Yeniden Hacettepe

HACETTEPE’li Sarı Veli’nin Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki mezarını ilk olarak bundan dokuz yıl önce gördüm.

Ölüm tarihi 1953 olmasına karşın, eski mezarların bir çoğunun aksine yeni bir mermerden yapılmıştı, oldukça bakımlıydı.

Kim olduğunu bilmememe karşın Sarı Veli ismi zihnime kazındı.

Halil Soyuer’in "Ankara Kabadayıları" isimli kitabında Sarı Veli’nin hikayesi ayrıntılarıyla anlatılıyor. En yakın arkadaşı tarafından vurularak öldürülen Sarı Veli’nin mezarının benim için sır olan bölümünü de Soyuer’in kitabı araladı. Soyuer, Sarı Veli ile dost hayatı yaşadığı "Katır Cemile"nin mezarın bakımını ve taşını yaptırdığını yazıyordu.

Soyuer’in satırlarında dönemin Hacettepe semti de, oradaki sosyal yaşam ve kültürel yaşamının resmini önümüze seriyor.

Başkent’in "isyankar" semti Hacettepe bir çok kabadayı yetiştirmiş, ünlü boksörler çıkartmış bir semt. Sert mizaçlı bu semtin kaderi de hastane inşaatından sonra değişiyor.

Hacettepeli Sarı Veli’nin isminin aradan 50 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra tekrar gündeme gelmesinin nedeni ne kabadayılığı, ne de arkadaşı tarafından vurularak öldürülmüş olması.

Aradan geçen uzun yılların ardından, Ankara’nın eski "mahalle takımlarından" biri olan Hacettepe’nin yeniden Türk futbolunun zirvesinde mücadele edecek olması.

Renklerini, dönemin Hacettepe Parkı’ndaki menekşelerden alan "mor-beyazlılar"ın yeniden "Merhaba" demesinde Ankara Hürriyet Spor Yazarı Atilla Türker’in büyük emeği var. Konuyu gündeme getiren de, öneride bulunan da Türker.

Türker’in çabaları sayesinde şu anda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yapan Melih Gökçek’in, Keçiören Belediye Başkanı iken, adını Keçiörengücü yaparak tarihin yapraklarından sildiği Hacettepe yeniden 1.Lig’de mücadele edecek.

Şimdi tüm biz Ankaralılara düşen, 1.Lig’de mücadele eden diğer Başkent takımlarına olduğu gibi Hacettepespor’a da destek olmak.

Çünkü, bundan on yıllar evvel bir semt takımı olarak, mahallenin gençleri tarafından kurulan, amatör ruhunu hemen hiç bir zaman kaybetmeyen böyle bir takıma bu kentin çok ihtiyacı var.

Planlamalar kent için yapılmalı

ANKARA Hürriyet’te yayınlanan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Eskişehir Yolu’na inşa etmeyi planladığı VIP camiye ilişkin haber üzerine Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açıklamasını geçen hafta içinde okudunuz.

Mimarlar Odası’nın açıklaması, cami tartışmalarının dışında Ankara’nın en büyük gelişim hattına ilişkin uyarılar taşıyordu.

Ne diyordu mimarlar?

"Tartışılması gereken caminin mimari tarzı değil, yerinin doğru olup olmadığıydı."

Gerçekten de Gökkuşağı, "inşaatı bir durup bir başlayan" kongre merkezi, birbiri ardına açılan alışveriş merkezleri zaten çok yoğun olan bu yolda yeni bir kargaşaya neden olacak. Üstüne bir de binlerce kişiyi daha bu güzergahta yolculuk etmeye yönlendirecek bir cami yapımı ne kadar doğru?

Halen metrosu bile tamamlanamayan bu güzergahta artık yeni yoğunluk noktası oluşturulmaması gerekiyor.

Hiç bir modern kentte olmaması gerektiği gibi Ankara’da da ranta dayalı bir imar planlaması yapılmamalı.

Planlamalar, kentin doğru yönde, akılcı, geleceğe ilişkin bir perspektif sahibi bakış açısıyla ortaya konulmalı.

Her kentin gelişimi belediyelerin doğru planlamasıyla yönlendirilebilir, doğru bir yöne kanalize edilebilir.

Ama yeter ki bunun için belediyeler, gerçekçi ve kent lehine bir planlama içine girsinler.

Eskişehir Yolu şu haliyle bile çoğu zaman yoğun trafik saatlerinde içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Yapılan tüneller, özellike kente dönüş yönünde trafiği rahatlatmaktan çok uzak. Bu altgeçitler nedeniyel dah çok trafik kent merkezinde birikiyor.

Artık kent yönetimi, Eskişehir yolunun dışında da gelişim aksları oluşturmalı ve "ranta" dayalı olmayan politikalar üretmeli.

Ares’in ardından

GEÇEN perşembe akşamüstü telefon çaldığında sakin bir gündü.

Telefondaki Ümit Çetin üzücü haberi verdi.

Ümit ve Senem’in oğlu, altı yıllık yol arkadaşları Ares hayata veda etmişti. Her köpek gibi Ares de özel bir köpekti. İyi huylu, insan canlısı, dost bir hayvandı. Her dost gibi eksikliği çok hissedilecek.

Yolda Ümit’in yanına giderken yedi yıl önce bir cuma akşamüstü ailemizin 16 yıllık dostu Haydut’un son nefesini verişini hatırladım. Ümit ile birlikte hava kararmadan onu defnetmenin yollarını düşünmüştük.

Üzüntümüzü yaşayamadan hemen bir kazma ve kürek bulmuş, şehrin dışına çıkmış bir dağ başında bir mezar kazmış ve Haydut’u oraya defnetmiştik.

Ares ise son yolculuğuna Meliha Yılmaz Vakfı’na ait Gölbaşı Hayvan Barınağı’nın içindeki hayvan mezarlığında çıktı.

Her ne kadar fiziki koşulları yeterli olmasa da böyle bir mezarlığı oluşturduğu için vakfı tebrik etmek gerekiyor. Ve tüm hayvanseverlerle birlikte yerel yönetimlere de bu atılan ilk adımı geliştirmek, aşmak ve barınağın dışında, ayrı bir bölgede, daha özenli bir hayvan mezarlığı oluşturmak düşüyor.
Yazarın Tüm Yazıları