Tamam, İsrail’e kızalım ama...

Güncelleme Tarihi:

Tamam, İsrail’e kızalım ama...
Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 2006 18:48

... kimimiz dini gerekçelerle, kimimiz devrimci nostaljiyle ama hepimiz insani kaygılarla, kendimizi Filistin’e yakın hissettik.

Son zamanlarda, hele bu son Lübnan saldırısı ve sivil katliamıyla, Filistinseverlik, İsrail düşmanlığına dönüştü. Ve burada iki büyük tehlike başgösterdi:

(1) İsrail hükümetinin politikaları sebebiyle, külliyen ‘İsrail ve İsrailli düşmanlığı...

Bilesiniz ki, bir Bülent Arınç, bir Recep Tayyip Erdoğan yahut bir Celalettin Cerrah siyasi karar ve açıklamalarıyla Türk halkını ne kadar temsil ediyorsa, İsrail yöneticileri de İsrail halkını o kadar temsil ediyor.

Bilesiniz ki, İsrail’de sağduyulu siyasetçi, sanatçı, gazeteci, yazar yani aydın çoktur. Biz seslerini duymuyor ve İsrail’i tek sesli zannediyorsak, bu bizim (b)ilgisizliğimizdendir.

Unutmayın ki, evet işgal altındaki topraklarda ve komşularına karşı - maalesef - faşist politikalar güdüyor ama, İsrail, Türkiye’den daha köklü, hazımlı ve gerçek bir demokrasidir ve fikir ve ifade özgürlüğü neredeyse sınırsızdır...

İsrail gibi altmış yıldır sürekli savaş halinde olan ve terörden çok çeken bir ülkede, sadece aydınlar değil, yedek askerler bile Lübnan’a yapılan saldırıyı bangır bangır kınayabiliyor, gösteriler ve imza kampanyaları düzenleyebiliyor.

Türkiye’de böyle birşeyi düşünmek bile zor...

(2) İsrail hükümetinin politikaları sebebiyle, külliyen ‘İsrail ve İsrailli düşmanlığı...’ dedim. Bundan daha tehlikelisi ve aptalcası, aynı gerekçelerle Yahudi düşmanlığı olurdu! Yani siyasi bir tartışmayı ırkçılığa dönüştürmek; ‘İsrail, Filistin’de insan haklarını çiğniyor’ diye en büyük insan hakkı ihlâli olan ırkçılığı haklı görmek ve göstermek. Tutarsızlık ve geri zekâlılık.

Haa tabii bir de (3) var ki, böyle bir düşünceyi, böyle bir utancı, böyle bir felaketi aklıma bile getirmek istemiyorum: İsrail Hükümeti’nin politikalarına kızıp, bizim insanlarımızı, bizim Yahudilerimiz’i üzmek... Allah saklasın, Allah bize böyle bir utancı (6/7 Eylül’den sonra) bir daha yaşatmasın! Aksine yapacağımız şey, yine - ASALA’nın insanlarımızı çatır çatır öldürdüğü günlerde Ermeni kardeşlerimize, PKK’nın her gün çocuklarımızı katlettirdiği günlerde Kürt kardeşlerimize yaptığımız gibi... ‘Aman ağzımızdan yanlış bir şey çıkar da, Yahudi kardeşlerimiz yanlış anlanlar, üzülürler!’ diye titizlenmek...

Türkiye’ye yakışanı budur!

*

/images/100/0x0/55eac45bf018fbb8f89563e1

Size sağduyulu ve cesur İsrailliler’den iyi bir örnek vereceğim. Benim gözümde cesareti ve sağduyusu kutsal... çünkü Gideon Levy bir gazeteci ve köşe yazarı. İsrail’in en büyük gazetesi Haaretz’de yirmi senedir, bıkmadan, usanmadan ve ... korkmadan, işgal altında yaşayan Filistin halkının çektiği eziyeti anlatıyor! Bombalanan evler, yakılan zeytinlikler, sokağa çıkma yasağı, askeri barajlarda maruz kaldıkları kötü muamele, işinden evine gitmek için, çocuğunu doktora götürmek için kilometrelerce yürümeler...

Saraybosna burada, burnumuzun dibinde, Refah’ta...’ diyor Levy.

Savaş muhabiri olarak görev yaptığı Bosna-Hersek’i iyi biliyor. Vatandaşları, Gazze şeridinden atılan el yapımı roketlerin düştüğü Sderot kasabasını Saraybosna’ya benzetince ‘midesinin bulandığını’ söylemekten çekinmiyor: “Son beş senede, Sderot’ta iki kişi öldü. Gazze’de ölenlerin sayısı en az 3.000!

Ekliyor, cesaretle: “Gilad Onbaşı’nın kaçırıldığı 25 hazirandan beri en az 200 sivil öldü burada. Üçte biri çocuk... Hangi şehir Saraybosna’ya benziyor acaba? Ama bizimkilerden Refah’a kim gider, görür ki?

İşgal gerçeği konusunda halkın bilgisizliği, kendini her zaman haklı görme eğilimi ve kurban psikolojisi... işte ‘buna karşı’ ve ‘bu yüzden’ ısrarla yazdığını söylüyor. “Kimse çıkıp da ‘BEN BİLMİYORDUM’ diyemesin, için...

Gün gelip tarihçiler konuya eğilince, Gideon Levy gibi, Amira Hass gibi bir avuç cesur gazeteci ‘işgalin güncesini tutmuş’ desinler diye...

Ama memleketim beni mahçup ediyor...” diyor Levy.

“Memleketim!” İsrail’den başka memleket tanımamış Levy. Tel-Aviv’de doğup büyümüş. Annesi Çekoslovakya’dan göçmüş bir hukuk doktoru. Evini geçindirmek için sokaklarda kuru pasta satmış. Gideon İsrail’in en iyi devlet okullarında okumuş. Genç yaşta Şimon Perez’in sözcüsü olmuş.

İşgal altındaki topraklara adım atmadan evvel, ben de sokaktaki İsrailli gibiydim” diyor. Yani hiçbir şeyden haberim yoktu. Peki onu savaşa ‘öbür taraftan bakmaya iten’ ne olmuş?

Hiiiç, diyor önce, ağır ağır kendiliğinden oldu... Ama az sonra anlatmaya başlıyor: Birinci İntifada günlerinde (1987-1993) foto muhabiri arkadaşı Filistinli bir hamile kadının üç İsrail barajı tarafından engellendiğini söyleyince inanmamış. “Bir barajda sadiklere çatmış olabilir. Ama üç baraj... hayır!” Araştırmış, olay doğru: İsrailli kadın üçüncü barajdan da çevrilince, takside doğum yapmış, sonra İsrailli askerlere yalvarmış ‘Bari bırakın bebeğimi hastaneye götünsünler...’ Buna da izin vermemişler. Bebek, anasının kucağında ölmüş!

Bunu öğrenince, büyük bir facia yaşadığımızı anladım. Gençlerimiz canavar değil elbet. Çoğu, Meksika’da bir deprem oldu deseler, yardım etmek için elini cebine atar. Peki, karşılarındaki Filistinli olunca niye insanlıktan çıkıyorlar? Çünki işgalin rutini onları bozuyor, Arapların kendileri gibi birer insan olduklarını görmelerini engelliyor...

O tarihten beri, yirmi senedir, bıkmadan, usanmadan anlatıyor: “İçimizi kemiren bu kanser terörün her türlüsünden daha tehlikeli: başka bir milleti işgal altında tutmaktan bahsediyorum!

Bizim de tanıdığımız bir ‘kötü alışkanlık’ da endişesini arttırıyor: Lübnan’da yaşanan başarısızlıktan sonra, İsrail toplumunun kendini sorgulaması iyiye işaret, diyor ama bunun aşırı sağı güçlendirmesinden korkarım, toplumumuzda ‘sorunları güç kullanarak çözmek’ öylesine yer etmiş bir alışkanlık ki... (İbranice ‘kodu mu oturtmak’ nasıl denir acaba?)

‘Sevgili Tel-Aviv’ime bir saat uzaklıkta’ yaşanan trajediyi gözden kaçırmayı reddetse de, kendini bir muhbir’ olarak görmüyor. Bunu reddediyor. Çeyrek asırdır yazdığı gazetesi Haaretz’de kendini ‘yapayalnız’ ama ‘evinde’ hissediyor.

Kendimi sapına kadar İsrailli hissettiğim için derin bir vicdan azabı duyuyorum” diyor. “Adıma yapılan bunca vahşeti kabul edemem...

Bu alıntıları yaptığım röportaj (*) şöyle bitiyor:

“İçinde bulunduğu yalnızlık zor, ama gördüğü düşmanca muamele daha da zor. Hemen her gün ‘Vazgeçilmez desteğiniz için sonsuz teşekkürler - İmza Adolf Hitler’ türü yüzlerce hakaret mesajı alıyor. Ama... gerçekten de sanıldığı kadar yalnız mı acaba? Google’da Gideon Levy diye yazıp arayın, milyonlarca kez okunduğunu göreceksiniz...”


(*) Sylvain Cypltel - Le Monde, 5 eylül 2006

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!