Ölüm ilanlarının derim simyası

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Mektubu yazan, California'da yaşayan Türkiyeli bir Musevi. Adı Albert Yanni. Halen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

Elli yıl önce Galatasaray Lisesi'nden mezun olmuş.

Mektubunda, ‘‘Okulumdan mezuniyetimin ellinci yılında İstanbul'a geleceğim’’ diyor.

* * *

‘‘Sayın Ertuğrul Bey’’ diye başlayan mektubu şöyle devam ediyor:

‘‘Uzun senelerdir yazılarınızı zevkle okuyorum ve her gün sizden yeni bir şey öğreniyorum.

Hürriyet'in İstanbul baskısı, ‘‘ölüm ilanlarını’’ içerdiği ve ileri yaşım gereği bu konu ile yakından ilgili olduğum için Türkiye'den ayrıldıktan sonra belki 20 senedir, gün kaçırmadan okuduğum bir risaledir.

Hürriyet (İstanbul baskısı) abonmanlığımı, benim için büyük sayılacak bir parayı her yıl tereddüt etmeden ödeyerek bugüne kadar korudum.

İstanbul baskılı Hürriyet Gazetesi benim için bir nevi iptila durumundadır. Bu alışkanlığı kaybetmek, İstanbul baskılı Hürriyet Gazetesi'nden yoksun kalmak beni çok rahatsız etmektedir.

Muhterem efendim,

Gurbette yaşayan bendenizin Türkiye ile olan bağının en önemli unsurlarından biri olan İstanbul baskılı Hürriyet'i okumaya devam edebilmem için abonmanlığımı uzatırsanız minnettar kalacağım.’’

Derin saygılarımla

Albert YANNİ

* * *

Mektup böyle.

Güzel bir pazar günü, ölüm ilanlarını yazmak hoş bir şey olmayabilir.

Ama bu mektup beni çok düşündürdü.

Amerika'nın California gibi hayatın başkenti sayılabilecek bölgesinde yaşayan bir Musevi vatandaşını, doğup büyüdüğü bu şehre bağlayan en önemli şeylerden birinin ölüm ilanları olması düşündürücü değil mi?

Buna ne diyeceğiz?

Nekrofili bir merak mı?

Dünyanın en güzel güneşlerinden birinin altında, dünyanın en keyifli yaşanan bölgelerinden birinde insanı nekrofili bir keyfe sürükleyen şey ne olabilir?

Nekrofili bir keyif...

Yan yana gelmesi çok zor iki kelime.

Bunun bu kadar basit olmaması lazım.

Herhalde ölüm ilanlarının hepimizin hayatında başka bir yeri olması, bu ilanlara bağımlılığın bir öteki izahının bulunması lazım.

* * *

Belli bir yaş.

Liseden mezun olalı 50 yıl olmuş.

Demek ki 70 yaşlarında.

Demek ki ölüm denilen vazgeçilmez yolculuğa çok da uzak olmayan bir mesafede.

Demek ki insan o yaşlarda, etrafından uzaklaşanlara karşı daha vefakâr olmaya başlıyor.

Ölüm ilanlarını okuma duygusu basit bir merak olamaz.

O sayfalarda zaman zaman rastladığımız tanıdık, aşina isimler, yavaş yavaş tenhalaşan bir aşiretten geriye kalan hüznü yansıtır.

İnsan tenhalaşan, tenhalaştıkça yoksullaşan bu aşiret meydanında bir Züğürt Ağa gibi hisseder kendini.

Ya da yaz sonlarında tenhalaşan sayfiye kasabalarının boşluğunu.

Bazılarımıza göre hüzün, bazılarımıza göre yalnızlık keyfi haline dönüşen tuhaf bir duygu terkibi.

Ölüm ilanları, sosyoloji ile psikolojinin açıldığı kamu meydanıdır.

O meydanda dolaşırken insiyaki biçimde şunu düşünürsünüz.

* * *

Hayatı gerçek kılan şey ölümdür.

O nedenle çevremizden ayrılan her aşina yüz, bize hayatı gerçek kılan bir dosttur.

Onlar öldükçe biz yaşamaya devam ederiz.

O yüzden her ölüm ilanı aslında, bir hayat ilanıdır.

Nasıl ki ölüm hayatın arabı ise, ölüm ilanı da hayat dediğimiz bu sararmış fotoğrafın arabıdır.

Bu nedenle Albert Yanni'yi çok iyi anlıyorum.

Onun için bu nekrofili hüznü bir yaşama sevgisi haline dönüştüren, bu tuhaf simyayı çok iyi kavrıyorum.

O siyah çerçeveler içindeki harflerin, cümlelerin, başsağlıklarının derin tutkusunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum.

* * *

Ve bir başka şeyi daha biliyorum.

Yıllar geçtikçe ve ana rahminden uzaklaştıkça başkalarının ölümleri bizi çok daha yakından ilgilendiriyor.

Çünkü başkalarının ölümlerine muhtacız...



Yazarın Tüm Yazıları