İstanbul'da balon merakı

Güncelleme Tarihi:

İstanbulda balon merakı
Oluşturulma Tarihi: Ocak 05, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

İstanbul'da ‘‘ilk uçan insan’’ denince, Evliya Çelebi'nin taktığı kanatlarla Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçtuğunu yazdığı Hezârfen Ahmed Çelebi akla gelir.

Osmanlı Arşivleri'ndeki belgelere göre, İstanbul'da kanatlarıyla olması bile balonuyla uçan ilk kişi ise, Bolognalı bir baloncudur: Antonia Comaschi...

4 Haziran 1783'te Montgolfier kardeşlerin Paris yakınlarında uçuruğu ilk balon, dünya balonculuk tarihinin başlangıcı sayılır. Aynı senenin Ekim'inde önce hayvanları, sonra da insanları göklere yükselten Montgolfier kardeşleri, 1785'te Manş Denizi'ni geçen Blanchard ve Avrupa'nın birçok yerinde sayıları giderek artan baloncular takip etti... Osmanlı'nın balonla ilk tanışması ise, Üçüncü Selim'in 1802'de İngiltere'den getirttiği iki kişinin uçurduğu insansız balonla oldu.

Padişahın, devlet erkânının ve halkın büyük ilgisini çeken bu balon gösterisini, Tanzimat padişahı Abdülmecid'in izniyle İstanbul semalarına balonla çıkan ilk insan olma unvanını elde eden İtalyan baloncu Antonio Comaschi'nin 8 Temmuz 1844'te yaptığı uçuş takip etti.

Arşiv belgelerinde Fransa ve İtalya'da 11 kez balonla uçtuğu söylenen Comaschi, Haydarpaşa'dan uçurduğu hidrojen dolu balonuyla dört günde Yalova'ya ulaştı. Sonra, gösterisini izlemeyenler için Ağustos ayında İstanbul'a yeniden geldi ve balonunu hükümdardan aldığı izinle Beyoğlu'ndaki Tophane-i Amire Hastahanesi'nin bahçesine kurdu. Türkçe, İtalyanca ve Ermenice el ilânları bastırarak sokaklara astırdı. İlânlarda ‘‘Ağa Camii derununda her gün sabah 11'den akşam altıya kadar gelecek olanların balonu seyredebilecekleri’’ ve ziyaretçilerin adam başına beş kuruş ödeyecekleri söylenmekteydi. Comaschi ikinci uçuşunu Ekim ayında yapar ve Beyoğlu'nda başlayan yolculuğu Yeşilköy bağlarında sona erer.

İstanbullular için ‘‘balon denilen çadır’’ artık tanıdk hale gelmiş ve şehrin eğlence hayatında önemi bir yere sahip olmuştu.

Comaschi, İkinci Mahmud'un kızı Adile Sultan'ın 1845 Haziran'ında yapılan düğününe de çağırıldı ve balonuyla yeniden uçması istendi. O zamanın Osmanlı gazetelerinde yazılanlara bakılırsa şiddetli bir rüzgârda ve ‘‘biraz içtikten sonra’’ yeniden İstanbul semalarına yükselen İtalyan baloncu yere bir daha inemedi... Havada kayboldu ve nereye, ne kadar uçtuğu da sır olarak kaldı...

Büyük sözler

Ey çalgıcı, şu gazeli oku; ben sevgiliden geçtim, her çeşit güzelden, her çeşit dikenden vazgeçtim, tövbe ettim artık. Kâh serhoştum, kâh memur. Artık o işten de elimi yıkadım, bu işten de tövbe ettim.

Tövbe suçuna, ta boğazıma kadar garkolmuştum. Eskiden ettiğim tövbelerime tövbe ettim şimdi.

Ey bu köyün şarap satıcısı, ey sâki, sun elime sağrağı! Namustan vazgeçtim, âra tövbe ettim. Yıkılıp düşenbir serhoşa benziyorum; dört tabiattan da dışarıyım, ıssıya da tövbe ettim, soğuğa da, yaşa da tövbe ettim, kuruya da. Bu dördünden de vazgıçtim artık.

Tövbe vaktidir dedim de, bir Áşık bana dedi ki: Ben dün tövbe ettim, senden eski bir tövbekârım. Salahaddin'in, gerçek yurdunu inkÁr edem münkir, aşkla diyor ki: İnkârdan tevbe ettim artık.

Mevlânâ

Tarihin Tuhaflıkları

Ocağına incir dikmek

İkinci Murad'ın küçük kardeşi Şehzade Mutafa taht kavgasına kalkışıp isyan etmiş, İzmit'te yakalanarak bir incir ağacına asılmıştı. Dilimize ‘‘Ocağına incir ağaçı dikmek’’ sözünün, bu olaydan kaldığı söylenir. Bazı tarihçiler, İkinci Murad'ın kardeşini idam ettirmeden önce gözlerine mil çektirdiğini ve ondan sonra astırdığını yazarlar...

Reşat Ekrem'ingiyim kuşam sözlüğü

Car

Kadınların sokağa çıkarken büründükleri kare şeklindeki kumaştı. Tesettür için özel şekilde dokunan bezlere veya ipeklilere ‘‘car’’ denirdi. Bezi halk, ipeklileri zenginlerkullanırdı.Bağdad'da, Haleb'de ve Şam'da dokunanları en makbulleriydi. sarınılıp bir ucu da baş üzerine atı;dıktan sonra yüz siyah bir peçeyle örtülürdü. Eteklik, pelerin ve peçeden oluşan çarşaflar çıkınca bu çarşaflara da ‘‘car’’ diyenler oldu.

İftar yemekleri

Saray karnıbaharı

Karnıbahar ayıklanır, ince dilimler halinde kesilir. Çiçek tarafları yumurtaya bulanarak orta kızgın yağda kızartılır. Kızaran taraflar tencerenin kenarına gelecek şekilde üstüste dizilir. Kuşbaşı halinde kesilmiş koyun etleri karnıbahardan kalan yağda beş dakika kavrulur. Karnıbahar tenceresinin ortasına yağı ile beraber konur. Üzerine yuvarlak kesilmiş soğanlar dizilir, orta ateşte 45 dakika pişirilir. Pişen karnıbahar ve et, servis tabağına tersine yerleştirilerek servis yapılır.

Hattın ustaları

Müderris Pir Mehmed

17. asrın ortalarında, İstanbul'da doğdu. Talik yazıyı babası Valide Sultan Camii Kâtibi Abdullah Efendi'den öğrendi ve Kazasker Abdülbaki Arif Efendi'den icazet aldı. Müderrislik yapıyordu. diyarbakır, Kudüs ve Bağdat pâyelerinden sonra Edirne pâyesiyle Üsküdar kadısı oldu. 1738'de hayli yaşlanmış olarak vefat etti. Şairliği de vardı. Babası Abdullah Efendi ise, talik yazı derslerini DervişAbdi'den almış, sonra Yekçeşm Süleyman Efendi'ye devam ederek yazının inceliklerine nüfuz etmişti.

Abdülbaki Gölpınarlı

Kanberiyye nedir?

Kanber, Hazret-i Ali'nin kölesidir; Hazret-i Ali'ye ve Ehlibeyt'e candan-gönülden bağlıydı. Geceleri Hazret-i Ali sokağa çıkınca o da kendisine haber vermeden kılıcını alır, düşmanlarından korumak üzere peşine düşerdi. Bilâl-i Habeşi gibi zenci olan Kanber, Haccâc'a karşı Hazret-i Ali'yi gayet fasih bir surette övmesi üzerine şehid edilmişti.

Kanberiyye, ‘‘Kanber'e mensup'' anlamına gelir. Yünden örülen ve bir kere bele dolanacak uzunlukta olan kalınca bir kuşağa bir halka ile asılmış, yumruk şeklinde ve yumruktan küçük, taştan yapılmış birşeydir. Tıyg-bend, teslim taşı, kemer gibi tarikat cihazından olan Kanberiyye bele sarılan kemerin üstüne takılır. Kuşağın bir ucu halka biçimindedir, o halkaya sokulur ve belin sol yanına doğru düşey olarak durur. Kanberiyye hem Ehlibeyt'e bağlılığı, hem erenlere hizmeti bildirdiği gibi takınan kişinin evlenmemeye ıkrar vermiş olduğuna da işarettir. Baba tarafından tekbirlenerek kuşatılır ve kuşatılırken ‘‘terceman’’ okunur.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!