Gece Yalova üzerinde uçağın motorları durdu

Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın koruması ve sırdaşı, ANAP Adana Milletvekili Musa Öztürk, 1986 yılında İstanbul'dan Ankara'ya uçarken yaşadığı ‘‘kader anı’’nı Yener Süsoy'a anlattı.

Öztürk, pilotlara Özal'ın ‘‘İstanbul'a geri dönün’’ emrini ilettiğini ve Yeşilköy'e filmlerdeki gibi tehlikeli bir iniş yaptıklarını anlattı.


Özal, uçağın pilotlarına ‘Gözüme gözükmeyin’ dedi


Turgut Özal'la en büyük uçak tehlikesini 1986'da Golfstream'in verdiği geçici özel uçakla yaşadık. Seçilen pilotları 3 ay kursa gönderdik ama, sistemi iyice öğrenmeden dönmüşler buraya. Bir gece saat 21.30'da İstanbul'dan Ankara'ya dönüyoruz, Yalova'nın üstüne geldik, uçağın bütün ışık sistemi iflas etti. Teknisyen trafo gibi bir sigorta kutusuna eliyle vurdu, 40 saniye kadar yeniden elektrik geldi, sonra yine gitti. Uçağın içerisini kesif bir koku aldı, her yer zifir karanlık. Her şey iflas etmiş durumda, kuleyle falan irtibatımız yok. Uçakta kendisi, Ahmet Özal, Tevfik Bey, Güneş Taner, ben ve korumalar varız. Ahmet Özal da o tarihlerde Türkiye'ye yeni gelmiş, pilot brövesi almak için Etimesgut'a uçuşa gidiyor. Yan yana oturuyoruz; durumu sorduğunda ‘‘Herhalde motorlardan biri yanmıştır, İstanbul'a dönebilirsek çok iyi olur’’ dedi. Hemen kalkıp halen THY'da uçan pilotun yanına gidip ne yaptıklarını sordum, uçağın sistemini araştırdıklarını söyledi. ‘‘Kardeşim geri dönelim, beyefendinin emri bu’’ dedim. Pilot koltuğunda öyle oturuyor, hiç tepki filan yok. O tarihte Yeşilköy pistleri de yeni ışıklandırılmış, görerek iniş yapılacak. Sistemlerin hepsi iflas ettiği için kör uçuş yapıp öyle inilecek. havada bir kartal gibi uçuyoruz, ışık mışık hak getire. İstanbul'u görüyoruz, her tarafta itfaiyeciler var. Başbakanın uçağıyla irtibat kesilince Atatürk Hava Limanı'na alarm verilmiş, pistin her tarafı ambulans, itfaiye araçlarıyla dolu. Öyle bir inişimiz var ki, langır lungur, teker filan da patlamıştı. İndik, kapılar otomatik açılmıyor. Bizim korumlar levyelelerle bagaj kapısını açıp bir piramit oluşturdular, rahmetli onların üstüne basarak yere indi. Turgut bey o anda pilotu yanına çağırmamı istedi. ‘‘Kaptan, bu şartlar altında Ankara'ya gitme şansımız var mıydı?’’ diye sordu; pilot ‘‘Yoktu efendim’’ dedi. Özal ‘‘Siz kaptan olarak bu kadar yetkiyle donanmışsınız, arkadaşlarım müdahale etmese ne olacaktı? Hadi git, gözüme gözükme’’ dedi. Bana dönüp ‘‘Pakistanlı Tahir'i çağırın, bizimkiler kurstan bir şey öğrenmemişler’’ diye ekledi. Sonradan rapor geldiğinde gördük ki, uçağın motoruna giden 22 kablonun 18'i yanmış. Yani Ankara'ya devam etsek kesinlikle düşecektik, Yener bey. O kaptan pilot THY'nda uçarken Singapur'da kanat kırdırmış, olmaz böyle şey. Tahir'e 7 bin dolar, bizimkilere 5 bin dolar civarında bir ücret veriliyordu. DYP-SHP iktidardında bu yüzden çocuğun onuruyla oynadılar, o da çekip gitti. Oysa Tahir aynı zamanda çok iyi bir pilot öğretmeniydi.


Özal’ın iki yumuşak karnı


Turgut beyin yumuşak karnından birisi kardeşi Yusuf Bozkurt, öteki ise Hüsnü Doğan'dı. ‘‘Yetim Hüsnü’’ onun yanında kardeşlerinden daha değerliydi. Hüsnü Bey, Tarım Bakanı'yken Çukurova'da Tarla Günü'ne gittiğinde hep Ceyhanlı birisinin çiftliğinde kalıyordu; halbuki orada devletin çiftliği var. Hüsnü Bey, çok çalışkan, dürüst, namuslu bir adamdır ama, çok inattır. Bir gün kendisine hep aynı çiftlikte kaldığı için Adana'dan tepkiler geldiğini, bir daha gitmemesini rica etttim. Bir gün havaalanı yolunda Turgut Bey'e konuyu açtım. ‘‘Efendim tepkileri size arz etmek zorundayım. Doğru bildiğim, iyi öğrendiğim istihbaratların hepsinin sağlamasını yaptıktan sonra size arz etmek benim asli görevim’’ dedim. Hanımefendi de var, Etimesgut'a gidiyoruz. Olayı anlatınca ‘‘Ne var bunda, Hüsnü'ye ne diyeceksin sen?’’ diye bağırdı. Kendisine nazik bir şekilde ‘‘Efendim İstiklal Mahkemesi gibi olmayın, Kılıç Ali'nin oğlunun söylediğine göre orada önce asarlarmış, lütfen beni dinleyin’’ dedim. Anlattım hiç ses çıkarmadan dinledi. Çok sürmedi, Hüsnü Bey'i görevden alıp yerine Lütfullah Kayalar'ı getirdi. Yusuf Bey rahmetliyi de çok severdi, onun için çok özeldi.


Güneydoğu’nun sorunlarını profesör gibi araştırırdı


Görünen yüzüm koruma müdürüydü ama, ben bunun ötesinde sır katipliği yaptım. Rahmetli Özal'ın cumhurbaşkanlığının ilk yıllarına kadar Kürt meselesiyle ilgili sağlıklı bir beyanatı yoktur. Çünkü hazırlıklı olmadığı konuda kolay kolay konuşmazdı. Özal, bir şeyi yapmadan önce ortaya atar, vatandaşın tepkisini öğrenirdi. 1989 Kasım'ında Cumhurbaşkanı olduktan sonra şu anda Genelkurmay Genel Sekreteri olan Başyaver Aslan Güner, Kaya Toperi, Can Pulak ve benden bu konuda devletin arşivlerinde olan bilgileri ortaya çıkarmamızı istedi. Ayrıca Dışişleri, Genelkurmay dahil bu konuda eseri, bilgisi, belgesi olanların çoğuyla da görüştü. Bana kalırsa bu çalışmasını bir profesörlük tezi gibi algılamak lazım, 3 senesini verdi. Çalışmaların sonunda hadisenin birinci ayağının ekonomi, ikincisinin ise eğitim olduğuna karar verdi. Hatta gazetelerde Apo'nun buna çok kızdığı, ‘‘Bu adam elimizdeki bütün kozları aldı, hayata geçirecek’’ dediği yazıldı. Bu konuları zaman zaman rahmetli Ağa Ceylan'la konuşurdu. Onun için ‘‘Tahsili fazla yok ama, bu adam tipik bir Kürt feylesofu’’ derdi. Ben de kendisini yakından tanırdım, uzlaşmadan yana, akılcı bir adamdı. Bu konuya yıllarını veren bir emniyet mensubu olarak iyi bilirim ki, Kürtler Orta Asya'dan gelen Turani dil grubundan bir gruptur. Göktürk Kitabeleri'ne bakın, Ruslar bugün Kürtçülük hadisesinden niye vaz geçti? Bu da gösteriyor ki, Orta Asya'da varlar, neticede hısım akraba.
Yazarın Tüm Yazıları