Öteki Dünya

Güncelleme Tarihi:

Öteki Dünya
Oluşturulma Tarihi: Şubat 01, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Bu da Osmanlı'nın ‘uçkurgate’i

Washington'da yaşanan ‘‘fermuargate’’ rezaleti bana eski zamanlarda Topkapı ve Dolmabahçe Sarayları'nda çıkan ‘‘uçkurgate’’ hadiselerini hatırlattı... Meselâ Birinci Abdülhamid'in cariyesi Ruhşah'a yazdıklarını ve Sultan Abdülmecid'in Serfiraz skandalını...

Birkaç gündür Clinton'la yatıyor, Beyaz Saray'ın dilberi Monica Lewinsky ile kalkıyoruz...

Washington'da yaşanan Bu ‘‘fermuargate’’ rezaleti, bana eski zamanlarda Topkapı ve Dolmabahçe Sarayları'nda çıkan ‘‘uçkurgate’’ hadiselerini hatırlattı... Özellikle de belgeli olanlarını, meselâ Birinci Abdülhamid'in tutkuya varan bir aşkla bağlandığı ama karşılığını bir türlü alamadığı cariyesi Ruhşah'a gönderdiği içli mektuplarını ve Sultan Abdülmecid'in Serfiraz öyküsünü...

Birinci Abdülhamid 1774'te tahta çıktığı zaman 49 yaşındaydı. Müslüman ve gayrımüslim bütün Osmanlılar tarafından saygı gördü. Sadece camilerde değil, kiliselerde ve sinagoglarda bile ömrünün uzun olması için sık sık dualar edilir, ayinler yapılırdı...

Ama tahtta kaldığı 15 yıl, devletin çöküşünün ilk belirtilerini yaşadığı bir döneme rastladı. Asırlardır imparatorluğa ait olan topraklar bir bir elden çıkıyordu... Abdülhamid'in hayatına işte bu yenilgiler sebep oldu... Ruslar'ın Ozi Kalesi'ni alıp çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden herkesi kılıçtan geçirdiğinin haberini işiten hükümdara inme indi ve 6 Nisan 1789'da hayata veda etti...

Birinci Abdülhamid tarihlere memleket sevgisiyle, imparatorluğu kurtarabilmek için birşeyler yapmaya çabalamasıyla geçti... Ama Topkapı Sarayı Arşivi'nde ölümünden 150 yıl sonra ortaya çıkan mektupları Abdülhamid'in memleket sevgisinin yanında bir başka aşkını da ortaya çıkardı: Haremindeki kadınlardan birine, Ruhşah'a olan ölesiye bağlılığını ama bu sevgisinin karşılığını bir türlü görememesini...

İşte, Birinci Abdülhamid'in dedikodusu o günlerde Topkapı Sarayı'nın kalın duvarları arkasında sadece korkulu ama müstehzi fısıltılarla yapılabilen umutsuz aşkının belgeleri...

Büyük bestecilere büyük icra

Yapı Kredi, Türk Müziği'ndeki hanım bestecilerin eserlerinden bir CD albümü yaptı... Albümde artık çoktan unuttuğumuz, yerini reklama dayanan bir zevksizliğe terkettiğimiz ciddi ve gerçek bir üslup okuyor: İnci Çayırlı...

Bizim alaturka müzikte pek fazla kadın besteci yoktur. İki-üç eseriyle klasikleşmiş olan sadece bir Dilhayat Kalfa'yı biliriz ve onu 20. asrın birkaç ismi takip eder, o kadar...

Bu kadın besteci kıtlığında dünyadan 1954'te ayrılmış bir hanım vardır ki, birçok erkek meslekdaşına taş çıkartacak eserler vermiştir: Faize Ergin... Nikriz'i, yani ‘‘Gönül ne için âteşlere yansın’’ı, ‘‘Bâde-i vuslat içilsin...’’ diyen Şedârâban'ı, Acemaşiran'dan ‘‘Kime hâlim diyeyim’’i ve artık marş haline gelmiş olan ‘‘Kız sen geldin Çerkeşten’’iyle birinci sınıf bir bestecidir... Hele pek kimselerin bilmediği ‘‘Dün gece gördüm o yâri daldım hayâle / Sundum sundum sunuldum geldim bu hâle’’ diye başlayan Şehnaz'ıyla notası zannedersem benden başkasında olmayan Nihavend'ine, ‘‘Tepelerden yükselen içli bir kaval sesi’’ne hayranımdır...

‘‘Kadın besteci’’ denilince, Faize Hanım'la beraber bir ismi daha, Neveser Kökdeş'i hatırlarım... Şarkılarına her zaman bir garip bakılmıştır, hayata 1962'de veda etmesinden sonra eserleri neredeyse tamamen kenara itilmiştir ama Neveser Kökdeş kim ne derse desin baştan aşağı melodidir, herşeyiyle müziktir ve son dönem Türk Müziği'nin en parlak isimlerindendir...

Birkaç gündür Faize Ergin'le Neveser Kökdeş'in şık, nağmeleri iğne oyasını andıran ve dinleyeni bu yüzyılın ilk iki çeyreğinin temiz aşklarına götüren müzikleriyle içiçeyim... Yapı Kredi'nin çıkarttığı ‘‘Hanım Besteciler’’ CD'sini dinliyorum... CD'de çoktan unuttuğumuz, yerini görüntüye, reklama ve zevksizliğe terkettiğimiz ciddi ve gerçek bir üslup var: İnci Çayırlı... ‘‘Özleyişler serzenişler’’ arasında Faize Hanım'ın âteşlere yanan gönlünün elemini hissediyor, Mehveş Hanım'la uzak yollara gidiyor ve Neveser Kökdeş'in kalplerde hayallerle süslediği aşkını buluyorsunuz...

‘‘Büyük dağları ben yarattım, küçüklerini de Allah’’ havasına bürünen, şarkı söylediklerini zanneden ama sadece haykıran, repertuvarlarındaki eser sayısı bir düzineyi geçmeyen, bütün bunlara rağmen ‘‘sanatçı’’ oldukları iddia edilen kalın sesli hanımlar İnci Çayırlı'yı dinlemeli; üslubun, zevkin ve en önemlisi gerçek müziğin ne demek olduğunu ondan öğrenmelidirler...

<>

Birinci Abdülhamid'in Ruhşah'a yazdığı ve 1950'li senelerde ortaya çıkan mektuplar bugün Topkapı Sarayı Arşivi'nde saklanıyor. İşte, tarihçi Çağatay Uluçay'ın 40 küsur sene önce yayınladığı bu mektupların birkaçı... Zamanın cihan hükümdarı Birinci Abdülhamid kendisini reddeden, geceleri yayına gelmemekte inad eden Ruhşah'ına bugünün Türkçesiyle bakın neler diyor:

Kendimi zaptedemiyorum!

‘‘Ruhşâh'ım, Hamid'in sana kurban ola!

Alemlerin yüce yaratıcısı, bütün mahlûkların da yaratanıdır ve bir kusur ile azap eylemez. Efendim, sana bağlanmış bir kulunum; ister vur, ister beni öldür, sana teslimim. Bu gece gel, yalvarıyorum. Allah'a andolsun ki hastalığıma, belki de ölümüme sebep olursun. Ayağın altına yüzüm gözüm sürerek rica ederim. Ulu Tanrı'ya yeminler ediyorum ki, kendimi zaptedemiyorum.’’

Vallahi fena oluyorum!

‘‘Fesuphanallah! Ben kulunuz siz efendimize bu kadar arzu ve şiddetli istek üzereyken bu hüznüme, elemime, kederime ve perişan halime derman bulup açılmış yaralarıma merhem olursunuz ümidiyle şefkat beklerken geceleri yatağımıza gelmemenize sebep ne ola?

Sen bana bu halimle merhamet etmezsen başka kim eder? Vallahi her gece sabahı çıkarırım! Bu gece çıkardım ama Allah'a andolsun ki bu hak değildir! Bir-iki gecedir gelirsin diye beklerken böyle yapmana Allah razı değildir. Bu gece dahi gelmezseniz bana muhabbetinizin olmadığını anlayacağım. Benim bu halime düşmanım bile acır. Akşam-sabah gelip kısa bir an oturup gitmek iş değildir. Ben kulun o anda ayağına gider, sabaha kadar yüzünü sürerdi. Beni istemediğin için ömrümün sona ereceğini Allah da bilir ama ben gene de seni düşünürüm. Vallahi, sümme billâhi benim halim pek fena oluyor! Sen böyle yapmaya devam ettikçe galiba ölüm benim için daha hayırlı olacak!’’

Sabra gücüm kalmadı!

‘‘Efendim,

Hamid sana kurban olsun! Bu gece teşrifinle kulunu ihya edesin. Billâhi sabredecek gücüm kalmadı. Hem ayın ilk gecesidir, lûtuf senindir. Bu gece kendimi zor zaptetim. Ayağını öpeyim, Allah aşkına üzme efendim! Sana kul ve kurban olayım efendim!..’’

Ayağına yüzüm sürerim!

‘‘Abdülhamid'in Ruhşah'ına kul ve kurban olsun! Bir kusur ile beni unutma. Vücudum toprak oluncaya kadar ben senden vazgeçersem Allah lâyığımı versin efendim. Gideyim diyorum, belki getir buyurursun diye götürmüyor. Sen benim, ben senin! İnşaalah-u taalâ ömrüm oldukça birarada oluruz cânım efendim benimle. Nârin ayağına yüzümü sürerek rica ederim.’’

Canım yoluna feda!

‘‘Abdülhamid'in canı Ruhşah!

Kuş gibi olan canım, efendimin yoluna feda olsun. Allah'ın birliği hakkına, bunu böyle bilesin. Ayağının toprağına yüzüm sürerim.’’

Abdülmecid'in stajyeri de Serfiraz'dı

İstanbul, bir başka ‘‘uçkurgate’’i 1855'te yaşadı... Zamanın padişahı Abdülmecid gönülünü haremindeki dilberlerden birine, Serfiraz'a kaptırmıştı ama cariye hiç de oralı değildi... Geceleri odasının kapısını kitliyor, hükümdarı kapının gerisinde uzun uzun yalvartıyor, bir türlü ‘‘Gel’’ demiyor ve Abdülmecid'in yakarışları ertesi sabah bütün İstanbul'un diline dolanıyordu...

Serfiraz, gönlünü bir başkasına kaptırmıştı: Beşiktaş'ta oturan ve ‘‘Küçük Fesli’’ denilen bir Ermeni müzisyene...

Genç müzisyen günün birinde Beyoğlu'ndaki çalgıcılar kahvesinde arkadaşlarıyla otururken yaylım ateşine tutuldu... Ölmedi, hafif yaralandı. İşin arkasında sarayın bulunduğuna inanan ailesi Fesli'yi hemen adalardan birine kaçırdı ama Serfiraz ‘‘İlle de Feslimi isterim’’ diye inad edince Fesli yeniden Beşiktaş'a döndü.

İstanbul'un dilindeki aşk bu defa daha da kısa sürdü ve Küçük Fesli bir gece Beşiktaş Çarşıiçi'nde iki kişi tarafından bıçaklandı, ertesi gün de Serfiraz'ından ebediyyen ayrıldı...

Ailesi işin peşini bırakmadı... Ermeni cemaati soruşturmayı kendisi yaptı ve birkaç gün içinde katillerin isimleri öğrenildi. Asıl rezalet, işte o zaman yaşandı. Katilleri sarayın kiraladığı söyleniyordu...

Fesli'nin ailesi bu defa İstanbul'daki İngiliz, Fransız ve Rus elçiliklerinin kapısını aşındırmaya başladı... Oğullarını Serfiraz'a olan aşkına karşılık alamayan padişahın öldürttüğünü iddia ediyor, ‘‘Cariyesini kıskanan padişah katil kiralayıp Feslimizin canına kıydı. Oğlumuz aslında cariyeye başını çevirip bakmazdı ama Serfiraz adamlarını yollayıp onu hep rahatsız eder, durmadan saraya çağırırdı. Evlâdımız boş yere canından oldu. Saray bize tazminat versin zooo!’’ diyorlardı.

Serfiraz merkezli bu ‘‘uçkurgate’’ hikâyesini anlatan tarihçi Ahmed Cevdet Paşa skandalın neticesini yazarken ‘‘Neyse ki Avrupa'nın büyük devletleriyle ilişkilerimiz o günlerde gayet iyi seyretmekteydi. İstanbul'daki elçilikler mesele çıkartak istemediler, Fesli'nin ailesini başlarından savdılar ve hadise kapandı’’ diyor...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!