Uludağ’da bir başı örtülü

Geçenlerde Lipton'un Uludağ'da Ice Tea tanıtımı vardı.

Ne yazık ki, gidebilecek durumda değildim.

Yoksa severim yani.

Hele şeftalili olanına bayılırım!

Buzdolabımı ne zaman açsanız, şişman silindirler yanyana dizilidir.

Ama işte, başım çok kalabalıktı.

Ve o gün ne oldu biliyor musunuz, Elif geldi. Gökten zembille. Timaş Yayınları Basın ve Halka İlişkiler sorumlusu. Benim arkadaşım. Örtülü arkadaşım. Ve onlardan çok yok! Bıcır bıcır bir dolu şey anlatıyor. Kendisi gibi örtülü bir arkadaşıyla Uludağ'a gitmiş, çok ama çok eğlenmiş, zaten oldum olası kayak denilen sporu merak edermiş, ama kayak hocaları o yere düşünce, kaldırmak için elini tutmakta bile tereddüt etmişler...

Örtülü ya!

Dekora uygun değil ya...

İmaja aykırı ya...

Meğer o iki kız, koskaca pistteki yegane örtülü kadınlarmış.

Herkes de onlara tuhaf tuhaf bakıyormuş...

Anlattıkları hoşuma gitti, güldüm.

Hınzırlık sezdim.

Ben biliyorum, Elif'in başındaki örtü, onun hayattan alabileceği keyifleri

örtmüyor.

Ve ne oluyor?

Birdenbire gözümde bir kare beliriyor:

Başı örtülü arkadaşım Elif, benim yerime Lipton'un soğuk çay tanıtımlarına gidiyor, izlenimlerini yazıyor ve kayakların üzerinde fotoğraflar çektiriyor. Görüntü şahane!

Döndüm Elif'e sordum:

- Yeniden Uludağ'a gitmek ister misin?

- Vallaha sevinirim dedi.

İki yaramaz çocuk gibiydik, önce patronu Osman Okçu'yu aradık, çünkü gezi iş günlerine denk geliyordu.

Osman Bey, kibar bir biçimde ‘‘Benim için bir sakıncası yok’’ dedi.

Sıra, bana daveti yapan Arzu Çevik'teydi.

Lipton, orada bulunacak gazeteci ordusu içinde başı örtülü birinin olmasından rahatsızlık duyar mıydı?

Duymazdı.

Sağolsunlar, arıza yaratmadılar.

Ne de olsa örtülü insanlar da Ice Tea içiyorlar.

Dahası Elif'in anlattığına göre onu orada çok güzel ağırlamışlar.

Bugün Elif'in Uludağ izlenimlerini okuyacaksınız.

Bir nevi Elif'in Gözlüğü yani.

Bu köşenin geçici kiracılarından biri olarak, ben de köşemi günü birliğine kiralayabilirim...

Di mi?


Uludağ'daki Lipton soğuk çay tanıtımı farklı ve ilginçti.

Ama tanıtımın mankenlerle yapılması alışılmış ve bildikti.

Kayak pistine mankenler yazlık kıyafetleri ve göğüs dekolteleriyle geldiler.

Soğuktan donmak üzereydiler.

Doğadan ve iklimden kopuk gibiydiler.

Yani ne diyeyim...

Ekmek parasının gözü kör olsun!

Beni asıl güldüren bu kadınların duruşlarının, bakışlarının hep aynı olması...

Kim demiş mankenden oyuncu olmaz diye?

En alası onlardan çıkar!

Çünkü doğallıkla alakaları yok.

Normal yaşamlarını bile podyum ve tanıtım yeri olarak benimsemişler.

24 saat rol yapandan daha iyi kim rol yapabilir ki?

* * *

Tanıtımda Aysu Kayacı, Ayşe Hatun Önal ve Güzide Duran yer aldılar.

Bir de Arto vardı ki, evlere şenlik...

Bu dünyadan tamamen kopmuş bir ‘‘tezahürat adamı’’ gibiydi.

Gündemde kalmak da ne menem bir şeymiş!

Arto, basının ilgisini üzerine çekmek için sözünü bile etmeye değmeyecek bir sürü abuk sabuk şey yaptı...

Kalabalık bir insan grubu ve nereden çıktığı belli olmayan iki asker, soğuk havada insanın içini daha da ürperten kıyafetler giymiş üç mankeni seyretmenin keyfini içlerine sindirdiler.

İşte kulağıma fısıldanan şu cümlenin tam yeri:

- Türk mankeni üşümez!

Arkada bir kadın üzülmüş olacak ki şöyle dedi:

- Ah yavrum dondular. Hemen giyinsinler. Ay şimdi hastalanacaklar!

* * *

Basındaki arkadaşlar, normal yaşam içinde ne kadar sakinlerse, iş başlayınca, birbirlerine o kadar yabancılaşıyorlar.

Mankenlerin bu kış kıyamette bol dekolteli görüntü vermesi onları çılgına çeviriyor. O andan itibaren acayip bir yarış başlıyor. Çok eğleniyorum.

* * *

İki gün boyunca, basın mensubu arkadaşların devlet sırrı gibi sakladıkları en heyecan verici haber neymiş dersiniz? Seren Serengil kayak yaparken parmağını kırmış!

Çocukluktan bu yana medya içinde olduğu için son derece profesyonel Seren. Programda olmadığı halde mankenler kadar ilgi odağı. Kendimi rüzgara kaptırıp soruyorum:

- Gerçekten parmağını kırmış mı? Siz gözünüzle gördünüz mü?

- Evet, evet sarılıydı, gördük deniyor.

Haber, doğrulanıyor!

* * *

Ayrı dünyaların insanları değiliz.

Ayşe'nin benimle daha önce yaptığı röportajın başlığı buydu.

Evet, yaşadığımız bir tek dünya var.

Sadece yaşam şartlarımız ya da tercihlerimiz farklı.

Yiyoruz, içiyoruz, eğleniyoruz...

Aynı gerçeklere gözyaşı döküyoruz.

Ama benim Uludağ'da gördüklerime oturup ağlayacak halim yok!

* * *

İkinci Uludağ maceramın suçlusu Ayşe Arman.

Ama bu sefer, bir öncekine göre artılarım var.

Kayak pistine acemi değilim biiir.

Kayak ayakkabılarıyla nasıl yürüyeceğimi biliyorum, ikiii.

Ama hálá finalde nasıl duracağımı bilmiyorum, üüüç!

İtiraf ediyorum, durmayı öğrenmek de istemiyorum. Sadece beraberinde kimseyi düşürmemeyi hedefliyorum, o kadar. Kendinizi bırakıyorsunuz, ayaklarınız yerden kesilircesine...

Kurallara aykırı ama kayarken kollarımı havaya kaldırmak, bana ayrı bir zevk veriyor.

Delice, uçarcasına kaymak...

* * *

Otobüsün içinde fena düşünce, kayak merkezinde fazla düşmeme gerek kalmadı.

Gazeteci arkadaşların ‘‘Ne kadar estetik düştünüz’’ demelerine karşılık, yine arkadaşların yardımıyla kalkarken ‘‘Estetik soyunmanın dışında estetik düşüldüğünü de gördük’’ diye yorum yapılmasına epey güldüm.

Bir de ne vardı biliyor musunuz...

Beceren Kayak Merkezi'ne Hürriyet'ten geldiğimizi söyleyince başörtülü olmama bile bakmadan, kayak malzemelerini ücretsiz verdiler!

Arkamdaki basın gücünü nasıl hissetmem? Hürriyet söz konusu olunca, bütün kapılar açılıyormuş...

Üstelik kayak pistindeki tek örtülü olmama rağmen, kimse beni rahatsız etmedi.

Kayak maceram işte böyle bitti.

Keşke bir gün paraşütle de atlayabilsem...
Yazarın Tüm Yazıları