Boğazlar yol geçen hanı değil!

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Pazar günü İstanbul bir felaketin eşiğinden döndü.

Ukranya'dan Cezayir'e çelik götüren Belize bandıralı bir gemi ile bir Bulgar gemisi Ahırkapı açıklarında çarpıştı. Çarpışma sonucu Belize bandıralı gemi Marmara'nın sularına gömüldü.

Allahtan batan geminin içindeki yük kent için tehlike yaratacak nitelikte değildi. Yine de batan gemiden çevreye saçılanları ekranlardan izlediğimde tüylerim diken diken oldu. Denizi çöplüğe çevirdik.

Rastlantıya bakın ki, Doğa Savaşçıları adlı çevre örgütü, AGİT dolayısıyla, birkaç saat önce Boğaz'da bir eylem yapmıştı. Örgütün, "Boğazlar yol geçen hanı değil" pankartı dikkat çekiciydi.

* * *

Güvenilir kaynaklar, bir sıvı gaz (LPG) tankerinin böylesine bir kaza sonucu patlaması halinde yirmi beş kilometre çapındaki bir alanda tek canlı kalmayacağını söylüyor. Yani İstanbul'un büyük bir kısmı havaya uçar denmekte.

Bundan daha vahim bir uyarı olabilir mi?

Efendim, uluslararası anlaşmalar varmış.

Benim canım her an namlunun ucunda ise batsın bu anlaşmalar.

Kaç felaket yaşadık. Hele Independenta tankerinin geceyarısı patlayışını, birçok İstanbullu gibi, hálá korkuyla hatırlarım.

Bunca olaydan, bunca uyarıdan sonra uluslararası anlaşmalarda da düzeltmeler yapılabilmeli.

Kolay değil, biliyorum. Öte yandan anlaşmalar da gökten inmiş kutsal kitabın ayetlerinden oluşmuyor.

* * *

Bir yanlış anlamayı önlemek için peşinen söylemeliyim.

Aklı başında kimsenin deniz taşımacılığına bir itirazı bulunmuyor.

Uluslararası ticaretin kolaylaştırılmasına da aynı çevrelerce karşı çıkılmıyor.

Ama el insaf!

Ticaret yapılacak diye İstanbul gibi bir kentin halkı terör korkusu içinde yaşatılamaz.

Tüccarın böyle bir hakkı yok.

Boğazların Güvenliği

Birkaç ay önce Boğazların güvenliği ile ilgili gelişmeleri yazmıştım.

Çeşitli öneriler getirildi. Bunlardan en önemlisi, İstanbul Boğazı boyunca bir izleme sisteminin kurulmasıydı.

İsrailli bir şirket, uzmanların söylediğine göre, çok iyi bir de teklif getirmişti.

Sonra Büyükşehir Belediyesi ve askeri yetkililer arasında bir kopukluk yaşandı. Boğaziçi'ni korumakla görevli bazı kurumlar aksi yönde görüş bildirdi.

Ankara'da herşeyi çok bilen siyasetçiler ve yüksek bürokratlar bütün gelişmeleri süpürüp halının altına attılar.

Gelişmeler sonrası durumun özeti dört kelimeyle yapıldı: Eski tas, eski hamam!

Ama pazar günkü kazanın benzeri bir LPG tankeri ile yaşanırsa ortada ne tas, ne de hamam kalacak.

Kitap fuarı

İstanbul Kitap Fuarı TÜYAP'ta açıldı.

Mutlaka gidip görün.

Görmekle kalmayın, kitap alın.

Almakla kalmayın, aldığınız kitapları okuyun.

Okumakla kalmayın, okuduğunuz ve beğendiğiniz kitapları başkalarına önerin.

Kitap önerilerine asla kulak tıkamayın.

Önerilen kitapları mutlaka gidip görün....

* * *

Yukarıdaki bölümü boşuna üç noktayla bitirmedim. Üç nokta, aslında bitirmeden çok bitirilmemişliği gösteren bir işaret. Son cümleden sonra yazılacak bir şey yok. Yapılması gereken, ikinci satıra dönüp okumaya tekrar başlamak.

* * *

Yemekle ziyafet arasındaki temel fark nedir, bilir misiniz?

Her ikisi de sonuçta karın doyurur. Ancak birincisinde sofrada yetecek kadar yiyecek bulunur. Ziyafette ise bir bolluk, açlığın çok ötesindeki duygulara hitap eden bir çeşitlilik mevcuttur. Sofradaki bütün yiyecekleri bırakın yemeyi, tatmak bile hayaldir. Ama yine de böylesi insanoğlunun hoşuna gider.

Kitap fuarları da birer ziyafet sofrası.

Şölene mutlaka konuk olun.

Hem karnınızı doyurun, hem de gözünüzü.

Reklam değişti

Yapı ve Kredi Bankası'nın yaptırdığı "Vat iz dis" reklamı bir başkasıyla yer değiştirmiş.

Buna çok sevindim. Çünkü reklam toplumsal değerleri ayaklar altına alacak bir boyuttaydı. Yani işin espriyle veya hoşgörüyle geçiştirilecek bir yanı yoktu.

Bu köşede genellikle çok farklı konuları işlememe rağmen, bana da sayısız tepki ulaştırılmıştı.

Bunun üzerine birçok meslektaşımın yazısına reğmen, ben de birkaç satırla olsun bana ulaşan tepkileri dile getirmiştim.

O nedenle duyarlık gösterenlere teşekkür de üzerime bir borç olarak kaldı.

3. Boğaz köprüsü

Biz Leonardo'nun köprüsüyle uğraşırken, birden 3. Boğaz köprüsü gündeme gelip oturdu.

Aslında köprü daha önce gündeme gelmişti.

Yukarıda Allah var ya, basın ve özellikle İstanbul gazeteleri büyük gürültü koparmasaydı bugün temel atma törenini yazıyor olacaktık.

İstanbul gazeteleri ise köprü ayaklarının müstakbel ve mutasavver talihsiz halkının tepkisini kamuoyuna yansıttı. Hürriyet-İstanbul konuyu birinci sayfasına taşıdı. Ayşen Gür tepki yazıları yazdı.

Sonuçta 3. Boğaz köprüsü projesi durduruldu.

Bizde devletlü bürokratların ve siyasi çevrelerin halkla aslında pek alışverişi yoktur.

Devlet memuru denilen canlı türü Türkiye'de zaten yasalarla koruma altına alınmış. Seksen küsur yıldır ayrıcalıklı şahıs muamelesi görmekte. Onların yüksek düzeylilerinin had derecede horgörülen halkla ilişkilerinin eşit seviyede olması zaten mümkün olamaz. O yüzden kamuoyu tepkisi falan onlara vız gelir tırıs gider.

Bürokratlar bu nedenle kamuoyundan ürkmez.

Siyasi kişiler de öyle.

Ancak onların seçimden seçime halktan oy isteyecek liderlerini zora sokmamak gibi bir endişeleri mevcuttur. Bu da onlarda geniş kitleleri ürkütmemek uygulamasını insiyaki olarak harekete geçirir.

Bunun Türkçesi şu: Üç beş ayaklanmış mahalle halkı için 3. Boğaz köprüsü gibi avantası bol bir projeden ve ihaleden vazgeçilmezdi. Kamu yararı da aslında müteahhitin ve avantacıların yararı olduğu için buna esasında gerek bile vardı. Ancak, gazetelerin diline düşmek demek, konunun üç beş ayaklanmış mahalle sakini ötesine taşınması demekti.

Nitekim öyle oldu! Bana sorarsanız, iyi de oldu!

Şimdi Karayolları yeni bir çalışma başlatacakmış.

İsabet.

Ama unutmasınlar, basın takipte.

Hem basın Fadıl'a da benzemiyor.

Yazarın Tüm Yazıları