değiştirmeye mecbur- Gazze-Davos sonrası “İsrail ipoteği”nden çıkacak Türkiye-ABD ilişkileri daha da rahatlar.

Türkiye ile ABD’nin önünde Afganistan-Pakistan’dan Kafkasya’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya gerçek anlamıyla “stratejik ortaklık” için kulvarlar açılır. Sonuç olarak...

“Vizyon” meselesi...

Yazarın Tüm Yazıları