Kmtrsşvytlmnszplmnvjz

İlkokuldan sonra beni götürüp Kayseri’ye bıraktılar. Daha doğrusu, Kayseri’den günde bir-iki sefer kalkan bir otobüsle ulaşılan bir dağ başına,Talas adındaki beldenin en tepesindeki bir yatılı okula yerleştirdiler.

Haberin Devamı

Sınıf ve okul arkadaşlarım arasında Ermeniler de vardı. Hatta o yıllarda Kayseri’de Türkiye’nin iki cumhurbaşkanının –Turgut Özal ve Abdullah Gül- mezun olduğu lisenin hemen arkasında adı Ermeni mahallesi olan bir yerleşim merkezi de vardı. Orada yaşayan Ermeni arkadaşlarımız hafta sonu evci çıkarlardı. Arada bir biz sürekli yatılıları da evlerine götürüp konuk etmişlerdir.

Gençlik yıllarına varmadan Orta Anadolu’nun orta yerinde dört yıl okuduğum sıralarda da, Çukurova’nın orta yerinde Tarsus’ta lisede okuduğum yıllarda da Ermeni arkadaşlarım oldu. Bir gün bile 1915’i konuştuğumuzu hatırlamıyorum.

Çok uzun yıllar sonra karşılaştığımızda da, sınıf ve okul arkadaşlarımızın dışında Ermeni arkadaşlar edindiğimizde de bu konu konuşulmadı. Çünkü konuşacak bir şey de yoktu. Konu bir şekilde açıldığında, onlar 1915’in evlerinde hiç konuşulmamış olduğunu söylerlerdi.

Ama bilirlerdi.

Haberin Devamı

Konuşulmadığı halde bilinirdi. Tüm Ermeniler 1915’i bilirdi. Adeta bu bilgi onların genetik kodlarına yazılmıştı. Konuşulmadığı halde bilinirdi.

Aslında biz, Türk-Müslümanlar da bilirdik. Ermeni evlerinde bile çocuklarla konuşulmadık bir şey, elbette, bizim evlerde de hiç konuşulmamıştı. Annem-babam Malatya’da tanışıp evlendikleri için, Malatya anıları konuşulduğunda arada bir “tehcir” sözcüğü, Malatya’da da Ermenilerin yaşamış olduklarına ilişkin bir şeyler zihnimin bir yerlerinde yer etmişti ama 1915 konuşulmazdı.

Tarsus’ta liseyi okuduğumuz okulun bulunduğu yerin Tarsus’un Ermeni mahallesi diye bilinen kesiminde olduğunu, kendisi de Tarsuslu olan 45 yıllık arkadaşım Oral Çalışlar’dan öğreneli ancak bir sene oldu.

Bizler, 1915’i konuşmadık. Ama tıpkı Ermeniler gibi hiç konuşmadan bilirdik 1915 diye bir şeyi. O da tıpkı Ermeniler gibi konuşulmadığı halde adeta bizim genetik kodlarımıza yazılmış olduğu için bilirdik.

 

***                ***            ***

 

Şu imza kampanyası nedeniyle patlak veren ve azgın milliyetçilikle beslenerek bir “linç kampanyası”na dönüştürülmek istenen tepkiler, “bilgisizlik”ten değil, tam tersine “bilgi”den kaynaklanıyor. Genetik kodlara yerleşik “bilgiler”den. O “bilgiler” rahatsızlık veren cinsten. Ayna tutulduğu anda, birdenbire bir öfke seli boşalıveriyor.

Haberin Devamı

Bu işin bir yönü. Diğer yönü ise içtenlikli. İster Arnavut, ister Boşnak, ister Çerkes ya da Abhaz, ister Gürcü; Türk kimliği içinde ve altında buluşan Müslüman toplulukların Osmanlı döneminin son yıllarında yaşadığı büyük çileler, uğradığı büyük haksızlıklar dile getiriliyor. Bu arada, Azeri Türklerin, başta Karabağ’da başlarına gelenler, son yıllarda yaşadıkları hatırlanarak ve hatırlatılarak, “biz de yerimizden yurdumuzdan olduk, biz de zulme uğradık, bizden de onbinlerce kayıp var” tepkisi ortaya konuyor.

Doğru. Bu, bir yandan ülkemiz halkının hatırı sayılır ölçüde büyük bölümünün bilinçaltında kendisini ne derece “mazlum” ve “adaletsizliğe” uğramış hissinin yattığını gösteriyor, bir yandan da Türkiye halkının ne ölçüde “travmatize” bir toplum olduğunu ifade ediyor.

Haberin Devamı

Elbette ki, böyle bir tepki, 1915’in “vahim” ve “trajik” olduğunu kendiliğinden kabullenme anlamına da geliyor. “Ama biz de varız” diye yapılan itiraz, “bizim çilemiz de onunki kadar önemli” vurgusunu yaptığı anda, 1915’in “Büyük Felaket” olarak doğrulanması anlamını içeriyor.

Söz konusu imza kampanyası hiç hesapta olmadığı halde, bir “tarihi ve toplumsal psikanaliz”e imkan verdi. Tarih sayfaları yeniden açılmaya başlandı. Aynada kendimize bakmaya başladık. Bu, bir çok yönüyle acı verici bir şey.

Bu gibi konuların tarihçilere bırakılamayacak cinsten olduğu da bu vesileyle anlaşılmış olmalı. Tarihçiler, aynı konuda ve hatta aynı belgede birbirlerinden çok farklı yorumlara varabilirler. Her meslek dalı için aynı durum söz konusudur. Bir hukuki konuda, hukukçuların; bir siyasi konuda siyasetçilerin mutabık kalabildiğine rastladınız mı ki, 1915 konusunda arşivler sonuna kadar açılsa ve her bir satır hece hece okunsa, tarihçiler, olayın ne olmadığı, ne olduğu konusunda mutabık kalabilsinler.

Haberin Devamı

Önemli olan kendi tarihini toplumun kendisinin ve “vicdan” unsurunu devreye sokarak tartışmasıdır ki, imza kampanyasıyla olan da bu olmuştur ve gayet iyi olmuştur.

 

***             ***         ***

 

Bu tartışmada kabul edilemeyecek bir dizi tavrı da gözardı etmemek gerekiyor. TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın şu “prototip” değerlendirmesi bunlardan biri. Toptan, “Tek yanlı olarak Türkiye’yi mahkum etmeye çalışmak, Türkiye’yi yargılamadan özür dileme noktası olarak ifade edilebilecek infaza götürmek, en azından haksızlıktır. Özür bildirisini yayınlayan arkadaşlarımızın neye varmak istediklerini, hangi amacı elde etmek istediklerini anlamakta zorluk çekiyorum. Ama fevkalade yanlış bir şey olmuştur” diyor.

Haberin Devamı

Birincisi “özür bildirisi yayınlayan arkadaşlarımız” yok. Her türlü sabotaj girişimine rağmen, şu yazı yazıldığı an itibarıyla, iki cümlenin altına 20 binden fazla imzayı atılmış bir “yurttaş davranışı” var. Şu iki cümleyi Toptan ve onun gibi düşünenler bir kez daha okursa, kendi değerlendirmelerinin baştan aşağı yanlış olduğunu görürler:

“1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor ve onlardan özür diliyorum.”

Burada Türkiye’yi “tek yanlı mahkum etmek” nerede bulunabilir. “Türkiye’yi yargılamadan özür dileme noktası olarak ifade edilebilecek infaza götürmek” bunun neresinde?

Bunu okuyanların, okuma ve anlama özürlü olmadığını varsaymamız gerektiğine göre, böyle bir tepki, o yukarıda ifade ettiğimiz “genetik kodlara yazılmış olan bilgi”nin harekete geçmesinden kaynaklanıyor. Sevimsiz ve sıkıntı verici olanı “inkar refleksi” ve bunun doğal sonucu olarak söylenmeyeni, istenmeyeni çarpıtma tavrı.

İki cümlelik açıklama da zaten Türkiye adına değil, “kendi payıma” diyerek “inkarı reddediyorum” demiyor mu?

Bir de kamuoyunda adı iyi-kötü bilinen aydınların gelinen noktada artık pek ikna edici olmayan tavırları söz konusu. Bunların temel itirazı “özür diliyorum” şeklindeki iki sözcüğe. Bazıları, eğer söz konusu bildiri“Ermeni kardeşlerimin duyguları ve acılarını paylaşıyorum” diye bitse imza atacak olduklarını söylüyorlar.

Bu, geçen hafta kabul edilebilir bir tavırdı. Bir hafta içinde yaşananlar, öylesine bir “dinamik” oluşturdu ki, “özür diliyorum” sözcüklerine ilişkin yazdıkları ve söyledikleri “kmtrsşvytlmnszplmnvjz” filan gibi okunuyor ve kulağa öyle geliyor.

“Kmtrsşvytlmnszplmnvjz”den pek anlam çıkmıyor.

Anlaşılmıyor yani...

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları