Demet Akalın’ın bedduası

Bingo! Seviyeli ilişkiler yazısına bir dolu mektup geldi. Meğer kanayan yaraymış, ben de parmak basmışım. Bilmeden tabii. Herkes ciddi yazı yazmaya döndü ya, ben de heves etmişim demek ki.

Her zaman bu kadar ciddi olamayacağımı bilmenizi isterim. Ama gelen mail sayısını görünce, aklım kaymıyor da değil hani. Neyse işte, hep birlikte bir denge bulacağız herhalde. Bütün o mail'ler arasında bir tanesi vardı ki, Mine Can yazmıştı, dııınggg etti! ‘‘Güllerin Savaşı'nda seviye meviye aranmaz Ayşe'anım’’ diyordu. Önce haklı dedim. Sonra filmi başa sarıp, beynimdeki sinemada seyrettim. Evet, birbirlerini öldürmeye çalışıyorlardı ama yine de ne Michael Douglas ne de Kathleen Turner bu kadar seviyesizdi. O yüzden vicdan azabı duymamaya karar verdim. Bu doğru. İnsan katilinde bile seviye arayabilir, böyle bir hakkı vardır. İkinci tartışma konusu, benim yazdığım bir cümleydi. Seren Serengil'i kastedip ‘‘Ben ona baktım denir mi lan!’’ dememe sinir olan okur arkadaşlar var. Zaman zaman bana çok sevimli gelen bu ‘‘lan’’ kelimesine takmış insanlar. Onlara dokunuyor. Olabilir. Ama kocamın en romantik halimizde bana ‘‘N'aber lan?’’ demesi de benim hoşuma gidiyor. Yani bilmeden değil, taammüden kullandım o kelimeyi. Sizin de bilmenizi isterim ki bundan hoşlananlar var, hoşlanmayanlar da. Seren Serengil, yazının çıktığı gün beni aradı, uzun uzun anlattı ve sonuçta dedi ki, ‘‘Gururum kırılmıştı. Susamadım.’’ Benim de buna söyleyecek bir lafım yok. Demet Akalın'ın bedduasına gelince, bakın o ciddi. Tutar mı? Tutar! İbrahim Kutluay kadar ben de korkuyorum ondan! Ama bir taraftan da Allah'a dua ediyorum ki, başıma böyle bir şey geldiği zaman işin içine annemi karıştırmadan cevap verebileyim...

Plakası isminin baş harfleri... ne fena!

Yani öyle böyle değil Nur Çintay. Çok sıkı. Çok sağlam. Kadın, Aktüel Dergisi'nin neredeyse üç bölü biri! Cidden. Her yerde imzası var. Ayna sayfalarında, Akşam Sefaları'nda, Portre'lerde. Hababam yazıyor. Ve iyi yazıyor. O bilek var ya o bilek, yazarken 360 derece dönüyor. Ben olsam, ben değilim tabii, Sabah Gazetesi'ni yapıyor olsam, yapamam tabii, bu kızın boynuna çöker, ‘‘Tamam, Aktüel'deki işlerini aksatma. Ekstra para da veremeyiz belki, belki değil kesin, ama gel Sabah'a da yaz’’ derdim. ‘‘Daha geniş kitleler duysun seni’’. Ne bileyim belki o da istemez, elalemin işine de karışmak istemem ama içimden geldi söylüyorum işte. Aslında manyak mıyım kendime rakip, rakipler yaratacağım? Değilim. Ama çok çok sıkı tespitleri var Nur'un. Arkadaş değiliz, yüz yüze gelip gelmediğimizi bile hatırlamıyorum, kocasına da bayılmam zaten, yağ çekmiyorum yani. Sadece pırıltısını farketmemeye olanak yok. Önüne gelen trend yazıyor ya da yazdığını sanıyor. Ayol bu kız gerçekten işi biliyor! Hayatın gerisinde kaldığımı düşündüğüm zamanlarda (mesela dün) açıp Aktüel'de Nur Çintay A. okuyorum. Sadece isminin sonuna koyduğu A Nokta'ya sinir oluyorum. Böyle bir şey çıktı, millet göbek adını ya da kocasının soyadının baş harfini de imzasına ekleyiveriyor. Neden? Daha mı havalı oluyor? Ya da kocaya duyulan saygının göstergesi mi bu? Zafer'e kötü örnek oluyorlar ya o da tutturursa, soyadı Acar ya, Ayşe Arman A. diye at imzanı diye. Ben yapmam. Neyse ya, neler diyorum ya. Evet. 20 satır Nur Çintay'a iltifat döşendikten sonra izninizle bir yazısına geçireceğim! Geçen haftaki Aktüel'de ‘‘Kızlar iç geçiriyor’’ başlığıyla minik bir yazı attırıvermiş. Aksel Goldenberg diye bir adamı anlatıyor. Girişimci bir ruhmuş. Türkiye'ye LPG'yi (taksilerdeki zamazingo) getiren şahsiyetmiş. Buraya kadar iyi. Adamın fotoğrafı da fena değil. Gelgelelim bir Porche'si olduğunu söylüyor, olabilir, parası vardır alabilir, hem güzel araba. Peki sorun nerede? Şurada: O Porche'nin plakası AKS imiş. Bu ne demek? Adam, yememiş içmemiş, öyle bir plaka sipariş etmiş ki, isminin baş harflerinden oluşuyor. Bu bana korkunç geliyor. Resmen görgüsüzlük! Artık bütün dünyada prim yapmayan bir şey bu. Geçti o yuppi'lerin gösteriş merakı dönemi. Artık parlaklık, tevazuyla sunuluyor. Ne kadar mütevazı olursan, üstelik tepede olmana rağmen mütevazı olursan, çok daha fazla sempati topluyorsun, reyting yapıyorsun. Global açıdan değer kaybetmiş bir şeyden sözediyorum. Türkiye'de birilerinin desteğiyle hálá prim yapacaksa yapsın bir diyeceğim yok ama bana iyi gelmiyor. Bünyeme uymuyor. Dolayısıyla bizim ovalarda, Aksel Goldenberg gibi bir adamın hiçbir şansı yok. Ne yazık ki! Plakasından kaybediyor...

Bridget’in korsesi

Ben az mı giydim? Korse yani. Lise çaylarında, mezuniyetlerde, bilmem kimlerin düğünlerinde. Bu korse denilen şey, yüzyılların en harika buluşudur. Çamaşır makinasına sokulup en az iki beden çekilmenizi sağlar. Küçülüverirsiniz! Bir kadın sadece dışındakilere değil, içindekilere de kafayı takar, değil mi ama? Ama işte, bazen iç gıcıklayıcı leylak rengi fırfırlı iç çamaşırlarına bayılmak yetmiyor, bir de taşıyacak ince bir beden gerekiyor! Korse, size bu ince bedeni sağlıyor. Sağlıyor da, sonra ne oluyor? Adam sizi dansa kaldırıyor, sonra o meşum an geliyor, elini belinize atıyor. Ve ‘‘Bu, bir kadın beli değil. Ben neye dokunuyorum?’’ oluyor! Ama asıl sorun ya da geyik, korseyi giyerken değil, çıkarmaya uğraşırken yaşanıyor... Bridget Jones'un Günlüğü, Ekim ayında film olarak karşımıza geliyor. Bence mutlaka görün. Çok komik. Birçok sahnesi hepimizin yaşadıklarından gerçekçi birer kesit. Peugeot Cine City Etiler Alkent'de seyrettim. Böyle bir uygulama başlatmışlar, vizyondan epeyce önce bir gösterim düzenliyorlar. Korse sahnesinde beni hatırlamayı unutmayın...

BEN DE BİR OKURUM

Bu haftanın eridiğim işi Ekrem Akurgal röportajıydı. Yener Süsoy'un süper işiydi. O ne biçim adamdı öyle. Dünya şekeri bir şey. Hem yaptıkları, hem yaşadıkları hem mütevazılığı hem de ilişkileri bitirdi beni...

Jardel'e sinir oldum. Bir sporcu adamın öyle fotoğraf çektirmeye ne hakkı var? Benim Daum'uma Türk gençlerine kötü örnek oluyor diye o kadar laf ettiler, bu iyi örnek mi sanki? Ama daha da kötüsü Jardel'in Türk erkeklerine kötü örnek olması. Çok belli ki, o aileyi çekip çeviren o kadın. Ne münasebetle ‘‘Basarım nafakayı, boşarım karımı’’ diyebiliyor? Ayrıca bu lafın Portekizcesini bizimkiler nasıl bu kadar kafiyeli bir biçimde anlayabiliyor?

Saadettin Tantan'ın Arnavutköy'de Rum Vakfı'nda ucuza ev kiralama haberine şaşırdım. Niye mi? Çünkü ben de oralarda ev aradım. Buldum da. 200 milyona. Evler çok havalı tamam, yalı dairesi deniyor o da tamam, ama o kadar gürültülü ki, o kazıklı yol insanı perişan ediyor, uyumak mümkün olmuyor. Bir de çok küçük. 5 çocuğuyla 100 metre karelik bir eve nasıl sığacak? Ayrıca vakıf mallarında birçok insan oturuyor. Ne olmuş yani denilebilir pekala. Ama bana sorarsınız haber, Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu olmuş bir eski bakanın hálá kiralık evde oturmak zorunda olması. Ben yine de kafamın basmadığı işlere karışmayayım...

Bu haftanın acı acı gülerek okuduğum haberi ise Şükrü Sina Gürel'in başına gelenlerdi. Yaaa işte böyle! Bu bedeli ödemesi gerekiyordu. Sonunda başına geldi. Sanki hiçbir gazeteci davetli olarak yurt dışında bir yere giderken karısı götürmüyor? Sanki hiçkimse fırsatını bulsa o 50 doları ödemekten kaçmayacak? Ama kabak Gürel'in başına patladı! Sebebi de aşikár, karısından ayrılırken aşkına sahip çıkıp skandal malzemesi vermedi ya, intikamı da böyle alındı...
Yazarın Tüm Yazıları