Büyükada’nın sözlü tarihçisi

Fıstık Ahmet’in (Tanrıverdi) Atina’daki Büyükada kitabı, bir yerden göç etmenin, göçe zorlanmanın yürek burkan öyküsü.

Birçok olaydan sonra Ada’da yaşayamayan, yaşatılmayan insanların, Atina’ya gittikten, oraya yerleştikten sonra, belleklerinde, ruhlarında kalan Büyükada, Büyükadalılık kavramı ve Yunanistan’da yaşadıkları.

Varlık Vergisi günlerini anımsamıyorum, ama ne yazık ki 6-7 Eylül olayları, bir türlü hafızamdan silinmiyor. Yerlerde sürüklenen top top kumaşları, buzdolaplarını unutabilsem...

Fısıtk Ahmet, Atina’ya gidiyor, orada Büyükada’dan göç edenlerin ağzından başından geçenleri dinleyip, káğıda geçiriyor. Hepsi zaten arkadaşı veya mahallelisi.

Anlatanların adlarını vermemiş, çoğu da acılı günleri içine gömüp, tatlı anıları naklediyor.

Sözlü tarihlerin, yerel tarihçiliğin tarih yazımına ne kadar önemli malzeme verdiğini biliyoruz. Tarih Vakfı, bu çalışmalarıyla, önemli bilgilere ulaşmamızı sağlamıştı.

Ben, yerel tarihlerden gerçek Kurtuluş Savaşı’nı öğrendim. Onun için önemini azımsamamalıyız.

*

Kimdir Fıstık Ahmet (Tanrıverdi)?

Kitabın başındaki kısa biyografisini aktarayım: İstanbul, Büyükada, 1944 doğumlu. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde işletme okudu. İş yaşamına matbaacılık ve reklamcılıkla başladı. 33 yıldır meyhaneci. Evli ve bir kız çocuğu var.

Diğer kitapları: Büyükada’nın Solmayan Fotoğrafları, Hoşçakal Prinkipo, Zaman Satan Dükkán.

Onun bize yazdığı tanıklıklardan, hem o zamanın, kozmopolit, İstanbul’a yakışır kimliğini öğreniyoruz, hem oradan gidenlerin, hem şimdi yaşadıkları Atina’yı, hem de eskiden yaşadıkları Büyükada’yı öğreniyoruz.

İyi şair Ataol Behramoğlu’nun kitabın arka kapak yazısı, bir olguya şair duyarlığıyla bakışın güzel bir örneği: "Önceki üç kitabında Federico Fellini’yi imrendirecek bir gözlem yeteneği ve üslup kıvraklığı ile bizlere Büyükada’nın (bu demektir ki Adalar’ımızın) yakın zamanlara kadar bir halklar bahçesi ve öncelikle de Türk-Rum kardeşliğinin simgesi olan yaşamını tanıtmayı başarmış Ahmet Tanrıverdi (namı diğer Fıstık Ahmet), daha bir ustalaşan kalemiyle okuru bu kez ülkeleri Türkiye’yi (sevgili Büyükada’larını) terke zorlanmış Rum yurttaşlarımızın ardı sıra Atina’ya götürüyor ...

Kitabı okurken sayfalar dolusu canlı tanıklıklarda, insan yüreklerinin sıcaklıklarını duyumsayacak, kimi kez buruk bir siteme, kimi kez yakıcı bir yurt özlemine, kimi kez mizahla karışık bir kabullenişe ortaklık edeceksiniz..."

Necmi Tanyolaç, "Bu kitap, adalıların kucaklaşmasıdır,"
diyor.

Tanrıverdi, Büyükada’dan Atina’ya göç edenler için, "Uzaktaki Yakınlarım" diyor, bu başlığı taşıyan girişinde: "Fransız tarihçi ve düşünür Fernand Braudel’in ’Tarih, duvarlarla çevrilmiş bahçelerin içine hapsedilemez’ sözü, kitabımın yazılmasında en önemli etken oldu. Siyasi iktidarı ele geçirenlerin amaçları doğrultusunda yazdırılmış tarih kitapları sorgulandığında, ne yazık ki hiç de doğru yazılmadığını veya eksik yazıldığını görüyoruz."

*

Yazar kitabını kimlere armağan etmiş?

"Ve kitabımı Büyükada’da birkaç neslin doğumunu gerçekleştiren ebeler; Madam Turpina (Trupena), Bayan Zübeyde, Münevver ve Sevim hanımlarla, Büyükada sevgisini doğdukları veya göç ettitkleri yerde yaşayan ve yaşatanlara armağan ediyorum."

Anlatılan her bir yaşam öyküsü, insan denilen varlığını acılarla mutluluklar arasındaki gelgitleri.

Ada kavramının kendine özgü bir yanı olduğunu, kara parçasından ayrılan soyutlama özelliğini çoğumuz biliriz. Bütün adalar için geçerli genel kuraldır bu.

İnsanlar arasında ayrım yapılmadan, sadece bir yer üzerine odaklanan yaşama biçiminin dostluğu daha pekiştirdiğini, düşmanlığı uzaklaştırdığını okumaktan büyük haz aldım.

Öykülerin bazısına dikkatinizi yoğunlaştırırsanız, göç eden birçok kimsenin bir yaşama düzeni tutturamadığını, ömrünü yalnız tükettiğini görürsünüz.

Aslında insanların birbiriyle dostluklarını, yardımlarını da gene bu tanıklıklarda okudum.

6-7 Eylül Hareketi’nde, Rum komşusunun evinin önüne bayrakla gidip, bu benim evim diye kurtarana, askerlikte arkadaşına yardım edene de rastlayacaksınız. Buna karşılık bu Rum’un evi deyip, dükkánı yıktıranlara da, bütün çatışmaların hesabını soranlara da, birbirini arayan ve her şeye rağmen gene de buluşan dostlara da rastlayacaksınız.

Parçalanan aileler, bu toprakları kendi yurdu olarak bellemiş insanların, başka yerde iş ve ekonomik açıdan değil, ruhunun dikiş tutturamaması, bizi geçmişin olayları üzerine yeniden düşündürmeye çağırıyor.

Okuma lezzetini keşfettiğim tanıklıklar.

Kitabın sonundaki İsimli Yazı’yı, Uzaktaki yakınlarım söyledi, ben noktayı koyuyorum, izninizle:’yi de okuyup kitabı bitirin.

Bir Büyükada mönüsü üzerine bir acı kahve içmiş gibi olursunuz.

Ayakkabı ölçüsü alınıyor

Evelden hatırlarsın, bazı ayakkabılar vardı gırç-gırç diye öterdi. Beyefendilerin ayağında bu ayakkabılardan vardı. Yürürken ses çıkarırdı. Daha çok Borsalino ayakkabılarda olurdu. Adada bir gece bekçisi vardı doğulu, adını şimdi unuttum. O geliyor ayakkabıcı L...’ye ve diyor ki;

- Usta bana bir gırç gırçlı ayakkabı yapsana.

- Ne yapacaksın be oolum böyle öten ayakkabıyı?

- Gece dolaşırken ses çıkarır, kırhızlar devriye gezdigimi bilir, kırhızlık yapamaz korkarlar.

L... eğlenecek ya, planını işlemeye koyar;

- Bak bana, sabah hiçbir şey yemeden aç karnına erkenden gel, ayağının ölçüsünü alacağım.

Bekçi sabah erkenden gelir. Dükkanda da L....’nin dört-baş arkadaşı oturmaktadır.

- Ayakkabını çıkar, yere yat, ayağını göbeğimdeki kartona koy. Sakın nefes alma, ölçüyü alıyorum.

Bu işlem birkaç defa tekrarlanır. Çünkü L... ölçü alırken çok ağır çalışmaktadır. Bekçi dayanamaz ve her seferinde nefes alıp verince ölçü sanki farklı çıkıyormuşçasına L... yeniden başlar.

- Olmadı. Nefes alınca ölçü bozuluyor vre paşam. Bu şartlarda ölçü alamiyacağim, diyerek ertesi sabah tekrar gelmesini söyler. Tam dört gün sürer bu ölçü işi. Her seferinde kalemi kaydırdığı için, farklı ölçüler almaktadır. Dördüncü gün:

- Olmuyar be kardeşim. Yarın bir tane kayısı ye ve öyle gel.

Ölçü almayı seyredenlerin sayısı da her gün artmaktadir tabi. Son ölçüyü kalabalıktan dolayı sokakta alır. Bekçi yerde boylu boyunca uzanmış, ayağı L...’nin göbeğinde. Seyredenler gülmekten kırılmakta, bekçi ise ayakkabısına bir an önce kavuşmayı dilemektedir.

Sonunda ölçü alınır ve bekçiye güzel bir gırç gırçlı ayakkabı yapılır. L... elbette ayakkabının parasını almadı, şakanın bedeli olarak hediye etti.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Cahit Külebi İçi Sevda Dolu Yolculuk Bilgi

Jean-Paul Sartre Toplu Oyunlar İthaki

Ozan Çağım Şiyve Göçebe Yazıtları Yitik Ülke

Lawrence Block Çiçekler Ölürken Oğlak

Mehmet Yaşin Lezzet Durakları Ekin
Yazarın Tüm Yazıları