Ahmet Hakan yazdı, Almanya Başbakanı Angela Merkel onuruna verilen iftar..." />Ahmet Hakan yazdı, Almanya Başbakanı Angela Merkel onuruna verilen iftar..." />

Alıntılar: Genel konular…

Güncelleme Tarihi:

Alıntılar: Genel konular…
Oluşturulma Tarihi: Ekim 16, 2006 00:07

Haberin Devamı

Ahmet Hakan yazdı, Almanya Başbakanı Angela Merkel onuruna verilen iftar daveti... derken tuhafıma gitti, Hıristiyan bir başbakana laik TC niye iftar daveti verir acaba?

 

Neyse, Almanya Başbakanı Angela Merkel onuruna verilen iftar davetinde, protokolde, Alman ve Türk siyaset adamları ile yabancı misyon şeflerinin arasında... türkücü Adnan Şenses de oturuyormuş. İşin komiği Merkel konuştukça o not alıyormuş. (Hürriyet, 9 ekim)

 

AKP’nin protokolü böyle olur!

 

 

*

 

Haberin Devamı

Şov…

 

ASO Başkanı Zafer Çağlayan, Fransız Ulusal Meclisi’nin ‘Ermeni soykırımıın inkârı suç haline getiren’ yasayı oylayacağı 12 ekim günü Paris’e gidiyormuş. Paris Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki konuşması sırasında ‘Ermeni soykırımı yoktur’ diyecek ve (yasalaşırsa) bu suçu işleyen ilk insan olacakmış. (Hürriyet, 9 ekim)

 

Çağlayan, 12 ekimde oylanan bir kanun tasarısının, 12 ekimde yürürlüğe girmeyeceğini, önce Senato’nun, sonra Cumhurbaşkanı’nın onayının gerektiğini biliyordur elbet!

 

Boşuna yorulmasın da!..

 

 

*

 

Alkollü pille çalışan bilgisayar caiz midir? Ulemaya soralım!

 

Hidrener adlı bir Türk şirketi, dizüstü bilgisayarlarda ve cep telefonlarında kullanılan uzun ömürlü (etil) alkollü pil geliştirmiş. Yeni Şafak da utanmadan (J) Ramazan’da bunu haber yapıyor.

 

Ulemaya sormak lazım, alkollü pille çalışan bilgisayar ve cep caiz midir deyü!

Haberin Devamı

 

Yeni Şafak, 9 ekim

 

 

*

 

… gibi geliyor bana da!

 

Mehmet Ağar ilginç bir çıkış yaptı. Dikkatle takip etmek gerek.

 

Bu arada, Ağar’ın (Serpil Yılmaz’ın haberinde geçen) bir küçük cümlesinin altını çizmek istiyorum:

 

Eğer cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar ortalık süt liman olsun yaklaşımıyla silah bırakma eylemini oya dönüştürmek istiyorlarsa, bunun karşısında oluruz.” (Milliyet, 9 ekim)

 

Gerçekten de havada böyle bir koku var...

 

*


İşte o anket!

 

Başbakan Erdoğan’a ‘Oyumuz dört yılda en düşük seviyeye indi’ dedirten anketi yayımlamış Vatan. Eylül’de Pollmark tarafından yapılan anketin sonuçları şöyle:

 

 AKP

%

 26,2

 CHP

%

 15,1

 MHP

%

9,0

 DYP

%

8,2

 Diğer

%

9,5

 Kararsızlar

%

 32,0

 

Bu tablodan 4 partili bir Meclis çıkar. Ve AKP tek başına iktidar olamaz.

Haberin Devamı


Vatan, 10 ekim

 

 

*

 

İrtica…

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilen tesislerde, ramazan ayı boyunca iftara kadar yiyecek içecek servisi yapılmıyor. (Vatan, 10 ekim)

 

Demek ki 15 milyon İstanbullu’ya kendi hayat tarzlarını zorla dayatıyorlar.

 

İrticanın tarifini soruyorlar bir de utanmadan!

 

 

*

 

Bakın çocuklarınız kimlere emanet

 

Hürriyet’in haberi:

 

“İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer, ENKA Okulları Yabancı Diller Bölüm Başkanı olan Kanadalı öğretmen Claude Fortin'in internet sitelerinden çocuk pornosu görüntüleri indirdiği iddiasıyla tutuklanmasına ilginç bir yaklaşım getirdi.”

 

Şimdi size sorsam, bir eğitimci bu kadar hassas ve talihsiz bir konuda ne diyebilir diye hayatta aklınıza gelmez. Haberin devamı:

Haberin Devamı

 

“Ata Özer, Türkiye'de ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi gibi okulların mezunlarının bulunduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: “Benim ülkemde bir sürü üniversite mezunu varken, ODTÜ, Boğaziçi mezunu varken, marka merakı peşinde koşan velilere ithaf olunur. Türkiye'de İngilizceyi öğretecek bir tek Boğaziçi, ODTÜ mezunu yok mu? Onları değerlendirsinler. Çocuklarımızı emanet edeceğimiz kişileri iyi araştırmamız lazım. Ama kavun da değil ki, koklayalım.”

 

Hürriyet, 10 ekim

 

 

*

 

Vallahi inanır mısınız gençliğimizin komünist propagandalarını özlemişiz!

 

Kuzey Kore diktatörlüğü babasından miras kalan Kim Jao-il’in büyük ihtimalle 1941’de, babası SSCB’de sürgündeyken doğduğu tahmin ediliyor.

Haberin Devamı

 

Ama bakın, Kuzey Kore’deki resmi kaynaklara göre hayat hikayesi:

 

Kore’nin kuzeyindeki kutsal Paektu dağında, babasının gerilla üssünde dünyaya gelmiş. Doğumunda gökyüzünde yeni bir yıldız peydahlanmış ve çifte gökkuşağı görülmüş…

 

Ne güzel bir masal değil mi?

 

Hürriyet, 10 ekim

 

 

*

 

İrtica…

 

Maalesef Eğitim Bakanlığı’nın okullaraa bedava dağıttığı Din Kültürü ve (yesinler) Ahlâk Bilgisi kitabının 2002 baskısında, dini cemaatlerle için ‘cemaatler düşmanlığa neden olmakta’ cümlesi küçücük bir tadilata uğramış ve 2006 baskısında ‘cemaatler ülkenin birliğine katkıda bulunabilirler’ şeklini almış. (Milliyet, 10 ekim)

 

İrtica tarifine bir çivi daha…

 

 

*

Meğer AKP’nin oyunun düşüşü artış demekmiş

 

Başbakan çıkıp ‘Anketlere göre oyumuz son 4 yılın en düşük seviyesine indi’ dedi ya… meğer AKP’nin oyu artmışmış!

 

Tamam Erdoğan’a ve AKP’ye verilen destekte son zamanlarda biraz aşınma olmuşmuş ama, Nazlı Ilıcak’ın ‘duyduğuna göre’ paşaların ‘irtica’ çıkışından sonra AK Parti’ye destek artmışmış.

 

Takvim, 10 ekim

 

 

*

 

Zavallı çocuk!

 

Trabzon’da ‘misyonerlik yaptığı’ iddiasıyla Rahip Santoro’yu öldüren 16 yaşındaki O.A. 18 yıl 10 ay hapse mahkûm oldu, 10 sene yatacak.

 

Çocuğun annesi “18 yıl da yatar, 20 yıl da yatar. Helâl olsun benim evladıma…” dedi. (Hürriyet, 11 ekim)

 

Anladınız mı zavallı çocuğun niye 16 yaşında katil olduğunu?

 

 

*

 

İrtica…

 

Emin Çölaşan’ın yayınladığı okur mektubu doğruysa eğer, 5 Ekim’de İstanbul-İzmir seferini yapan THY uçağında anonslar önce Türkçe, sonra İngilizce ve ardından… ARAPÇA yapılmış. Hostesler ‘Yanlışlık oldu’ demişler. (Hürriyet, 11 ekim)

 

 

*

 

Lapsus

 

MEB (Maalesef Eğitim Bakanı) Hüseyin Çalik hakkında verilen gensoru önergesi elbette AKP’lilerin oylarıyla reddedildi. Ancak AKP İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Ulsu ‘yanlışlıkla’ kabul oyu kullandı ve şöyle izah etti:

 

Genelde hükümetten gelen tasarılara kabul oyu verdiğimiz için bir el alışkanlığı oldu…”

 

Milliyet,11 ekim

 

 

*

 

Fatih Altaylı’nın küçük bir hatası-1

 

Fatih Altaylı, Fransız Ulusal Meclisi’nin oylamaya hazırlandığı ‘inkâr yasası’ hakkında yazarken, şöyle diyordu:

 

“Ortaya çıkan bir başka gerçek ise hazırlanan yasa tasarısının 1789 Anayasası'nın 11. maddesine aykırı olduğu ve bu nedenle Anayasa Mahkemesi'nden dönme olasılığının yüksek olması.” (Sabah, 11 ekim)

 

Küçük bir iki hata yapmış Fatih, hakikaten önemsiz bir hata:

 

(1)Fransa’nın 1789 Anayasası yoktur, olmamıştır.

(2)1789 Fransız İhtilâli’nden sonra hazırlanan ve kabul edilen ilk anayasa 1791 tarihlidir.

(3)Bugün yürürlükte olan ise 1958 Anayasası’dır.

(4)Ve 1958 Anayasası’nın 11.maddesinin konuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur, referandum kurumunu düzenleyen maddedir.

 

O kadar, gerisi güzeldi yazının!..

 

Haa, bir de… kabul edilirse bu yasanın Anayasa Mahkemesi’ni gitmesi ihtimali de çok düşük ama neyse uzatmayalım!

 

 

*

 

Aldın mı cevabını!

Ankara’da bir milletvekilinin ‘TBMM de Fransa’ya inat Cezayir soykırımını tanısın’ şeklindeki abuk sabuk önerisine, Cezayir’den çok ağır, tokat gibi bir cevap geldi.

 

Fransızlar’dan önce Cezayir’in Osmanlı sömürgesi olduğunu ve 1962’de Cezayir Fransa’dan bağımsızlığını kazandığında Türkiye’nin BM oylamasında çekimser kalarak bizi rencide ettiğini unutmayın ve Cezayir’in acılarını kendi menfaatinize alet etmeyin… (Vatan, 11 ekim)

 

 

*

İrtica…

 

Başkent Arenası adlı köşesinde Metin Özkan ‘Bunları biliyor musunuz?’ diye soruyor.

 

Mesela: AKP Grup toplantı salonunun kırmızı renkteki halılarının bu dönem tamamen yeşil yapıldığını(Tercüman, 11 ekim)

 

 

*

 

Ahmet Kekeç’in yazısı nefisti!

 

Hani Hasan Pulur ‘Gazetecileri alıp orduları tanıtma amacıyla kışlalara götürdüler. Kışlada yatırdılar gazetecileri ve geceleyin korksunlar diye de dışarıdaki nöbetçilere havaya ateş emri verdiler. Bunları bana Çevik Bir anlatmıştı...’ diye yazdı.

 

Her kafadan bir ses çıktı. Yeni Şafak’ta Ahmek Kekeç çok güzel yazdı. Özetlenir bir yazı değildi, eğer okumak isterseniz: Ahmet Kekeç

Yeni Şafak, 11 ekim

 

*

 

İrtica yok Gülen var…

 

“Bazılarınız kızacak belki ama ben Türkiye'de bir irtica tehlikesi bulunduğuna inananlardan değilim.

İrtica var mı?

Var!

Mürteci var mı?

Bol!

Tehlikesi var mı?

Bence yok.

Türkiye'de irtica 1000 yıldır olmamış, şimdi mi olacak!

İrtica tehlikesi yok ama iktidarın “geçmiş kimliğinden” ötürü varmış gibi görünüyor.

Tıpkı hava sıcaklığı gibi. Termometrenin gösterdiği 30 derece, ama hissedilen 45.

Ortalıkta bir irtica tehlikesi yok fakat “din eksenli” bazı grupların Türkiye'de “fazlaca” etkin olma tehlikesi var.

Kastettiğim, “İsmailağa cemaati” gibi “eksantrik” gruplar değil.

Çok daha “sofistike”, çok daha “iyi örgütlü” ve maddi açıdan çok daha “güçlü” gruplar.

Bunların arasında ilk sırada yer alan ise Fethullah Gülen Cemaati.

Bu cemaatin faaliyetleri oldukça kafa karıştırıcı.

Kendi dinini yaşamak, kendi meşrebince varolmak isteyen bir grup gibi davranmıyorlar.

Sürekli ve güçlü bir etkinlik peşindeler.

Türkiye'nin temel kurumlarına girmeye, buralarda örgütlenmeye, buralarda güçlü olmaya çalışıyorlar.

Emniyet içinde çok ciddi bir biçimde yerleştiklerini, polis okullarını, polis akademisini ciddi biçimde ele geçirdiklerini görüyoruz.

Keza adli sistemde ve idari sistemde köşe başlarını tutuyorlar. Sıkı bir biçimde kök salıyorlar.

Orduya sızma girişimleri ise herkesin bildiği bir gerçek.

Her yıl askeri okullardan ve ordu kademelerinden “Şura” kararlarıyla atılanların büyük bölümünü bu cemaatin adamları oluşturuyor. Ben bu faaliyetlerin anlamını ve amacını “masumane” bulamıyorum.

Bu nedenle Türkiye'de irtica tehlikesi görmüyorum.

Ama “Gülen tehlikesi” görüyorum.”

 

Fatih Altaylı – Sabah, 12 ekim

 

 

*

 

Oto-promosyon iyi de…

 

Başbakan Erdoğan ve Emine Hanım’ın yakında bir torunları olacakmış, kızları Esra bir erkek çocuk bekliyormuş. Allah bağışlasın!

 

Akşam, bu haberi değil KENDİNİ manşet yapıyor:

 

“Akşam’ın ‘Başbakan dede oluyor’ haberi 4 ay gecikmeyle doğrulandı. Erdoğan’ın kızı Esra 3 ay sonra bir erkek çocuk dünyaya getirecek. Hani haberimiz yalandı? Akşam 15 Haziran 2006 tarihinde Başbakan’ın kızı Esra’nın iki aylık hamile olduğunu yazmıştı...”

 

Ben kendi haberini ve başarısını haber yapmayı görgüsüzlük sayarım, ama Akşam iyi iş yaptı, bravo. Küçük bir detay: 15 haziran tarihli haberde Esra’nın İKİ AYLIK HAMİLE olduğuna dair bir bilgi yoktu.

 

Ama o kadarcık yalan oluversin artık!

 

Akşam, 12 ekim

 

 

*

 

Cukkalı Ahmet Hoca

 

Anadolu’da Vakit adlı gazete, Hürriyet’e sataşayım, rezil rüsva olan Cüppeli’yi koruyayım derken yüzüne gözüne bulaştırdı:

 

Vakit,Hürriyet’te 11 ekim’de yayımlanan deniz fotoğrafında Cüppeli ile birlikte yüzerken görülen yüzü kapatılmış mayolu kızın, açıklamaları yapan eski müridinin öz kızı olduğunu iddia etti. “Bir babanın kendi kızını bile istismar etmesi hayretle karşılandı” diyerek, kızcağızın tam boy fotoğrafını, birinci sayfadan ve yüzü açık olarak yayımladı. Böylece çocuğu ve babasını yaralamayı hedefledi.

 

Halbuki fotoğrafını bastıkları kız... Cukkalı Ahmet Hoca’nın kızıydı!

 

Vakit, 12 ekim

 

 

*

 

İrtica…

 

Emin Çölaşan 15 kasım 2005 tarihli yazısından bir bölümü tekrar yayımladı:

 

“Önce bu haberi ortaya çıkaran Kamuran Zeren’i kutluyorum. Emekli olmuş bir profesör Başbakan’a mektup yazıyor. Rüyasında şeyh hazretlerini görmüş. Rüyayı anlatıyor ve gereğinin yapılmasını istiyor. Başbakan, kendisine İstanbul’da evinde verilen bu mektubu Başbakanlığa iletiyor. Başbakanlık ise şeyhin rüyası mektubunu ilgisi (!) nedeniyle ve RESMİ YAZI ile Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderiyor. Resmi yazının altındaki imza Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Ruhi Özbilgiç! Milli Eğitim Bakanlığı ise kendisine gönderilen şeyhin rüya mektubunu bu kez ilgisi (!) nedeniyle YÖK’e gönderiyor. Tam bir komedi, tam bir utanç olayı. Şeyh rüyalarıyla devlet yönetiliyor, resmi yazışmalar yapılıyor.”

 

Söz konusu Ruhi Özbilgiç, Hükümet’in TRT Genel Müdürü olarak Cumhurbaşkanı’na önerdiği üç isimden biri...

 

Hürriyet, 13 ekim

 

 

*

 

Bu faşist ve salakça yasaya tepki verelim ama... komik duruma düşmeden!

 

Fatih Altaylı köşesinde, Fransa’nın ve Fransızlar’ın aleyhine söylenmiş tarihi cümleleri derlediği yazısında... ne kadar ‘Fransa’ ve ‘Fransız’ kelimesi varsa küçük harfle ‘fransa’ diye, ‘fransız’ diye yazmış.

 

Sevimli ama çocukça bir tepki...

 

Sabah, 13 ekim

 

 

*

 

Doğru söze ne denir!

 

Mardin-Davuttepe beldesinin evli ve 4 çocuk sahibi belediye başkanı Ahmet Erşahin, evli bir kadına aşık olmuş. Kadın kocasından boşanmış, ama belediye başkanının boşanma davası reddedilmiş. Erşahin, 8 aylık hamile olan sevgilisiyle nikâhsız yaşamaya başlamış.

 

Buraya kadar rastlanmadık bir olay değil. Güzel olan Başkan’ın savunması:

 

Gayet normal. Ne var bunda? Bu tür evlilik yapan bir ben miyim?.. Tarihimizde de başbakanlarımız, bakanlarımız, milletvekillerimizden gördüğümüz şeyler. Benim yaşadığım Türk toplumunun ananelerinde ve örfünde de var. Benim yaptığım abes bir olay değil. Benim yaşantım, her gün her an duyduğumuz şeyler…”

 

Adama ‘haksız’ diyebilir miyiz?

 

Hürriyet, 14 ekim

 

 

*

 

Vahap Munyar’ın aktardığı anekdot çok güzeldi:

 

O günlerde aklımda kalan en çarpıcı detay, Celal Pir'in program jeneriğiyle ilgili önerisiydi: "Malum Arçelik'in yeni ürettiği tam otomatik çamaşır makinesi sıkma aşamasında yürüyor. Birkaç çamaşır makinesini yan yana koyalım, tabanca atışıyla yarışı başlatalım. En çok yürüyen çamaşır makinesini ortaya koyalım. Bunu da program jeneriğinde kullanalım."

Celal'in sadece anılarımızda kalan bu önerisini o günlerde şaka yollu dönemin Arçelik Genel Müdürü Hasan Subaşı ile Atılım Pazarlama Genel Müdürü Cengiz Solakoğlu
'na da anlattık. İkisi de aynı tepkiyi gösterdi:

"Tamam, o makinelerin bazılarında davlumbaz contası hatası var. Sıkma aşamasında çamaşır makinesi fazla sallanıyor o kadar. Siz de fazla abartıyorsunuz."

Aradan yıllar geçti, Arçelik kendi tarihçesini kitaplaştırdı. Kitapta yer alan en ilginç anılardan biri, Can Kıraç'ın anlattığıydı: "Arçelik tam otomatik çamaşır makinesi öyle yürüyordu ki, bahçeye çıkardık, ben üzerine oturdum, yine de durduramadık." (Hürriyet, 14 ekim)

 

Gerçekten, bizim evde de bir yarı otomatik çamaşır makinamız vardı (ama galiba AEG markaydı bizimki) banyoda dururdu. Bir gün böyle ‘yürüyüp’ kapının arkasına kadar gelmişti de, bir türlü banyoya girememiştik!

 

 

*

 

Tema Tekstil AŞ’nin gazetelere verdiği tam sayfa ilanlar çok patetikti:

 

Tema Tekstil ‘LC Waikiki, Tema Tekstil AŞ tarafından Fransız D.D.K.A. firmasından 1997 yılında satın alınarak bir Türk markası haline getirilmiştir” diyor ve ekliyordu “Bazı e-forum ve web sitelerinde LC Waikiki’nin bir Fransız firması olarak belirtilmesi üzerine bu ilanın verilmesi gereği doğmuştur.” (Gazeteler, 14 ekim)

 

Apo Roma’da saklanırken, Türk tüketiciler yine böyle İtalyan şirketlerini boykot etmişler, ürünlerine (tüketiciyi kerizlemek için) İtalyanca isimler veren Türk şirketleri ‘Bizim adımız İtalyanca ama biz aslında % 100 Türk şirketiyiz’ diye ilan vermek zorunda kalmıştı.

 

LC Waikiki’nin durumu farklı tabii ki (onlar bir Fransız markasını satın almışlar) ama şirketlerine ve ürünlerine yabancı isimler verenlere ders olsun…

 

 

*

 

Gazete, halkın tepkilerinin peşine takılıp gitmez…

 

Mustafa Mutlu, Orhan Pamuk’un aleyhindeki yazarlardan. Olabilir. Şahsi görüşüdür. Ama şu yazdığı sadece kendisini değil, mesleğimizi de ilgilendirir:

 

Dünkü gazeteleri açınca basınımızın büyük bir bölümünün halkı anlamak ve yansıtmaktan ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gördüm.
VATAN dışındaki bütün gazeteler haberi (Nobel’den bahsediyor SD) “zafer çığlıkları”yla vermeyi tercih etti.
Benim gazetem ise halkın büyük bir çoğunluğunun bu konudaki tavrından haberliydi. Bu yüzden, “Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk’un Sözlerine mi Kalemine mi?” sorusuyla çıktı.
Böylece; çok da uzun olmayan mazisine rağmen, neden bu kadar güçlü ve etkili olduğunu cümle aleme bir kez daha kanıtladı.” (vatan, 14 ekim)

 

Halkın, kamuoyunun tepkilerinin peşine takılıp, okura ‘duymak istediğini’ vermek, gazetecilikte pek onurlu ve övünülecek bir tutum sayılmaz… Genellikle ‘güçlü ve etkili’ büyük gazeteler değil, popüler, renkli, ucuz gazetelerin tavrıdır bu…

 

 

*

 

İrtica…

 

Okul tabelalarındaki ‘T.C.’ ibaresi ‘görüntü kirliliği’ yarattığı için Maalesef Eğitim Bakanlığı tarafından kaldırılıyor. (Gazeteler, 14 ekim)

 

 

*

Yanılıyor muyum?

 

‘Bir Türk’ün Nobel alması tarihtir.. Genç Cumhuriyet’in en parlak sayfalarından biridir, belki de birincisi..’ diyordu Hıncal Uluç. (Sabah, 14 ekim)

 

Bu Nobel ödülü bir Türk’ün uluslararası alanda elde ettiği en büyük ‘sivil’ başarıdır gibi geliyor bana… (Sivil, yani askeri ve devlet yönetimiyle ilgili olmayan…)

Yanılıyor muyum?



*

Fatih Altaylı’nın küçük bir hatası-2


Boykot Nece?
diyordu Fatih Altaylı’nın yazı başlığı.

 
Metehan Demir aradı. Boykot kelimesi nece diye sordu. Boş bulundum, fransızca dedim. Peki fransızları, fransızca bir sözcükle protesto etmemiz acayip olmuyor mu dedi. Metehan, hınzır bir zekâya sahiptir. Aslında Bu kadar girift ekonomik ve sosyal ilişkiler varken, boykot etmek biraz garip olmayacak demek istiyordu…” (Sabah, 14 ekim)

 

Metehan keşke ‘Boykot kelimesi nece?’ sorusunu Galasataray mezunu genel yayın yönetmeni yerine Fransızca bilen birine sorsaydı ! JJJ

 

‘Boykot’ bildiğiniz gibi, Fransızca’ya da, diğer dünya dilleri gibi, İngilizce’den geçmiştir. İrlanda’da mülk sahibi olan ve bu yüzden ‘boykot edilen’ ilk İngiliz toprak ağasının adından gelir. (Ben Fatih’in neden yanıldığını tahmin edebiliyorum: Büyük ihtimalle Fransızca kökenli ‘grev’ kelimesiyle karıştırdı. Grev kelimesi de, işsiz işçilerin toplandığı Paris’teki Grève Meydanı’ndan gelir.)

 

 

*

 

Amerika 300 milyonuncu Amerikalı’nın doğumuna hazırlanıyormuş:

 

300 milyonuncu Amerikan vatandaşı, hesaplara göre 17 ekim günü TSİ 14.45’te dünyaya gelecekmiş. (Radikal, 14 ekim)

 

Şu Amerikalılar ne şanslı insanlar! Hayır, nüfusları 300 milyon olduğu için değil… nüfuslarını bu kadar iyi takip edebildikleri için.

 

Adamlar 300 milyonuncu vatandaşın şu gün, şu saatte doğacağını hesaplıyorlar, bizim İstatistik Kurumu Türkiye’nin nüfusu diye hâlâ 2000 sayımının sonuçlarını veriyor…

 

 

*

 

Mehmet Ali Ilıcak Fransız mallarına boykota hatır! dediği yazısını şöyle bitiriyor:

“Renault, Carrefour, Total, Danone, Elf bunlar Fransız olduğu kadar, bizim de şirketlerimiz. Bu şirketler milli servetimiz. Aman dikkatli olalım. Üç beş dar görüşlü gericinin oyununa gelmeyelim. Dün İçişleri Bakanlığı'nı, Türkiye'de kaçak olarak çalışan 70.000 civarındaki Ermenistan vatandaşının, sınır dışı edilmesi konusunda ikaz etmiştim. Tabii ki ses yok!

Kim uğraşacak bu kadar adamı bulup toplamak için. Boykot yapmak daha kolay! Halbuki Ermenistan vatandaşlarının sınır dışı edilmesi hem önemli bir mesaj olur, hem de bu insanlardan boşalacak yerleri, Türk vatandaşları doldurur.

Bir taşla üç kuş! (1) Ermenistan'a etkili bir mesaj. (2) T.C. vatandaşlarına iş, aş. (3) Devletin SSK, muhtasar gibi vergilerden mahrum kalmaması.” (Bugün, 14 ekim)

Kendisi, kalbi insan sevgisiyle dolu, fakir fukaraya sahip çıkan, bu kutsal Ramazan ayında, memleketlerinde açlıktan ölmemek için Türkiye’ye sığınmış, burada hizmetçilik, bekçilik, çocuk bakıcılığı yaparak evlerine üç kuruş göndermeye çalışan, ekmeğimize muhtaç ve Fransa’nın yaptığıyla hiçbir ilgisi olmayan masum insanların, çocukların, ihtiyarların, kadınların sınır dışı edilmesini talep edecek kadar Allah korkusu olan iyi bir Müslüman’dır!

 

*

 

Haftanın en muhteşem haberi buydu

 

Fransa’nın yaptığı alçaklığın ve salaklığın hemen ertesi günü… Paris’in göbeğindeki yüzlerce kiloluk koskoca bronz ‘Ermeni Soykırım Anıtı’ … ORTADAN KAYBOLDU!

 

Kim yaptı bilmiyorum ama… günahları boynuna, bir fikrim var tabii ki! J

 

Hürriyet, 15 ekim

 

 

*

 

Haftanın en üzücü haberiydi

 

Prof.Kalayoğlu’nun açıklaması bizim için tokat gibiydi:

 

15 milyon nüfuslu İstanbul’da geçen sene organ bağışı yapan… 15 KİŞİ ÇIKMIŞ!

 

Milliyet, 15 ekim

 

 

*

 

Al sana bizi salak zanneden bir ikiyüzlü daha!

 

Fransa’nın eski Kültür Bakanı Jack Lang, kadim dostu Zülfü Livaneli’yi aramış da, ‘Türk dostlarına’ bir mesaj iletmiş: Efendim Lang, inkar yasasına karşıymış, bu cılız yasanın suçlusu ‘küçük düşünen, küçük oynayan’ siyasetçilermiş…

 

Gerçi… 2001 yılında Türk milletinin Ermeniler’i tarihten silmek için soykırım uyguladığını ‘kabul eden’ yasanın mimarı da Jack Efendi imiş ama… o zaman maksadı ‘harp yıllarında acı çeken insanların acılarının tanınmasını’ temin etmekmiş. O kadar masum yani…

 

Livaneli de ‘Jack Lang’dan mesaj var’ diye tam sayfa yazı yapıyor bu utanmazlığı!

 

Vatan, 15 ekim

 

 

*

 

Bir tuhaf itiraf

 

“Fetullah Hoca’yı göremediğim zaman burnumun direği sızlar. Sevgilimi görememek kadar çok etkiler beni!”

 

İhsan kalkavan - Pazar-Vatan, 15 ekim

 

 

*

 

Tercüman’ın görüş aldığı uzmanlar

Genel Yayın Yönetmeni değiştiğinden beri (yükselen milliyetçi dalgayı yakalayıp satışları arttırmayı planlıyorlar herhalde) Tercüman pek tatlı bir ‘faşizan’ çizgi yakaladı. Detaya girmiyorum. Mesela ‘okurlardan gelen e-mesajlar’ bahanesiyle Orhan Pamuk’a ettikleri küfürleri görseniz, yüzünüz kızarır. Sonra mesela bir gün manşet, ‘Çarşamba gerçeğini açıklıyoruz: Hedef 2.Bizans’ diyordu. Patrikhane’yi Vatikan’a çevirmek için İsmailağa Cemaati hedef seçilmişmiş. (14 ekim) Ertesi gün manşet ‘Camileri kiliseye dönüştürmenin yolu restorasyon tuzağı’ diyordu. (15 ekim)

 

Bu arada, Pazar günü, soykırım yasası, Nobel ödülü, AB uyum çalışmaları hakkında görüşlerine başvurmak üzere iki önemli uzman bulmuşlardı:

 

1-Erkin Koray (Soykırım yasası dayak, Nobel güle güle armağanı…)
2-Kurtlar Vadisi’nin Çakır’ı Oktay Kaynarca (AB safsatası bize çok zaman kaybettiriyor)

Tercüman, 15 ekim

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!