İçkime karışmayan adamı severim

Güncelleme Tarihi:

İçkime karışmayan adamı severim
Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 1999 00:00

Haberin Devamı

Reha Erus, Venedik Exelcior Oteli’nin Donatella Salonu’nda son zamanların en ünlü oyuncularından Cameron Diaz’la aşkları, filmleri, rol arkadaşları, içkiye düşkünlüğü ve hız tutkusu üzerine çok neşeli bir söyleşi yaptı.

Being John Malkovich filminin tanıtımındayız. Venedik Exelcior Oteli'nin Donatello Salonu'nda beş gazeteciyiz. Karşımızda yönetmen Spike Jonze, başroldeki diğer kadın oyuncu Catherine Keener ve ‘‘o’’ var. Cameron Diaz... Hollywood’un son zamanlarda en çok aranan yıldızı. Genelde bu tür söyleşiler bitmek tükenmek bilmeyen protokolle yapılır. Siz yerinize oturursunuz, röportaj yapacağınız kişi veya kişiler törenle odaya girerler. Kendisi ile röportaj yapacak sinema yazarlarına tanıştırılırlar.

Sıradışı bir karşılama

Bu üçlü ile tam tersi oldu. Onlar bizi kapıda karşıladı. Yönetmen Spike Jonze bizim fotoğraflarımızı hatıra olarak çekti. Cameron Diaz da bize pizza ikram etti. Keener’e de içki servisi yapmak düştü.

Cameron pizzasından bir ısırık aldıktan sonra dolu ağzı ile başladı konuşmaya: ‘‘Herkesin dediği, önerdiği veya istediği gibi ben Hollywood’un yeni Marilyn Monroe’su asla değilim. Ben de o masum yüz var mı? Ben yeni Marilyn değil; iyi içki kaldıran, bol yemek yiyen ve size bile şu anda yalan söyleyebilecek kadar çakırkeyif bir oburum. Hür yaşamayı severim. Bağımlılıktan nefret ederim. Mert tarafım vardır. Ama beynimin vidaları atarsa dağıtırım. Erkeklere benim usulümle işkence yaparım. Kısacası altta kalmam. Sıradan giyinmem, karakterimin aynasıdır. Şimdi gelelim sorularınıza.’’

Portrenizi kendiniz çizdiniz. Bu bir öz eleştiri mi, yoksa örneğin oburluk veya içki içmek gerçekten hoşunuza gidiyor mu?

- Siz Türk'sünüz değil mi? Bizde, yani Küba’da Türk'lerle ilgili iki deyim vardır. İlki ‘‘Türk denizcileri gibi içeceksin.’’ İkincisi ‘‘Türk denizcileri gibi sevişeceksin.’’ Bizim adada ününüz iyi. Babam hep böyle söylerdi. Şimdi, ben içki içmesini seviyorum, kaldırıyorum da.

Tıpkı Türk denizcileri gibi. Yemek yemesini de seviyorum, hem de oburluk derecesinde. Onu da vücudum kaldırıyor, bak, karnım dümdüz. Dayanamıyorum. Her an kendimi aç hissediyorum. Hey, çocuklar biraz daha pizza yiyelim mi?

Peki hiç gerçekten sarhoş oldunuz mu?

- Olmak da ne demek... Avustralya’daydık. Galiba Coca Cola reklamları için. 18 yaşındaydım. O sıralar hala fotomodeldim. Hava da çok sıcaktı. Soğuk çay istedim. ‘‘Burada çay yerine biz bunu içeriz’’ dediler ve bana ‘‘Buck’s Fizz’’ denilen; şampanya ve portakal suyu karışımı bir içki verdiler. Tam üç bardak içtim. Daha sonra öğle yemeğine gittik. Önden Bloody Mary içtim. Yemekte Daiquiri, dondurma ile Margarita ve finalde Rom Toddy. Hem de tam beş bardak. Akşam Japon lokantasına gittik. Sushi’nin yanında sake, yani pirinç rakısı içtim. Yatarken de şampanya... Ertesi sabah büyük bir baş ağrısı ile kalktım. Anneme telefon ettim ve cenaze masraflarını karşılayıp karşılayamayacaklarını sordum... Önce tövbe ettim ama o günden sonra daha da fazla içtim. Eğer ortam elverişli ise içerim. Hele aşıksam, hem içerim hem de iştahım açılır.

Biraz aşktan söz edelim...

- Matt Dillon’a olan aşkım dillere destandır. Ama bu aşk 1,5 yıl sürdüyse, beraberliğimiz bir ayı geçmedi. O New York’ta, ben Los Angeles’ta, yani bizimki bir tür telefon aşkıydı. ‘‘Ah Mary Vah Mary’’ filminde biraz beraber olduk. Onu seviyordum. Olgun, yakışıklı, tatlı, sadık, samimi bir ‘‘Mavi Prens’’ti. İçki içmeme hayran olurdu. ‘‘Cami, amma da içiyorsun. Hayranım sana’’ derdi. Bende ‘‘Hayatım, metabolizma meselesi’’ yanıtını verirdim. Matt iyi çocuktur. Arkadaş kaldık.

Şimdi hayatınızda kim var?

- ‘‘American Psyco’’ filminden tanıdığınız Jared Leto. Çok iyi bir çocuk. İçkime yemeğime karışmıyor. Uysal. Şimdi kapıda bu röportajlar bir an önce bitsin de, Cami’si onu kollarının arasına alsın diye bekliyor.

Sinema tutkunuz nasıl başladı?

- Annem ve babam beni bir bakıcıya bırakıp gece çıkarlardı. Ben de hep gece yayınlanan siyah beyaz filmleri izlerdim. İlk televizyonda gördüm Ava Gardner’i. İşte o kadını görünce bir gün bende sinema oyuncusu olacağım diye kafama koydum. Elinde bardak. O muhteşem kaşlar, o kalın dudaklar, çenesi, ölçülü burun delikleri, harika profili ile benim ilahem olmuştu. Ava Gardner cesur bir kadındı. Giydiği süveterlerden göğüsleri patlayacakmış gibi gelirdi. Küba’ya Ernest Hemingway’ın yanına kaçardı. Şimdi ona benzer bir tek Goldie Hawn’ı tanıyorum.

‘‘Ah Mary Vah Mary’’ filminin yönetmeni, ‘‘Neredeyse çekimleri Cameron yönetecekti’’ demiş...

- Elimde değil. Hükmetmeyi, daha iyisini yapmak için olaya el koymayı seviyorum.

Aktör Dermond Murloney’de ‘‘Bir daha Cami’nin kullandığı otomobile binmem. Yaşıyorsam, bu bir mucize’’ demiş...

- Ben otomobil kullanmayı seviyorum. Hızlı sürüyorum, lastikler patinaj yapınca kendimden geçiyorum. Los Angeles trafik polisinde sabıka kaydım hayli kabarık. Şimdi bir Mercedes C-28O 94 modelim var. Hancock Park'daki evimin yanındaki komşular hızlı araba kullanmamdan şikayetçiler.

Bugüne kadar hayli yetenekli aktörlerle kamera karşısına geçtiniz. Onları tek tek analiz eder misiniz?

- Şimdi, şöyle bir düşüneyim. İlki kimdi?... Ha, Jim Carrey; neşeli, Keanu Reeves yakışıklı, Ewan Mc Gregor inanılmaz derecede çekici, Rupert Everett patlamaya hazır bir bomba, Matt Dillon inanılmaz bir yetenek. John Malkovich'in espiri gücü olağanüstü. Dermond Murloney'in karısı Catherine Kenney karşımda. Onun yanında nasıl seksi olduğunu söyleyebilirim.

Asla bir star değilim

Sizin için ruhunda starlık yok diyorlar.

- Öyle diyorlarsa doğrudur. Ben yaşamasını seviyorum. Küçük bir evde iki kedi, -lütfen adlarını da yazın çok sevinirler- ‘‘Little Man’’ ve ‘‘Kitty’’ ile mutluyum. Fazlasını istemiyorum. Gözüm yok. Ben şimdi sizlerle de mutluyum. İlk denememde bana ‘‘Sen zayıfsın, olsan olsan bilardo masasında ıstaka olursun’’ dediler. Ama işte ben buradayım. Kendimi ideal kadına yakın bir yerlerde hissediyorum.

Oliver Stone’u sorabilir miyiz?

- ‘‘Any Given Sunday’’ filmini tamamlıyoruz. Yumruk olayı yok. Demin de söyledim. Cehenneme gönderme durumu var.

Son zamanlarda en hoşunuza giden şey ne oldu?

- Örgü örmesini öğrendim. Daha doğrusu Julia Roberts öğretti. Yeğenim Chloe’ye kazak örüyorum ve çok hoşuma gidiyor.

Soyunuzda Kızılderililik var. Hangi kabileden?

- Babamın tarafından. Sioux Hunkpapa kabilesi. Kısacası ben ‘‘Oturan Boğa’’nın torunlarındanım. Sioux, damarım tutarsa, gerisini Oliver Stone’a sorun.

Son sözünüz...

- Sizinle sohbet güzeldi. İşte tanımak istediğiniz Cami bu! Yedi yaşında neysem, şimdi de öyleyim. Asla bir star değilim. İnsanları seven kedilerine düşkün, obur, içkici, sürat delisi, aşkı sayan, kendisine güvenen, yarı sarı benizli, tahta göğüslü ve kısmen düzgün bacaklı bir dünyalıyım.

Televizyonda küçükken izlediğim ‘‘Charlie’nin Melekleri’’ dizisi şimdi beyaz perdeye aktarılıyor. Yapımcısı aynı zamanda bir başka meleği canlandıracak olan Drew Barrymore. Sizin anlayacağınız hafiyelik yapacağız.

Ben yeni Marilyn değil, çakırkeyif ve obur bir yalancıyım. Ne bulursam yerim, içkiye hayır demem, sıkışınca hemen yalana başvururum. Tam bir melezim. Küba, Kızılderili ve Alman karışımı sevimli bir yaratığım.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!