Uzlaşmadan anlaşılan bu olmamalıydı

ABDULLAH Gül’ün dünkü açıklamalarından sonra, "geniş çaplı uzlaşma" gereğinden fazlaca söz eden bir kişi olarak, birşeyler söylemek gereği hissediyorum.

Gerçi seçim mitinglerindeki ve bu süre içerisindeki gazete ve TV demeçlerinden "Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını inat meselesi yaptığı" sonucu çıkartıyor, AKP’yi iyi bilenlerin Gül’ün yeniden aday olma ihtimalinin yüksek olduğu tahminlerini ciddiye alıyordum. Ancak Gül’ün yeniden Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söylemesini, açıkcası beklemiyordum.

Çünkü Gül’ü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı dengeleyen, uzlaşmaya zorlayan bir kişi olarak tanıyorduk. Halbuki şimdi, roller değişmiş gözüküyor. Başbakan seçim gecesinden başlayarak daha uzlaşmacı, kazandıkları yüksek oyu hazmetmiş bir görüntü veriyor...

Gül’ün dün açıklama yaparak, seçim sonuçlarını sanki "toplumun kendi Cumhurbaşkanlığını onaylamış" gibi yorumlaması, kendisinden, daha doğrusu verdiği imajdan beklenmeyen bir karardı. "Artık çok daha sorumlu davranmak gerekiyor ülke için Cumhurbaşkanlığından feda ediyorum" dese, kendini çok daha fazla yüceltecekti diye düşünüyorum...

Bizce bu açıklama aynı zamanda Başbakan Tayyip Erdoğan’a ve AKP tabanına verilmiş bir mesajdı. Başbakan’ın seçim gecesi AKP Genel Merkezi önünde toplanıp, "Cumhurbaşkanı Gül" diye slogan atan parti tabanını susturmasına bir yanıttı, belki de...

Şahsen, Gül’ün dünkü açıklamasından Başbakan Erdoğan’ın ayrıntılarıyla haberdar olduğunu sanmıyoruz. Ya da "iyi polis-kötü polis" oyunu mu oynanıyor, bilmiyoruz.

Başbakan Erdoğan’ın yeni dönemde uzlaşma arayacaklarına ilişkin sözleri, kamuoyunda "Gül’ün adaylıktan vazgeçeceği" biçiminde yorumlanmıştı. Çünkü uzlaşma dediğimiz şey, bizim özellikle "geniş çaplı uzlaşma" diye pekiştirdiğimiz şey, toplumun tüm kesimlerinin mutabakatını aramak demekti. Halbuki Abdullah Gül, uzlaşmayı "Meclis’te uzlaşma oldu iki kişiden biri oyunu AKP’ye verdi" biçiminde yorumluyor. Hatta daha ileri gidip, uzlaşmanın sandıkta olduğunu ve bu uzlaşmanın kendisi üzerinde olduğunu söylemeye çalışıyor.

Ama Sayın Gül çok iyi biliyor ki; uzlaşma dediğimiz şey, çok daha ileri, geniş çaplı bir olgu. İşaleminin "uzlaşma" dediği de bu değil...

UZLAŞMA SADECE MECLİS İÇİNDE OLMAZ

Abdullah Gül
, soru üzerine, "Dolmabahçe mutabakatı içinde başkasının Cumhurbaşkanı olma şartının bulunduğu yönündeki söylentileri" kesin bir dille yalanladı. İki kişinin arasında kalacağı söylenen bu konuşmada neler olduğunu, ne sözlerin verildiğini, belki de bu fırsatla öğrenme fırsatı buluruz, kimbilir. Bizce zaten her şeyin açığa çıkması lazım.

Gül konuşmasında yine bir açık kapı bırakma gereği duydu. Çünkü anladığımız kadarıyla CHP ve MHP’nin yine Meclis’e girmemesi halinde, "AKP-DTP ittifakıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişi" olmak istemiyor. Bu sorun olur mu derseniz, elbette olur...

İşte bu nedenle herkesin, diğer partilerin de AKP’nin aldığı oyu iyi yorumlamasını istiyor.

Halbuki, yapılan seçim sonucu yorumlarında ağırlık, "AKP’nin zaferinde siyasi tartışmalar ya da Ordu’nun e-muhtırasından çok ekonomik gidişattaki olumluluk rol oynadı" yönündeydi. Ama belli ki Abdullah Gül, bu sonuçları, verilerin dışında yorumlamak eğiliminde...

Bu arada önceki gün Milliyet Gazetesi’nde yeralan Ece Temelkuran’ın yazısını herkese, şiddetle tavsiye ediyorum. Gül’ün bu tavrı, Temelkuran’ın deyimiyle AKP’nin "toplumun kendilerine oy vermeyen kesimini garnitür olarak görme eğilimi"ni doğrulayan bir tavır.

Bizce Gül’ün, Cumhuriyet mitinglerindeki milyonları "inat duygusunu artıran" bir topluluk olarak görme eğilimi yerine, tepkileri daha sağduyuyla yorumlama yolunu seçmesi gerekiyor.

Önceki gece Şerif Mardin, NTV’de Can Dündar’ın programında ısrarla "Meclis dışındaki odakları inceleyin" diyordu. Uzlaşma içinde Meclis dışındaki çeşitli gruplar yer almamalı mı?

Gül’ün AKP içinde "sağduyuyu temsil ettiğini", başarılı bakanlığını, hatta ekonomik istikrardaki rolünü sıkça yazan bir yazar olarak, bu tavrı çok yadırgadığımı söylemeliyim.
Yazarın Tüm Yazıları