Ak Parti ve “liberaller”: “Sanal ittifak” bozuldu mu; devam mı?

Son iki gündür çeşitli internet sitelerinde dolaştırılan bir haber dikkatimi çekti; “Star yazarı Murat Birsel küçük bir araştırmayla Başbakan Erdoğan’ın dün okuduğu yazarların listesini çıkardı” diye yazıyor ve ardından “Listede Başbakan’la polemik halindeki isimlerden Mehmet Altan, Ertuğrul Özkök ve Cengiz Çandar yok” deniyor.

Haberin Devamı

Burada “haber değeri” olarak görülen; Başbakan’ın “kimleri okuduğu” değil, “okuması gerekli görüldüğü” iması yapılan ya da “okuduğu sanılan” söz konusu üç ismin okuduğu yazarlar listesinde yer almaması.

Ancak, tam da bu “üç isim”le ilgili bir yanlış yapılmış. Çünkü, Başbakan’ın Mehmet Altan’ı okuduğu besbelli. Hatta, isim vermeden ona yüklenmesini Fehmi Koru, Yeni Şafak’ta köşesine taşımıştı; onun üzerine Taraf’ta Ahmet Altan, Koru’ya yönelik, ismini de geçirerek, sert bir yazı kaleme almıştı. Mehmet Altan ise, Vatan gazetesine verdiği söyleşide, Başbakan’ın kendisini kastederek söylediği sözlere cevap yetiştirmişti.

Yani, Başbakan, Mehmet Altan’ı okuyor!

Ertuğrul Özkök’ü de okuduğu, son günlerde onun ismini vermeden Ak Parti grup toplantılarındaki konuşmalarında onun yazılarındaki yaklaşıma verdiği sert tepkiden belli.

Haberin Devamı

Bana gelince, “liste”, Başbakan’ın Pazartesi günü okuduğu yazarlara göre düzenlenmiş. Pazartesi günleri benim yazım yok. Başbakan’ın okuduğu yazarlar listesine girmem bu nedenle imkansızdı. İkinci yanlış ise, ismimin “Başbakan’la polemik halindeki isimler”den biri olarak geçirilmesi. Yanlış, çünkü benim Başbakan’la polemiğim yok.

Kaldı ki, bir karşılaşmamızda, o sıralarda yazdığım yazılara atıfta bulunarak “çok ağır yazdığım”dan yakınmasından, okuduğunu da biliyorum.

Başbakan’ın beni okumasını ister miyim? Yoksa, bu, umurumda olmaz mı?

Elbette isterim. Okunmamak amacıyla yazmıyoruz. Yazıların arka planında, deneyim, göz nuru, emek var. Okunsun diye yazıyoruz; en başta da Başbakan’ın okumasını elbette isterim.

 

***        ***        ***

 

Son günlerde bizim meslek camiasında, kim kimi okuyor, kim neyi etkiliyor, kim ne diyor, kim neyi ırgalamıyor türünden hararetli tartışmalar cereyan ediyor.

Bu ilgi ve “merak”, başörtüsüne yüksek öğrenim özgürlüğüne ilişkin gelişmelerle birlikte ortaya çıktı. Daha doğrusu, kendilerine “liberal-demokrat” ve buradan yola çıkılarak “Ak Parti yandaşı” yaftası yapıştırılanların, bir-iki istisna dışında, Ak Parti’nin “siyasi rotası”na eleştiri yöneltmeleri ve izlenen yöntemi paylaşmamaları üzerine, “medya projektörleri” belirli isimler üzerine çevrildi.

Haberin Devamı

Birbirine ters ikikesimin tavrı, konuyudaha da “ilginç” kıldı. İlki, üzerlerinde “İslamcı” etiketi bulunan kalemlerin, 28 Şubat’tan bu yana “yol arkadaşları”na, “Demek, sizinle beraberliğimiz bu kadarmış. Türban söz konusu olunca, çark ettiniz.Ama, şunu bilin ki, Ak Parti’nin ve tabanının size ihtiyacı yok. Güle güle” cinsi ham bir tepkide bulunması.

Buna paralel olarak, kariyerlerini “liberal-demokratlar” ve Ak Parti’ye saldırı üzerine kuranların, eteklerine zil takıp oynamaya başlamaları. “İttifak çöktü” sevinç çığlıklarından geçilmiyor.

Öyle ki, bunlardan biri kendisini “öteki” diye ilan edip bukonuda bir de kitap yazmış. Medyanın bir bölümü, günlerdir bu kişiyi pompalıyor. “Öteki” olunarak, varoluşunu “liberal ve demokrat” düşünce sahiplerine karşıtlık üzerine kurarak, bir şey olunmaz.

Haberin Devamı

Temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda, bugüne dek, nerede nasıl durduğuna bakılarak ve “bir şey” olunarak, ülkenin “düşünce ve eylem yelpazesi”nde bir yer edinebilirsiniz. “Liberal ve demokrat” diye nitelenenlerin “aritmetik” zaafına rağmen, “nitelik” üstünlüğü de buradan kaynaklanıyor zaten.

Nitekim, bunu kavrayanların başında Başbakan geliyor. Pazar günü ATV’de düzenlettiği söyleşide altını çizdiği hususlar ve verdiği “mesajlar” bu özelliğinin göstergesi.

Konunun cazibesi, dün Sabah’ta Nazlı Ilıcak’ın “Muhafazakarlar ve Liberaller”, Mustafa Akyol’un Star’da “Ak Parti Liberalleri Kaybetmemeli” ve Avni Özgürel’in Radikal’de “Kutsal İttifaka Ne Oldu” başlıklı ve daha bir çokkalemin çeşitli yayın organlarında yazdığı yazılarda yansıyor.

Haberin Devamı

Aslında, sanıldığı gibi “ittifak’ olmadığı gibi, iddia edilen “ittifak”ın bozulması da söz konusu olamaz.

Daha öteye gidelim, “ittifak”ın iddia edilen “bozulma gerekçeleri” ortadan kalktığı anda, sözü edilen “sanal ittifak” aynen kurulur ve devam eder. Başbakan’ın son “mesajları” bu bakımdan önemli.

 

***       ***      ***

 

Mustafa Akyol dün şöyle yazmıştı: “Ak Parti’yi Milli Görüş’ten bugüne getiren şey, istikametini ‘siyasal İslamcılık’tan ‘liberal demokrasi’ye çevirmiş olması... Aradıkları din özgürlüğünün Batı tarzı liberal demokraside zaten var olduğunu fark ettiler. O yüzden de otoriter seçkinleri‘by-pass’ edip, AB süreci ile cisimleşen özgürlüğe yöneldiler.

Haberin Devamı

Liberaller ise eskiden beri o yoldaydı. Dolayısıyla özgürlüğün ve özgürlükçülerin ‘kriterleri’ konusunda söz söylemeye hakları var. Zaten fiili durum da ona işaret ediyor... Hükümetin ‘biz kendimizi zaten ispat ettik’ diye kestirip atması doğru olmaz. Yüzde 47’lik halk desteği büyük bir meşruiyet kaynağı olsa da, Türkiye’nin ‘özel şartları’nın dayattığı zorluklar, ve zaten ‘İslamofobi’den muzdarip olan Batı dünyasının kuşkuları, ‘liberallerin vereceği meşruiyeti’ de gerekli kılıyor.”

Fehmi Koru ise, Hrant Dink cinayeti dosyasının bir kez daha açılıp soruşturmanın yeniden başlatılmasına, Başbakan’ın ATV söyleşisinde Ergenekon konusunda kararlılık sergilemesine ve azınlık vakıfları ile düzenlemeden hemen sonra Meclis’in 301 konusunda harekete geçeceği bilgisini vermesine dikkat çekiyor ve yazısını şöyle tamamlıyor:

“Kimse liberal kan kaybını kazanım olarak görmüyor, görmemeli de; ancak iktidar partisi liberal kanattan aldığı desteğin bir miktarının kaybını telafi etmek için kuruluşunda belirlediği ‘özgürlükçü’ köklerine daha sıkı sarılacaksa, AB projesine daha samimi sahip çıkacaksa, bu durumu itirazcı liberaller bile herhalde takdir edeceklerdir.”

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Elbette ki, böyle olacaktır. Zira, amaç, “üzüm yemektir”. Ancak, şu da unutulmasın; eğer, “liberaller” bağımsız ve ilkeli bir tavır sergilemese, hükümete “eleştirel” yaklaşmasa idi, kimsenin ayağı böylesine suya da ermezdi.

Türkiye’deki “muhalefet boşluğu”nda “demokrat eleştiri”nin gücü de bu kadar ve ama hafife alınmayacak güçte...

Yazarın Tüm Yazıları