Bu ayıbın çaresi var...

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

Şu Türkiye'nin haline bakın: ‘‘31 Mart’’çıların torunları, Cumhuriyet'in başkenti Ankara'yı istila etmeye kalkacaklar... Tüm geçmişimizin ve tüm geleceğimizin güvencesi olan Silahlı Kuvvetlerimize, devletimizin sembolü olan Cumhurbaşkanı'na alenen ve resmen hakaretler yağdıracaklar.

Ama böyle vahim bir olayın sonunda onlar değil, yaşanan gerçekleri tespit edip kamuoyuna duyurmaya çalışan gazeteciler mağdur olacak.

Yasa ve nizam tanımayan bu yobaz kalabalıktan bir kişinin bile burnu kanamazken, tam 11 gazeteci, polisin saldırıları sonunda yaralanacak...

Ve bu ülkenin masum evlatları, Ankara'daki Emniyet kuvvetlerinin, laik Cumhuriyet'e bağlı amirler tarafından yönetildiğine inanacaklar...

Dünyada bu kadar saf -daha doğrusu enayi- kimse kaldı mı?

Aslında Ankara'da yaşananların bir boyutu, laik Cumhuriyet'i basmaya gidenlerle onları durdurması gerekenlerin kafa ve gönül birliği içinde olmalarıdır. Gazetecilerin dövülmesi ve yaralanmasının bir nedeni budur.

Ama asıl neden, basınla polis ilişkisinin yıllardan beri yapıcı bir yaklaşımla düzenlenmemiş olmasıdır.

Daha açık söyleyelim:

Bu sorunu çözmek amacıyla Basın Konseyi tarafından, Nisan 1990'da o zamanki İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'ya somut önlemlerden oluşan bir öneriler demeti sunuldu. Aksu bunları uygun buldu ve uygulanması isteğiyle vilayetlere bildirdi. Ama genelgenin uygulanıp uygulanmadığını irdelemedi.

Daha sonra İçişleri Bakanı olan İsmet Sezgin ile Mustafa Kalemli de, aynı tür genelgeler yayınladılar, ama kendi genelgelerine sahip çıkmadılar. O yüzden polise genelge gönderip ‘‘basına karşı anlayışlı davranılmasını rica ediyorum'' diyen öteki bakanlardan farklı bir sonuç alamadılar.

Bu gerçeği 14 Temmuz 1997 günü Başbakan Mesut Yılmaz'ın dikkatine sunduk. Bize, ‘‘Bakana söylerim bir genelge yayınlar'' türünden hiç de doyurucu olmayan bir yanıt verdi.

Konsey'in önerilerini burada tekrarlamakta yarar yok. Ama ana fikir, polis ile gazetecinin aynı anda, aynı yerde görev yaparken, birbirinin yaptığı işe saygılı olmalarını -rica etmekten değil- temin etmekten ibaret.

Aslında sonuç alınabilmesi için sadece polisin yola gelmesi yeterli değil. Bizzat gazetecilerin de yapmaları gerekenler var. Basın Konseyi, o önerilerini de hem Foto Muhabirlerinin üye olduğu en büyük derneğe, hem de belli başlı gazetelerin Genel Yayın Yönetmenlerine iletti.

Aynen valiler gibi, onlar da hiç aldırış etmediler. Kendileri önlem almadığı gibi, Konsey'in önerilerini eleştirme zahmetine bile katlanmadılar.

Basit bir örnek verelim: Eğer o önlemler alınsaydı, Milli Eğitim Müsteşar Yardımcılarından biri dün bir törende, önüne geçen kameramana karşı kaba ve münasebetsiz bir müdahalede bulunup ‘‘Size neden sopa attıkları belli'' demeyecekti. Çünkü kameramana nerede görev yapabileceği önceden gösterilecek ve bu zatın önü de kapanmayacaktı.

Ama bunlar yapılmadığı için meslektaşlarımız yıllardır dayak yiye yiye bugünlere geldiler.

O nedenle Sayın Yılmaz'ın ‘‘rica''lara değil, ‘‘somut önlemlere'' önem vermesi ve bu önlemleri uygulattırması tek çaredir.

Yazarın Tüm Yazıları