Doğruya doğru...

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün sözlerini ilk duyduğumda ilk tepkim “Doğru söylemiş” oldu. Ardından gece bir arkadaşım aradı, “Vecdi Gönül’ün bu açıklaması hakkında kesin ve tavizsiz tavrımı beklediğini” söyledi. Tabii, benim Vecdi Gönül’ün sözlerini “doğru söylemiş” olarak nitelediğimi bilmiyordu.

Haberin Devamı

Ertesi (dün) sabah, bir meslektaşım “Duydun değil mi?” diye sordu. Ona “Doğru söylemiş” diye tepki verdiğimde, “Söylenecek şey mi bu!” diye söylendi.

-       Yanlış mı söylediği?

-       Yanlış değil ama söylenir mi!

-       Niçin söylenmez? Türkiye’nin bunca aydını aralarında Vecdi Gönül’ün söylediklerini mealen yıllardır konuşmuyorlar mı?

-       Evet, ama onun söylemesi siyaseten yanlış...

Zaten bazı gazeteler, “Bu sözler Gönül’ün başını çok ağrıtır” manşetiyle yayımlandı. Görüşleri sorulan kimi akademisyenler ise, “Ne dediğinin farkında değil”, “Umarım yabancılar duymamıştır” cinsinden “muhalif” tepkiler verdiler.

Bense, Vecdi Gönül’ün doğru söylediği kanaatimi koruyorum. Hatta Vecdi Gönül’ün bu sözlerinden onun “siyaseten hata yaptığı”nın ötesine geçerek, sözlerinin “sağlıklı” sonuçlar üretebileceği, kafamızı asıl onun üzerine yoğunlaştırmamız gerektiği düşüncesindeyim.

Haberin Devamı

Vecdi Gönül’ün o sözleri özellikle bir “objektif saptama” amacı ile yapmadığının, elbette, farkındayım ama Vecdi Gönül’ün niyeti söz konusu açıklamasının “doğruluğu”na ilişkin durumu ortadan kaldırmıyor.

 

***                 ***              ***

Vecdi Gönül dediğiniz anda, duracaksınız. Mülkiye mezunu. İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı, Ankara ve İzmir Valiliği, Sayıştay Başkanlığı yapmış, altı yıldır Milli Savunma Bakanı. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olmasaydı, şimdi Çankaya’da Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak, üstelik Gül gibi tartışmalı bir sürece de neden olmadan, o oturuyor olacaktı.

Yani “devlet”in bir bedende cisimleşmiş hali olabilirse, o Vecdi Gönül’dür. Bugüne dek taşıdığı sıfatlara ve halen taşımakta olduğu sıfata bakılırsa, Vecdi Gönül “devlet”in ta kendisidir ve söylediği sözler bu bakımdan hem “ağırlık” hem de “değer” taşımaktadır.

Ne demiş Vecdi Gönül?

10 Kasım münasebetiyle Türkiye’nin Brüksel Büyükelçiliği’nde düzenlenen törende yaptığı konuşmada Cumhuriyet’in kuruluşunda en önemli iki unsuru, ilkini İngilizcesi ile söyleyerek “nation building” (ulus inşâsı) ve “ekonomi” olarak sıralamış. Ulus yaratmak için padişahlık ve halifeliği kaldıran Atatürk’ün “bugün fazla hatırlanmayan ama çok önemli” bir diğer adımının Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi olduğunu belirtmiş.

Haberin Devamı

Şöyle devam etmiş:

“Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle kendilerini mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde (Türkiye’nin) gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.”

Haberin Devamı

Son cümlesi hariç, söyledikleri doğru.

Bir yanı, nüfus mübadelesiyle bu topraklara gelmiş bir ailenin çocuğu olarak, ben, “nüfus mübadelesi”nin bir “ulus inşa etmek” için yapılan bir tür “etnik temizlik” olduğunu on yıllardır biliyorum. Türkiye-Yunanistan arasındaki “nüfus mübaledesi”nin, aynı amaca yani bir “ulus-devlet inşa etmek” amacına yönelik olarak “Ermeni tehciri”nin devamı olduğunun da yıllardır farkındayım.

“Etnik temizlik” kavramını, bizler Bosna’da (ve genel olarak eski Yugoslavya’da) 1990’larda kullanıldığı vakit ilk kez işittik. Galiba, uluslararası siyaset terminolojisine de ilk kez o vesileyle girdi “etnik temizlik” sözcükleri. Ama gerçekleştirilen ve varılmak istenen amaç açısından “nüfus mübadelesi”nin pekâlâ “etnik temizlik” olarak nitelenmesi mümkün.

Haberin Devamı

Amaç, çok-uluslu, çok-etnili ve çöken Osmanlı mirası üzerinde bir “Türk ulus-devleti” inşa etmek idi. Böyle bir “devlet”in üzerine oturacağı toprakların mümkün olduğu ölçüde “Türk ulusu”ndan oluşması gerekiyordu.

“Ermeni tehciri” de, Anadolu Rumlarının gönderilip yerine (Lozan deyimiyle) Yunanistan’daki “Müslüman ahali”nin getirilmesi, İmparatorluğun yerini alacak “ulus-devlet”in “ulusal zemini”ni oluşturmak için elzemdi.

Bosna’yı da Sırbistan’ın içine almak amacıyla ve dağılan Yugoslavya’da bir “Sırp ulus-devleti” kurmak için, Sırplar katliamlar ve soykırımsal bir kampanya ile hedeflerine varmak istediler. Türkiye’de, bu, Milli Mücadele’den galip çıkan Ankara hükümetinin Yunanistan ile anlaşma imzalayarak gerçekleştirdiği bir şey. Ama yönelmek istediği hedef bakımından aynı şey.

Haberin Devamı

Kuşkusuz, “yöntem”deki muazzam “kan farkı”nı hesaba katmak gerekiyor. Ama bu da, Türkiye’nin lehine yazılabilecek “yöntem farkı”. Aynı şey, “Ermeni tehciri” için söylenemez. Zaten “soykırım” tartışması da kendisini bu noktada ortaya koyuyor. Anadolu’na yüzlerce yıl varlığını sürdürmüş olan bir “ulusal topluluk” artık kendi vatanında yaşamaz hale gelmişse, buna ne kadar incitici olursa olsun “soykırım” diyenler de elbette var.

Ermeni ve Rum varlığının, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “devlet sistemi” olarak üzerine oturduğu topraklarda barınamaması, “ulus-devlet”e “ulusal zemin” oluşturmamış mıdır?

Bunun neresi yalan ya da yanlıştır? Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları hatta ve hatta Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki mini-katliam, bu “trend”in bir devamı değil midir?

 

***             ***            ***

 

Vecdi Gönül’ün konuşmasında “eksik” ya da “yanlış” olan husus da, burada çıkıyor.

“Türkiye’nin gerçekten çağdaş, medeni, aydınlanmış insanlar ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.”

İşte burası eksik ya da yanlış.

Tarihi değiştirmek elde değil. Olan olmuştur. “Ulus-devlet” tam da Vecdi Gönül’ün tanımladığı şekilde oluşmuştur. Ancak, böyle oluşması, Türkiye’yi “gerçekten çağdaş, medeni, aydınlanmış insanlar ülkesi” yapmamıştır.

Tam tersine, kompleksli, kendi tarihini olduğu gibi görmeyi reddeden, yakın tarihinden kaçan, tarihinin üzerini örtmeye uğraşan” ve böyle davrandığı ölçüde “çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar olamayan insanlar ülkesi” yapmıştır.

Tarihle yüzleşmek, tarihin gerçeklerini kabullenmek ve hatta bugünün “yerleşik değerleri” açısından bakıldığında tarihinin kötü sayfalarından ötürü “özür dileyebilmek” erdemine sahip olmak, Türkiye’yi gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar ülkesi yapacak.

Hiçbir ülkenin tarihi Bakire Meryem gibisinden “masum” değildir olamaz.

Dolayısıyla,tarihi gerçeklerle yüzleşerek, tarihimizin pek de övünülemeyecek sayfalarını açık yüreklilikle ifade ederek ve “özür dileme erdemi”ni ortaya koyarak, Türkiye’nin “ulus-devlet” niteliğini değiştirmeyeceğiz.

Ya ne yapmış olacağız?

Türkiye’yi gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanlar ülkesi haline getireceğiz.

Yıllardır uğraştığımız da bu...

Yazarın Tüm Yazıları